Tutturamayanlar (II)
Sıradanız hepimiz sırlarımız kadar. Sınırlarımız kadar basit, yaşantılarımız kadar anlamsızız her birimiz. Üst üste koyulan iki taştan üsteki olabilmek için verdiğimiz kavgayla taşlaştırdık yüreklerimizi. Hiç birimiz iki kaya arasında ki bir avuç çamur olabilmek için kavgaya tutuşmadık. Yumruklarımızı hırsla yumuşattık. Meydanlarda yankılanan sesimize eşlik ettiremedik arşa yükselen yumruklarımızı… Kendi cenaze namazımı kıldıran imam gibiyim. Cemaate nasıl bilirdiniz sorusunu sormaktan imtina eden. İlk toprağı günahsız olan atsın diyecek yüzüm yok. Bütün yakarışlarımın hayatla yüzleşmesiydi benim ölümüm. Kendine acımayan birinin insanlara merhamet dağıtması gibi bir paradoks. Protez kolda damar aramak gibi bir şey, yani ilacın hastalık araması kadar aptalca bir durum…
Gökyüzüne sıkılan bir mermi kadar başıboş bakışlarımın. Adresi yazılmamış bir mektup kadar kayıp, içeriği belirtilmemiş bir karışım kadar karmaşık. Çekilen her acıdan bir tutam düşüyor payıma. Dökülen her gözyaşından ve akan her damla kandan… İnsanlık neden ağlamıyor diye düşünüyorum. Bataklığa dönen gözlerimizde hüznü tebessümden ayıracak insafın izi bile yok. Akıldan, kabarık ceplere uzanan çift şeritli bir yol olmuş vicdan. Her şey uzaklaşmış aslından. Hayat elde ettiği kapitülasyonlar yoluyla iktidar olmuş. Muktedirlerin parmak ucunda hayat… Ömrünü mal sahibine küfüre vakfetmiş bir kiracının kafiyeli sövgülerinde gizlidir isyan. Adil olmayan zamlara sitemli bakışlarla başlar cedelleşme.
Bir gün geciken parası için kapıya dayanan mal sahibi, malın da mülkün de yalan olduğunu çoktan unutmuş olmalı. Dünyaya çaktığı kazıklar kadardır onun adamlığı. Ama kiracı da pek masum değildir. Çünkü yarın mal sahibi olduğun da aynı şeyleri o yapacaktır kiracısına. Çünkü o da bilincinde değildir hayatın bir oyalanma yeri olduğunun. O da bilincinde değildir malın da mülkün de yalanlığının. Hırsla hayata karşı diş bileyenlere sözüm. Üstüne almak istemeyenler alsın üstlerine sözümü… Üç perdelik oyunda bir icracı düşünün. Dekor, seyirci, ışıklar her şey harikadır. Ama oyun üç perdeliktir, ya da beş, ya da yirmi beş… Yani bitecektir... İcracının çok üstün olan performansı oyunun süresine yansımaz. Gişesi çok iyi olur belki, belki de izleyici ayakta dakikalarca alkışlar. Ama sonuç değişmez, oyun biter ve ışıklar söner. Zihnimiz her gün aynı oyunu oynar bize. Yakını uzak gördüğümüzden kötüye meylimiz başlar. Hayallerimizden bile daha uzaktadır bize yalan! Gerçek olan peşin olandır. O; hemendir, şimdidir ve de buradadır! Hiçbir vaadi yoktur peşin olanın. Ona dokunabilir hissedebilirsiniz. Vaat edilene yalan der peşin olan. Bir bedel ödenmesinin hiçbir gereği yoktur der. Ölüm keşfedilmemiş bir gezegen kadar uzaktadır. Ve ağılarımıza toprak dolmayacaktır.
Dünyaya hükmetmek diye bir dert taşır kıçına bile hükmedemeyen insan. İdrarını ve posasını tutmaya muktedir değilken uyduruk bir kullanma kılavuzu icat eder kendine. Ve kafa tutar… Ona hizmet etmesi için yaratılan her şeyi hırsının esiri eder. İlahlığa yeltendiğini söyleyecek cesareti hiçbir zaman yoktur ama merhametsizce talan ettiği dünya için ve ayaklar altına aldığı insan onuru için verilecek bir hesabın varlığına karşı bu kadar umursamaz olmak başka nasıl isimlendirilebilir ki. Siyaset, para, petrol, enerji, gayrimenkuller, silahlar, arabalar, ideolojiler ve büyük bir hırsla gözümüzde büyüyen her ne varsa hadi koyalım hepsini bir yanına ölümün. Hayatı anlamlı kılan şeyin ölüm olduğu gerçeğiyle yüzleşelim ölümle yüzleşmeden. Adam gibi yaşayıp adam gibi ölebilmek olsun tek derdimiz.
Bağlarımızı ve bağlantılarımızı yeniden gözden geçirelim. Tasdik edip iman etmediklerimize çevirelim yönümüzü. Dokunamadığımız yıldızlara bizim yıldızlarımız gözüyle bakmadık hiç. Hep yağmur topladık nemli kaldırımlardan. Kurak iklimlerin zehirli güneşlerine gere gere açtık göğüslerimizi. İsyan için kaldırdığımız başlarımızı, şükür için kaldırıp, tevazu ile indirmedik hiç. Alçak gönüllülüğümüzde yatan ukala tavrımızın farkında olmayacak kadar amayız bakışlarımıza. Gözlerimiz başlarımıza yabancı. Bakışlarımız başkalarına ait. Ateş biriktirip, umut tüketen garip yolcularız hepimiz. Süratini tutturamadığımız bir gemiyle dev dalgalara kafa tutan acemi denizciler gibiyiz. Dalgaların ucuna doğru yükseldikçe gemimiz, sanki sırat denen hayatı yüzümüzde hoş bir tebessüm iziyle geçmiş gibiyiz….