content

06 Ara

Üniversitelerin Tümünü Kapatsak Ve Yerine…

Önceki gün telefonda pek çok telif ve tercüme esere imza atmış velût bir hocamızla konuşurken, “‘Tayyip Erdoğan bugün ‘100 üniversiteyi kapatıyorum' dese, Türkiye kaç gram geriler?” diye sordu.

Aslında cevap sorunun içindeydi ama

biz de “15 tanesi kapatıldı ne kaybettik ki” deyince “hiçbir şey” cevabını kendi verdi.

Biz de hoca ile aynı düşüncedeyiz. 100'ünü değil de, tümünü kapatsak ne kaybederiz? Niye kaybedelim, aksine kazançlı dahi çıkarız. Ekonomi ve sağlığımız kurtulur.

2002'de 73 olan üniversite sayısı, 2016'da 193'e, 70 bin olan akademisyen sayısı ise 151 bine yükselmiş.

22 bin profesör, 15 bin doçent, 34 bin yardımcı doçent, 22 bin öğretim görevlisi, 10 bin okutman, 45 bin araştırma görevlisine ulaşmışız.

Bunların 2002'de 26 bini kadın iken, 2016'da kadın sayısı 65 bini geçmiş.

Siyasi eğilimleri -sanıldığı gibi- çoğunlukla AK Parti de değil.

Kadrolar hiçbir şartta liyakat esasına göre değil, ideolojik yandaşlık kayırmacılığına göre dolduruluyor. FETÖ devrinde kadrolara girebilmek için ‘sapkın FETÖ dini'nden olma ayatması işliyordu. Onun yerini, diğerlerinin cemaat kadroculuğu aldı.
Nereden mi biliyorum?

Sayısız şikayetin yanısıra 8-9 yıl avukatlık yapmış, son derece birikimli, ama hiçbir cemaatten olmayan, ancak ahlak ve liyakatinden asla şüphe duymadığım 30 yaşında bir genç var. Piyasa avukatlığı onun ilkeleri ile örtüşmediği için birkaç yıldır başka bir sektör arayışında. Halen görevde olan en az 4-5 bakan ve onlarca vekil, üst düzey bürokratı çok iyi tanıyan, ahbaplığı olan münevver bir babanın evladı.

Üstelik FETÖ bu ailenin son 10 yılını burnundan getirdi. Sıhhat ve varlığını çaldı. Hiç bir cemaate de mensup değiller. Bu nedenle avukat kardeşimizin müracaat ettiği her kamu ve üniversite kapısı yüzüne kapatıldı. Her şeyine kefil olduğum için bazı rektörlere tavsiye ettim. Bazı arkadaşların devreye girmesini rica ettim. Hiçbir işe yaramadı. Selamın değeri olmadığı gibi, liyakat da hiçbirinin umurunda bile değil.

Önümüze iki şey çıktı. Ya rektörler hangi cemaatten ise, o cemaatin en tepesinden referans götürülmesi, ya da YÖK Başkanı'nın talimat vermesi. Belki bir üçüncü yol daha vardır, ama o da asla ve kat'a liyakat değil.

Mesele şu: Eskiden savaş sadece top tüfekle olurdu. Osmanlı, savaş yöntemlerinin değiştiğini, boyut değiştirdiğini göremeyince yıkıldı.

Abdülaziz ve Abdülhamid Hanlar durumu fark etmiş ve devlete nefes aldırmış iseler de, geç kalındığı için yıkılmaya mâni olamadılar.

BU SİSTEMİ ÇÖPE ATMADAN OLMAZ

İster ilk, ister orta, isterse de yükseköğrenimde olsun, Türkiye bu yöntem ve araçlarla ilerlemeye devam ederse, korkarım bizi kötü bir akıbet bekliyor olacak.

Takriben on beş yıl sonra ülkenin neredeyse tamamının üniversite diploması olacak. Onların bir yarısı da, yüksek lisans ve doktora yapmış olacaklar, lakin o gün bugünleri bile arayacağız. Tıpkı bugün dünü aradığımız gibi.

Peki, çözüm ne?

Savaş boyut değiştirdi' demiştik. Eğitim sistemimiz kötü ve körü körüne bir taklit olduğu için ancak sıfır çekebiliyoruz. Dolayısıyla bu savaşın araçlarından; medyada, bilimde, felsefede, çevrede, beslenmede, tıpta, sinemada sıfır çekiyoruz. Kısaca sıfırcıyız vesselam.

Tarihe takılıp kalmayacağız ama tarihten ilham almadan gelecek inşası imkânsız. Biz tarihte bu işi nasıl başarmıştık?

