Uçurumun Şiirsel Kanatları!
Güneşli bir gün sappho.
Ey güzel ozan, dinle beni!
Uzun başakların gövdelerinden,
Tatlı kumsallara uzanan tuzlu dudaklarım!
Dinle ey güzel ozan!
Taştan gözlerinde yok oldu bakışlarım
Ve dudakların bir köprü kurdu gövdeme.
Ey çılgın ozan!
Başın semalarda, bulutlara giyinmiş ışıltılı bedeninde.
Günüm ve gecem orda, öyle derin ve suskun
Kelimeler dolandırır dilime, kararınca yeryüzü.
Dinle ey çılgın kadın!
Tenin tapınak kurmuş sözlere
Ve ruhum ölümsüzlüğünün tadında çalkalanır…
İşte böyle seslenmek istedim Sappho’ya,mor kaküllüye!…
‘’Mor kaküllü Sappho’’,çağdaşı Alkaios, öyle diyor, onun için.Her Çarşamba ve cumaları Arkeoloji Müzesi’ndeyiz, Gülhane’de.Güzel sanatlar fakültelerine hazırlanan öğrencilerimizle birlikte,çok eskilere gidip,Lahitlerin arasından taştan gövdelerin,büstlerin içlerine doğru ilerliyoruz.Antik Yunan’dan,Eski Mısır’dan,medeniyetin ilk tohumlarından fışkıran heybetli heykellerin çizim etütleriyle, biraz olsun,insan anatomisine bir köprü inşa ediyoruz…Bu yüzden olsa gerek ,çizim sınavlarına girecek olan öğrencilerin olmazsa olmazı olan, bu müzede buluşması.
Bense, bütün bu çağların arasından geçerek büyük, heybetli ve göz alıcı kadın ozan Sappho’nun karşısında, iri gözlerinin içlerine dalarak kaç kez öylece durup kaldığımı bilemem. Ona seslenip, onunla içten içe konuşurum. Yazının başında da bu yüzden bir şarkı gibi seslendim esin perisine. Kim bilir belki duyar beni, Lesboslu aşkın ozanı!
M.Ö 630—557 yılları arasında yaşamış, bütün yaşamı soru işaretleriyle dolu olarak günümüze kadar uzanan, şiirsel şarkıların kuşkusuz en önemli şairi Sappho’nun büstten heykelinin etrafında dönüyorum. Kimi zaman göz göze geliyoruz. Lesbos Adası’nda, bugünkü adıyla Midilli’de, aşka ve sevdaya dair, tabi yine aynı zamanda melankolik, ayrılık acısıyla sonunda yalnızlaşan, Arkaik lirizmin soylu sesine kulak kabartıyorum, içten içe. Bu, gerçek bir sevginin duyarlı ezgilerinin izleri değil de, ne? Pusulam daima o izlerin yakın takibinde olacak!
İçsel bir serinlik arayıp,kendimi müzenin bahçesine atıyorum.Yine de Sappho’dan pek uzaklaşmış sayılmam.Biliyorum ki az sonra yeniden göz göze gelip söze duracağız.Ağaçların gölgeleriyle yıkanan bankların birinde, bir kaç şiirinin arasında kayboluyorum.Doksan dört sayılı şiirdeki ,‘benim için ne bal ne de arı kaldı’ yada elli dört sayılı şiirdeki,’nasıl da kayıp gitti canım ,/ne güler ne sevinir,ne de malda kaldı gözüm;/…..ölmektir/isteğim’.
Bu dizeler de bile Sappho’nun kendini yok etmek için nasıl bir ruh içinde olduğunun analizini yapabiliyoruz. Görünen o ki, Levkodes uçurumundan gelen intihar çığlıklarının haklı cesareti, boşuna değilmiş meğer!
Depresif öğelerle harmanladığı şiirlerinde, terk edilmiş olmaya, yalnız bırakılmaya, ayrılmaya ve gelmeyecek bir sevgiliyi umutsuzca beklemeye yönelik ruh hallerini rahatlıkla görebiliriz. Kuşkusuz yukarıdaki dizelerde daha da ileri giderek, psikotik bir duruma işaret eder.
Kadınlara karşı erotik bir yaklaşımı olan Sappho’nun, aynı zamanda Kerkila adında bir erkekle evli olduğunu, hatta bir de Kleis adında bir kızı olduğunu bilmekteyiz. Fakat genç kızlara olan tutkusu, onların peşinden gitmesi, kıskanması, ya da ayrıldıktan sonra onları daima anarak beklemesi, onu melankoliye sürüklemiş olabilir.
Yine bir dizesinde şöyle der;’Ne garip! En iyi davrandıklarım, bugün en çok incitenler beni!’.
Belki bütün bunların acısıyla, düştüğü ruhsal çöküntülerden dolayı, Leskodes uçurumu onu kendine çağırdı.
Aradan geçen o kadar zamandan sonra bile hala Sappho içimizdeki bir ses, şiirleriyle bir gövde, tinsel bir şölen. İtalyan şair Salvatore Quasimodo’ da Sappho için öle dememiş mi?’onun şiirleri bir ten ve ruh öyküsünü anlatır’…
Ey Lesbos’un çılgın ozanı sen değil miydin şöyle söyleyen;
‘Yakındığım yok, Bir düş değildi esin perilerinin Bana bağışladıkları zenginlik. Ben ölsem de adım hiç unutulmayacak…’
Bu dingin, insanın ayaklarını yerden kesen duygusallık ve yıldızlarla dolu ışıklı dizeler, ebedi dudaklarda daima yankılanacaktır.
Sevgilerle
çok güzel bir yazı . o devasa büstün gözleri nedense gökyüzüne bakarmış gibi gelirdi bana...
Haziran 11th, 2010 at 12:17on numara bir yazı...tebrikler.
Haziran 11th, 2010 at 12:52o uzun koridorlarda taşların,insan taklitlerinin arasndan geçtiğini sanmak ne kötü.. ama insan küçücük bir deniz kabuğuna bile anlam yükledikten sonra güzelleşmiyor mu?
Haziran 12th, 2010 at 11:31bu yazıda sappho'nun anlamına anlam katmış. en azından bendeki anlamına 🙂 ağzınıza sağlık.