Ulusal Yaygın Medya Ne ki?
Mesleğim gereği, siyaset ağırlıklı yazılar yazmaya çalışırım. Tabii bunun yanı sıra, özellikle gündemde yer alan ve öncelikli olarak yereli ilgilendiren sosyal olaylara da parmak basmaya ayrı bir özen gösteririm.
Gerek gazetemizin içeriği olarak, gerekse de kendi köşe yazılarım olarak, ülke gündemi yerine bölge gündemini ön planda tutarak, yayın yaparız.
Nedeni ise, bugün hangi gazeteyi alsanız, hangi kanalı izleseniz, ya da internette hangi haber portalına girseniz ülke gündemindeki konularla ilgili olarak haber ya da yorum bulabilirsiniz. Fakat, bölge gündemine yönelik bir haberi ya da değerlendirmeleri, ancak yine bölgeye yönelik yayın yapan bizim gibi medya kuruluşlarının araçlarında rastlayabilirsiniz.
Biz de yerel bir medya organı olarak ağırlıklı önceliğimizi tabii ki, bölge gündemi üzerinde yoğunlaştırıyoruz. Ve bunun da son derece önemli olduğunu, aldığımız olumlu tepkilerden anlıyoruz.
Bu düşünce içerisinde mesleğimizi mümkün olduğunca belirlenen ilkeler ve etik kurallar içerisinde yerine getirmeye çalışırken, aşırılılığa da kaçmamaya ayrı bir özen gösteriyoruz.
En azından göstermeye çalışıyoruz. Belki zaman zaman dışına taştığımız oluyordur, fakat ciddi anlamda da hassasiyetimizi ortaya koyuyoruz.
Bu meslekten ekmek yiyen, geçimini sağlayan biri olarak da, mesleğimizle ilgili değerlendirmelerde de büyük bir dikkat ve hassasiyet gösterdiğimiz kadar, gösterilmesini de tabii ki arzuluyoruz.
Ancak, bir kez daha söylemek zorundayız ki, mesleğimiz her geçen gün büyük bir dejenerasyona uğrarken, meslekten olmayan meslektaşlar(!) yüzünden farklı amaçlarla kullanıldığını görmenin de büyük üzüntüsünü yaşıyoruz.
Yıllardan beri, bu meslekte kalem oynatan, duygu ve düşüncelerini satırlara döken biri olarak, farklı mesleklerin uygulamalarını eleştirirken, akıl vermek yerine bizce yanlış gelen uygulamalarını ön planda tutmaya çalıştık.
Hiçbir doktorun nasıl muayene yapacağını, nasıl ameliyat edeceğini, bir mimarın nasıl bir proje çizeceğini, bir avukatın nasıl bir savunma yapacağını söylemedik.
Bunun her şeyden önce çok büyük bir ukalalık olacağını düşündük ve karşımızdakine yapılacak en büyük saygısızlık olarak gördük.
Ne yazık ki, kendi mesleğimiz içerisinde belki bu gibi hassas konuları dikkate almadan, her olaya maydanoz olanlar çıktığı gibi, onların da bu mesleğin genel özellikleri içerisinde gösterilmesine de karşıyız.
Asıl üzücü olanın ise bu meslekten olmayıp da, bu meslek konusunda ahkam kesenlerin yer alması ve hayatında bir tek satır haber yazmamış kişilerin, kendilerini gazeteci görüp de, bu mesleğin ne olduğu ya da ne olmadığı konusunda fetva niteliğinde yazılar yazmalarıdır.
Kuşkusuz, herkesin her konuda kendine göre bir görüşü mutlaka vardır. Düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğüne dönüşmeye çalıştığı günümüz Türkiyesinde, bunların paylaşılmasının da yeri olmalıdır.
Belki de iyi olur, ama bunu yaparken de kesin kurallar koyma yerine, biraz daha “böyle olsa acaba daha mı iyi olur?” gibi düşüncelerini karşılarındakine zorla empoze etme yerine hoşgörü içerisinde sunmaya çalışmanın ne gibi sakıncası olabilir ki?