Abbasi ve Endülüs döneminde tercüme hareketleri başladığında sadece ve sadece 50 kitabın tercüme edilmesiyle devasa bir medeniyet doğdu. Yüzbinlerce kitap, sayısız mimari eser ve benzersiz şehirler, ahlak ve adalet nizamı…

Maturudî, İbn Bâcce, İbn-i Sina, Farabi, El-Kindi, Sühreverdi, er-Razi, İbn-i Rüşd, Nasiruddin Tûsî, Gazali, İbn Tufeyl, İbn Arabî, Miskeveyh, Celaleddin Rumî, İbn Haldun diye devam eden sayısız âlim, arif ve fazıl yetişti.

Her biri batının da ufkunu açan yüzlerce kıymetli eser vermiş. Ama biz bugün onları ve eserlerini anlamaktan çok uzağız. Ve hâlâ yegâne gündemimiz bu eserlerdeki fikir ve bilgilerden ibaret.

Türkiye'de her yıl 40 binden fazla yeni “kitap” basılıyor. Bunların 50 adedi değil, neredeyse 15 bini tercüme.

Ama peşinden gidecek, dudak ısırtacak, dünya gündemini sarsacak, bir ilim, bilim ve sanat adamımız yok. Bu gidişle olmayacak da!

Çözüm, bu maskara sistemden vazgeçip, yeni Beyt'ül Hikme (m.830) ve Nizâmiye Medreselerini (1091) kurmak.

Bu sistemin temellerinin Ashâb-ı Suffe'de atıldığını da akıldan çıkarmamalı.

Herkesi değil istidadı olanları okutmak, batının dayattığı usûl, yöntem ve tarzla eğitmeyi terk ettiğimiz gün, işte o zaman biz dünyanın değil, dünya bizim peşimizden koşacak.

OLMAYAN BEYİN GÖÇER Mİ?

Birkaç hafta önce Deutsche Welle'de “Türkiye'den beyin göçü artıyor” başlıklı bir haber yer aldı.

Hitlerin yayın organı DW, Türkiye'den kaçan ve yurt dışı çıkış yasağı getirildiği için kaçamayan FETÖ'cü akademisyenlerin derdine düşmüş. Türkiye'yi terk edenleri “beyin göçü” olarak niteliyor.

Beyni olan biri FETÖ'cü olur mu? Elbette olmaz!

Almanların yayın organlarındaki habere imza atan Seda Sezer Bilen ve Hülya Topçu ise muhtemelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Peki, bu sözde gazetecilerin derdi ne? Belki savcılar sorar da milletçe öğreniriz.

Bu Türkiye düşmanları, FETÖ'cü beyinsizlerin kaçışını “beyin göçü” olarak nitelemekle kalmayıp, bu gidişatın “ülkede tamir edilmez yaralar” açacağından dem vuruyorlar.

Yrd. Doç. Bekir Çınar adlı FETÖ'cü, güya yıllarca başka ülkelerde bilimsel çalışmalar yapmış, sonra Türkiye'ye dönüp akademisyenlik yapmaya başlamıştı, ancak çalıştığı üniversite bir gün aniden kapatılınca, tekrar ülkeden ayrılmak durumunda kalmış. Hainlerin derdi, Almanlar ve Almanlara çalışan bu sözde gazetecilere düşmüş. Belli ki, ülkemiz adına çok üzülmüşler.

ZORLA EĞİTİM ÖLÜM GETİRDİ

Ders çalışması için ailesinin sürekli baskı uyguladığı iddia edilen genç kız, Adana'daki üniversiteye hazırlık için özel bir eğitim kursunun binasından atlayarak intihar etmiş.

Arkadaşlarına okumak istemediğini belirten genç kızın arkadaşlarına sürekli "bana ders çalışmam için çok baskı yapıyorlar, böyle giderse bir gün canıma kıyacağım" demiş.

Okumak istemeyen bu genci zorla okutmak isteyen aile ve MEB Bakanları cinayetle ne zaman yargılanacak?

Yargılanmasalar bile vicdanları onlara rahat yüzü gösterecek mi?

Her genç okumak zorunda mı?

EĞİTİM İTİRAFI VE YALNIZLIK

Cumhurbaşkanı dün de yalnızlıktan söz etti.

Fiziki sorunları çözmeyi başardık ama zihinleri aynı düzeyde güçlendiremedik. Okullarımızdaki eğitimin içeriğinin kalitesinden daha da önemlisi mantalitesinden memnun değilim” Erdoğan önceki gün bunları söylerken Bakan'ın yanındaki duruşu dikkat çekiciydi.

Özetle Reis diyor ki: 17/25'de yalnız kaldım. 15 Temmuz'da yalnız kaldım. Faiz konusunda yalnızım. Eğitim en başarısız olduğumuz alan.

Peki, şimdi ne olacak? ‘Reis memnun değil' diye, yeni bir sisteme geçecekler. Sonuç değişmeyecek. Çünkü sorunu çözmesi beklenenler bizi bu hale getirenlerdir. Bu yapıdan, bu zihinden, bu usulsüzlükten çözüm çıkmaz.

Bu ülkeyi akademisyen ve bürokrat mantığından kurtarmadan bu işler düzelmez.

Vesselam.

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank