Muhafazakarlığın Modernleşmesi ve Ulusalcılığın Totaliterleşmesi
Tamer AVCI
TÜRİSTAN NOTLARI
Son çeyrekte cumhuriyet Türkiye’si büyük bir metamorfoz yasıyor. Bu konuda toplumun bütün kesimleri hemfikir. Ancak algılarımızla olayı farklı şekillerde yorumlayabiliyor veya etkilendiğimiz araçların bizi boyadığı renklerin ötesine geçemiyoruz. Bu bağlamda muhafazakarlıkla ve ulusalcılığın çok keskin biçimde karşı karşıya gelmelerinin, semboller üzerinden bir taktik yaklaşım geliştirmelerinin, derinlerinde ne olduğunu gerçek haliyle görmek elbette zorlaşıyor. Burada yaşanan kafa karışıklığının en temelinde, entelektüel çabalarımızın yetersizliği, medyamızın tiraj ve nitelik bakımlarından çok gerilerde kalmış olması, sivil toplumun çabalarının yetersizliği kadar samimiyetinin tartışılıyor olmasının rolü büyük.
Entelektüel çabalarımız yetersiz, çünkü eğitim sisteminden gelen okumayı, önemsemeyen ve basite alan yaklaşım egemen bir yaklaşıma dönüşmüş, okuyanlarımızı uçlarda gezen sosyal dokunun bir parçası olmak istemeyen veya politik anlamda illegaliteye yatkın kişiler olarak görmek istiyoruz. Medyamız dünyadaki çağdaş ülke medyalarının ulaştığı tirajın onda birlerinde değil ve ayrıca medyadaki tekelleşme tehlikeli bir ötekileştirme çabası taşıyor. Sivil toplum kuruluşları amaçları ve işlevleri itibariyle tartışmalı hallerinden kurtulmadıkları gibi, çağdaş yöntemler ve yollar kullanmadıkları için ciddiye alınmıyor. Bu kafa karışıklığını teslim ettikten sonra, muhafazakarlığı ve ulusalcılığı yakından anlamaya çalısalım.
Türkiye’de muhafazakarlık cumhuriyetin ilk iki çeyreğinde kendisine dayatılan mürteci kimliğinin sıkıntılarını boyuna yaşadı. Buna karşı duran aydınlarını hapislerde, sürgünlerde, tecritlerde, sorgulamalarda büyük sıkıntılara maruz bıraktı. Önde gidenleri gibi arkadan gelenlerde, ağır komplekslere itildi, kendini dönüştürenler büyük bir ispat davasına girdi, çağdaşlığı demokratlığı ve rejimin kendisini içselleştirdiğini kanıtlamak için çabalayıp durdu. Buna ihtiyaç varmıydının yanında, ihtiyaç olsa bile bu çabaların aslında muhatapları tarafından umurlarında olup olmadığı ağır bir tartışma konusu oldu. Çünkü çoğunlukla zengin değillerdi, medya gibi etkin vasıtaları yoktu, alınganlıklarının bir somut nedene dayandırılmayacağı konusunda argümanları ellerinden alınmıştı. Aslında geliştirdikleri savunma biçimleri o iki çeyrekte ise yaramamış olsa bile, son çeyrekte en azından zihinsel dönüşüm için bir çabaya yol açacaktı. Çünkü ayırt etmeksizin bütün aydınların değerli fikirlerinin peşinden koştular. Hatta muhafazakarlığı çok dışlayan aydınlarla olan ilişkileri muhafazakar aydınlarla olan ilişkilerinin çok üzerine geçti. Bunun objektiflik anlamında tartışılır yanları olsa da, dengeyi aleyhlerine bozanların tahmin etmediği bir şekilde ,yasadıkları ile okudukları arasındaki farklılığı bir denge haline getirebildiler.