Mehmet Leventoğlu’nu, sanırım Bandırma ve çevresinde tanımayan yok gibidir.
Bir zamanlar CHP belediye meclis üyeliği yaptığı gibi, parti içerisinde etkin bir kimliği vardı. Şimdi, sanırım sadece sempatizan olarak takılıyor...
Leventoğlu ile aynı zamanda okul arkadaşıyız. Yıllar sonra kader bizi Bandırma’da karşılaştırdı. Aynı zamanda yerel basında yazdığı köşe yazılarıyla da tanınıyor Leventoğlu...
İşte geçtiğimiz günlerde yazdığı bir yazı, beni fazlasıyla üzdü.
Ha, belki benim bu yazımı okuduktan sonra, “Sen neden atlıyorsun, ben sana yazmamıştım” da diyebilir. Fakat, ciddi anlamda hem çok büyük yanlışları var, hem de şartlı olarak olaylara tek yanlı bakıyor. Bu nedenle de kendisine cevap verme gereği duydum.
Gerisi, kim ne düşünürse düşünsün. Umurumda değil.
Leventoğlu da, aynı yanlışa düşmüş ve yıllardan beri asıl işi kafeteryacılık olmasına karşılık, gazetecilik konusunda bir hayli ahkâm kesmiş!..
Bu bir anlamda, benim “Neden pizza yaparken, kaşar peynirini rendeliyorsun da, bütün bütün atmıyorsun?.. Zeytini neden enlemesine halkalar şeklinde katıyorsun da, çekirdeği ile birlikte kullanmıyorsun?.. Pizzanın hamurunu niye pasta hamurundan yapmıyorsun?.. Pizza isimlerini yok Margarita, ya da Anita gibi isimlendiriyorsun da, Süheyla, Züleyha diye isimlendirmiyorsun?” diye sormama benziyor!..
Örnekleri tabii ki çoğaltabiliriz!.. Hemen aklıma gelen, çay fiyatları neden sizde diğer kafeteryalara nazaran 2-3 katı daha fazla fiyattan satılıyor diye de sorulabilinir!..
Mutlaka, Leventoğlu’nun da bunlara vereceği bir cevap vardır.
Öncelikle şunu belirteyim ki, Leventoğlu, yaygın medya ile yerel medyanın karşılaştırmasını yaparken, “ulusal yaygın medya” diye bir deyim kullanmış!.. Ne anlama geldiğini anlayamadım doğrusu...
Yani, Hürriyet, Milliyet, Sabah gibi gazeteleri, Kanal D, ATV, Star gibi kanalları milli olarak kabul ediyor da, bizim gibi yerel gazeteleri ya da kanalları gayri milli olarak mı değerlendiriyor acep?
Bir de, bundan 5 yıl önce Bandırma’da 5 yerel gazetenin çıktığından bahsederken, bugün sadece 3 gazete kaldığını ısrarla vurgulamış. Eh içlerinde en geç biz olduğumuza ve biz de 8 yaşımızın içerisinde dolu dizgin gittiğimize göre, acaba hangimizi gazete yerine koymamış Leventoğlu? Çünkü benim bildiğim günlük olarak 4 yerel gazetenin yanı sıra, haftalık birkaç gazetenin daha olduğu.
Sanırım, kendi kriterlerine göre, sadece 3 gazeteyi gazete olarak görüyor, diğerlerini yazısında belirttiği gibi paçavra olarak nitelendiriyor...
Eğer, gerçekten böyle düşünüyorsa da çok ayıp ediyor. Beğenirsin, ya da beğenmezsin. Ama kabul etmek gerekir ki, her gazete özellikle yerel gazeteler, yoğun bir emekle çıkıyor. Hem de binbir güçlükle. Fikri bana uymuyor diye, sanat eseri olarak kabul edilen basılı bir yayın organını “paçavra” olarak nitelendirmek, Leventoğlu gibi kendisini sosyal demokrat sanan bir kimliğe hiç mi hiç yakışmıyor. Herşeyden önce emeğe verilen çok büyük bir saygısızlık!..
