Umur-u Devlet, Adalet ve Hukuk
Derebeylik, despotluk ve aşiretten devlete geçişin milâdı İslâm’dır.
İslâm’la birlikte insan yücelmiş, değerlerini iktisap etmiş ve “Umur-u devlet” denilen, insan hakları, adalet ahlâkı ve evrensel hukukla kaim “medeni kurum” hayat bulmuştur. İbn-i Sina, İbn-i Haldun ve İbn-i Battuta bu süreci “medeni siyaset” olarak adlandırır. (Atatürk ise, “Demokrasi, mazide atalarımızın tatbik ettiği medeni siyaset’in bu günkü adıdır” der.) Yesrip adı Ensar ile vaki bir antlaşma sonucu değiştirilerek Medine yapılmıştır. Medine şehir / devlet (medeni insanların birlikte yaşadığı kurumsal yapı) anlamında olup; Aynı zamanda medeni dünyanın ilk modern hukuk devletidir.
Objektif ve orijinal siyaset bilimi bunu böylece tarif, tasnif ve tasdik eder.
Buna göre: Adalet ahlâkı ve evrensel hukuk meşruiyetin temeli ve çimentosudur.
Adalet varsa devlet vardır; Hakkaniyet, adalet, eşitlik, emniyet, huzur ve hukuk yoksa devletin; Hakikatte hükümetin “hüküm ve hikmet’in” varlığından söz edilemez.
UMUR-DEVLET ASKIDA
İşte şimdi; Türkiye Cumhuriyetinde hak, adalet, eşitlik, emniyet, huzur ve hukuk’un tefessüh ettiği (fiilen bulunmadığı) bir “fetret devri” yaşıyoruz. Dolayısıyla bundan “devlet” dediğimiz, uzuvdan yoksun izafi kavram değil; Devletin görevli, yetkili ve sorumlu uzuvları (vücudu) olan hükümetin şahsında “makam ve mevkii sahibi bireyler” sorumludur.
Çünkü: Gerçekte izafi bir kavram olan ‘devlet’in asli uzvu (unsurları) mesabesindeki hükümetlerin bütün fiil, tasarruf, eylem ve işlemleri;. İnsanlık onuru, mutlak dürüstlük, beka, basiret ve umur ile bağdaşmak, Medeni siyaset, hak ve Lâiklik temelinde yükselen (önceleri ümmet, sonraları millet) milli devlet ve milli siyasete “ebed-müddet” hayat vermek zorunda ve durumundadır… Zira hükümet varsa, hüküm ve hikmet “YASA” hâkimdir; Hükümetten eser yok, görev ehli atalet, zaaf ve kararsızlık ile malûl ise “anarşi, terör ve tedhiş” vakidir.
DAHA AÇIK BİR ANLATIMLA
Yukarıdaki “Umur-u devlet, adalet ve hukuk” kavram ve karinesinin; medeni siyaset geleneği “hakkaniyet, adalet, hukuk ve konjonktür” bağlamda incelenmesi gerekir. Örneğin: meşruiyet kisvesi altında devlet kurumu; Dâhili ve harici bedhahlar, dönme-devşirme, kripto, etki ajanı ve ihanet şebekelerinden müteşekkil rezil şahısların baskısına boyun eğer de, kanun yerine kifayetsiz muhterislerin kapris, tasallut ve tahakkümü kaim olursa;..
Türk milleti münferiden, milli medya, sivil toplum, adalet ve hukuk kurumları yoluyla yukarıda arz ve ifade olunan ilke, umur-u devlet onuru, görev ve sorumluluk idraki ile hareket ederek “her ne pahasına olursa olsun” bu yozlaşma, kirlenme, dejenerasyon ve başıbozukluğa mutlaka “DUR” demek zorundadır.
Toplumsal beka / basiret, umur-u devlet, kemali ciddiyet, bilim, tarih ve hukuk şuuru ile bilhassa “sürdürülebilir objektif siyaset” ile mütekabiliyetten yoksun, olumsuz gidişat bu sorumlulukla durdurulabilir. Kifayetsiz muhterisler frenlenebilir. Devlet kapısını rant, imkân ve avantaj kapısı olarak gören; İcabında terör ve tedhişle birlikte hareket edebilen güruh, bu şekilde ayıklanıp temizlenebilir…
GÖREV, YETKİ VE SORUMLULUKLARIN GEREĞİ YAPILMALI..
Sanki hiç devlet, hükümet, polis, asker, jandarma ve mit yokmuş gibi; Tüm Vatan toprağında serbestçe dolaşan ve her gün umulmadık, beklenmedik bir yeri alçakça, kalleşçe vuran terör ve tedhişe “DUR” diyemeyen yetkili, sorumlu ve görevliler niçin halâ iş başında?
Sınırları koruyamayan, çalıntı arabaları bulamayan, istihbarat kabiliyetinden aciz, yurt içinde serbestçe dolaşan potansiyel ve müseccel suçlulardan; Tonlarca patlayıcı ve hain canlı bombalardan bihaber “güvenlik teşkilâtı” olmaz. Olanlar niçin yetkilerini tam olarak vatan, millet, milli birlik ve beraberlik lehine kullanılmaz… Veya kullanılamaz?.. Başta devletin en üst görevlisi, yetkili ve sorumlusu olmak üzere; En tabandakine kadar sorgulanması şarttır…