Uzun zamanlar iktidarlar tarafından hoyratça kullanıldılar. Bunu ağır bir saflık veya kandırılmışlık olarak açıklamak kadar, bir yere ait olmak için iktidarın yanında olmanın pratik ve pragmatik bir yol olduğunu sandılar. Son çeyrekte ise iktidarın stepneleri değil, iktidarın lokomotifi olma niyetine yöneldiler. Bunu büyük ölçüde basardılar. Karşılıklı bir beslenme biçimine dönüşen bu ilişki, hukukun ağır zafiyetler içinde olmasından dolayı, ehliyetiz ve de mesleksiz yığınları çok önemli konumlara getirdi. Haksiz kazanç ve konumların muhafazakarlığın en temel alanlarına ters düşmesine aldırmadılar. Ehliyet ve hakkaniyet çok önemli olmadı. Bürokratik iktidar karşısında yıllarca aldıkları pozisyon, haksız ve temelsiz bu edinimleri onlar için meşrulaştırma çabalarının bir amnetusu haline geldi. Ancak AB gibi ekonomik ve siyasal anlamda tartışmasız bir modernleşme projesine herkesi şaşırtacak biçimde inandılar ve bu projeye herkesten fazla destek oldular.AB kaprisli ve huysuz bir gelin gibi hareket etmesine rağmen, muhafazakarlık durusunu ve bakisini değiştirmedi.Belki bürokratik iktidardan kurtulma anlamında belki önceki iki asırda yasadıkları kompleksleri ve acıları giderme adına ,bu proje bir çıkış yolu olmuştu. Bunların yanında cumhuriyet eliti kendini dönüştürmek yerine, içine kapandı. Muhafazakarlığın dönüşümüne inanmadı.AB projesi konusunda onlar kadar istekli görünmediler.
Kıbrıs meselesinde olduğu gibi bir çok meselede, günlük politikaları ülkenin genel politikalarının önünde gördüler. Liberallerle muhafazakarların aynı fotoğrafta görüntü vermelerine izin verdiler. Karşı çıkmanın veya kendini dönüştürmenin bir kaçış veya geriye dönme biçimi olduğunu düşündüler. Bütün bunların yanında sosyal ve ekonomik konularda siyaset geliştirmek yerine ,rejimin muhafızlığı gibi politik konulara ağırlık verdiler. Fakirleşmenin ve çağdaş dünyadan bu nedenlerle uzaklaşmanın, rejim konusundaki tartışmalardan daha önemli olduğu konusuna mesai ayırdılar. Güçlenen gerçek anlamda muhalefetsiz kalan muhafazakarlığın yozlaşan tartışılması gereken alanlarına girmediler. Ağır ve önemli meseleler yerine semboller üzerinden tartışmalar girdiler. Özgürlükler yerine baskılar ve yasaklar yanında yer aldılar. Zaman zaman militarist yapının yanında yer alarak veya militarist dil kullanarak, sivil anlayışın tartışılır olmasına, en önemli hukuk kurumlarına da baskı yaparak da hukukun politize edilmesine yol açtılar. Bütün bunlardan hareketle sonuçta denilmesi gereken sudur. Bütün kesimleriyle ülke insani çağdaşlaşmanın modernleşmenin yanında olmalıdır.Bunu gerçekleştirecek en önemli araçlardan biri olan AB projesinin gerçekleşmesi için toplumun bütün kesimleri tek yürek tek anlayış içinde hareket etmelidir. Bütün problemlerimizin temeli olan fakirlik problemi rejim içinde geleceğimiz içinde büyük bir tehdittir..
Farklı düşünce, tarz, sembol ve vasıtalar zenginliğimizdir. Ortak bir bakış açısıyla özgürlüklerimizin, çağdaşlaşma ve modernleşmemiz için şart olduğunu, bunun içinde üretkenliğimizin ve zenginliğimizin büyük önem taşıdığını görmeliyiz. Temel önceliklerimizin daha fazla vurgulanmasını, olumun ve öldürmenin kutsanmamasını, ölüleriyle gurur duymanın, az oldu veya az olduruldu gibi ilkel bir anlayış sürdürmenin, az gelişmişliğimizin bir sonucu olduğunu, barış için caba göstermenin empati yapabilme yeteneğiyle mümkün olabileceğini, bütün bunların çağdaş ve uygar toplumların öncelikli konuları olduğunu gözden uzak tutmamalıyız.