Leventoğlu, yazısının bir yerinde, rahmetli Uğur Mumcu’nun bir nitelendirmesine değinmiş; “Bilgisi olmadığı konularda, ahkam kesme rezillikleri...” diye. Vallahi, öylesine beğendim ki bu sözünü, anlatamam. Hele hele, resmi ilan konusundaki değerlendirmesine deyim yerindeyse “cuk” diye oturuyor!..
Bakın ne demiş; “Yeter ki resmi ilanların önünü kesecek bir yanlış anlama olmasın, aman gözünü seveyim hesapları...”
Demeye getiriyor ki Leventoğlu, resmi ilan almak için, gazeteler iktidarın borazancılığını yapıyor...
Yazıların da sürekli idare-i maslahat içerikli olduğunu iddia ediyor.
Eh, şimdi Bandırma’da resmi ilan alan iki gazete olarak, biri biz, biri de Genç Bayrak olarak, isim vermeden “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” hesabı yapmış burada...
Dedik ya, Uğur Mumcu’nun “fikir sahibi olmadan bilgi sahibi oluyorlar” nitelendirmesi cuk diye oturuyor... Keşke, önce resmi ilan almanın kriterlerini öğrenip de, ondan sonra böyle bir yazıyı yazmaya kalksaydı da, kendini bu konuma düşürmeseydi.
Sanıyor ki, kim iktidarın borazancılığını yapıyorsa, resmi ilanı da o kapıyor. Eğer borazancılık yapmayan varsa, resmi ilan alamıyor!..
Ve nitekim, yine yazısının bir yerinde kapanan iki gazeteyi işaret ederek, “Muhalifler bir şekilde susturuldu...” demiş.
Yok Leventoğlu yok... Onlar susturulmadı... Tamamen işletmecilikten kaynaklanan nedenler yüzünden kapandı. Sen ki, iktisat ve işletme okumuş, genel muhasebeden, maliyet muhasebesine kadar dersler almış bir akademi mezunu olarak, böyle söylersen, ben de senin işletmecilik anlayışından vallahi de şüpheye düşerim.
Sadece küçük bir hatırlatma yapayım sana... Devlet bize diyor ki; “Ben sana resmi ilan veririm, ama benim kurallarıma uyarsan. Bir de resmi ilan almaya başladıktan sonra, çalıştırdığın personelin vergisini, sigorta pirimini ödediğin gibi, bana olan gelir vergini de, kurumlar vergini de katma değer vergini de zamanında ödeyeceksin... Yok eğer ödemezsen, bana borcun olursa, resmi ilanı da rüyanda görürsün!...”
Yaa işte böyle Leventoğlu... Devlet resmi ilanı verirken, kendi alacağını da öyle hassas bir şekilde takip ediyor ki, bırak ödememeyi, geciktirmeni bile kabul etmiyor...
Eee, peki bu kapanan ya da resmi ilan alamayan gazetelerin sen bu durumunu hiç araştırıp, soruşturdun mu acaba?
Eminim ki, kulaktan dolma bir takıp bilgilerle yazdın bu satırları, yoksa bilgin olsaydı kesinlikle yazmazdın, biliyorum...
Bugüne kadar gerek devleti, gerekse yeri geldiğinde iktidarı en sert şekilde eleştiren bir köşe yazarı ve basın mensubu olarak, en küçük bir uyarı almadığımızı da bilmeni isterim. Yani senin dediğin gibi, devlet ne kadar ekmek, o kadar köfte demiyor!..
En azından resmi ilanlar konusunda böyle bir kriteri yok.
Haa, devletten ihale alıp da, onun karşılığını attığı manşetlerle ödeyen holdingler varsa, ki var olduğuna ben de yürekten inanıyorum, aman ne olur bizi onlarla kıyaslama. Çok yanlış olur. Hem de çok büyük günaha girersin...
Sonra, çok iddialı bir söz söylemişsin!..
“Basın, özellikle gazeteler sadece muhalefet yapmakla yükümlüdürler... Basının birinci görevi budur...”
Sonra da hızını alamamışsın, söylediklerini biraz daha perçinlemişsin; “Bir gazete yerel olsun, yaygın olsun muhalefet yaparsa adam gibi gazetedir, yoksa paçavradır, kimse okumaz...”
Ve, öylesine ilginç bir benzetmeden bulunmuşsun ki, anlamak mümkün değil; “Nasıl baklavacı baklava, fırıncı ekmek yapıyorsa, yumurtacı yumurta üretiyor, kasap et satıyorsa, GAZETECİ DE MUHALEFET YAPACAKTIR...” demişsin. (Bu arada yumurtacının da nasıl yumurta ürettiğini merak etmedim desem yalan olur!.. Oysa ben tavuklar yumurtluyor biliyordum.)
Hani bizde bir söz vardır, abesle iştigal konuları dile getirenler için söylenmiştir; “Tut kelin perçeminden...” diye.
Başka söyleyecek bir söz bulamıyorum doğrusu...
Yaklaşık 35 yıla yakın bir zaman içerisinde bu mesleğin çeşitli kademeleri de dahil olmak üzere içerisindeyim, ama şu senin söylediğin sözleri ne birisinden duydum, ne bir yerlerde okudum, ne de seminerlerde, konferanslarda işittim...
Anlaşılan ya ben çok farklı bir mesleğin içerisindeyim ve sen gazeteciliğin duayen kere duayenliğini hak etmiş bir konumda, bunları söyleme hakkını ve de hukukunu kendinde buluyorsun, ya da bu konuda hiçbir şey bilmiyorsun.
Yazımın başında dediğim gibi, her köşe yazanın kendini gazeteci konumunda görmesi ve bugüne kadar gazeteciliğin temel taşı olan habercilik anlayışından uzakta yazılar yazması, mesleğe yönelik böylesine aykırı düşüncelerin de doğmasına yol açıyor.
Hemen şunu söyleyeyim de, aklında bulunsun; “basının birinci görevi muhalefet yapmak değil, haber vermektir, kamuoyunu bilgilendirmektir...”
Tabii içinde bulunmadığın bir meslek için ne kadar kabul edersin bilemem, ama söylediğin değerlendirmelerin hiçbirine katılmam mümkün değil.
Muhalefet etmek mutlaka olacaktır. Ancak, körü körüne değil. Bilinçli olursa...
Senin savunduğun şekilde yapılırsa, nerede kalıyor demokratlık, nerede kalıyor sosyal demokratlık? Bu öne sürdüğün “basın sadece muhalefet yapmalıdır” değerlendirmesi, bu sefer de basın oligarşisini doğurmuyor mu?
Ha bu arada yazan üç-beş kişinin de tırstığını, tırstırıldığını iddia etmişsin. Bari, kimlerin tırstığını, kimler tarafından tırstırıldığını söyleseydin de, herkesi (kendin de dahil) töhmet altında bırakmasaydın.
Tabii bu arada, aklıma her nedense Halil Ünlü’nün belediye başkanlığı döneminde çok muhalif yazılar yazdığım için, bir belediye meclis üyesinin “Yaa çok üstüne gidiyorsun, bu kadar da ağır yazma!” dediği geldi... Kimdi, hatırlıyor musun? Umarım hatırlıyorsundur!..
Hatta, ben de kendisine “Sen neden yazmıyorsun?” diye sorduğumda da, “Benim göbek bağım var... Ben belediyenin kiracısıyım” diye karşılık vermişti...
Yaa Leventoğlu, işte böyle... Aslında daha yazacak çok şey var da, yer bitti!..
Umarım, her düşündüğünün sadece senin için doğru olduğunu, başkalarına yanlış gelebileceğini, ülkede gerçekten düşünce ve ifade özgürlüğünün olması için, demokrasinin tüm kuralları ve kurumları ile en sağlıklı şekilde işlemesi gerektiğini, bunun için hepimizin üzerine düşen görevi, en hassas ölçütler içerisinde yerine getirmemiz gerekliliğinin şart olduğunu görürüz.
Daha sağlıklı ve huzurlu bir Türkiye olması için bunlar şart değil mi?