Türkiye’ye Adnan Menderes Zamanında “Marashall Yardımı” İle el Attık
Mesela Türkiye'yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı
savaşmıştır. 1950'lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes
gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu.Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında
devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını
geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki
ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç
istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve
bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı
İmparatorluğu'na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik
Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden
uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor,
fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için
ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki
yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu
işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma
arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir
MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John,
Vatikan'ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.
1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI
Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda
yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve
bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat
Amerika ve Avrupa'da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz
yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere
uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa
ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu
istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.
BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ
En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü.
Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol
ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi
göründüğümüz Kıbrıs Savaşı'ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde
halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu.
Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye
gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke
halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar
öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında
ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar
akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak
vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti.
Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları
önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi
kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi
olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti.
Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada
oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir
"kurtarıcı" sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen
kabullenecektir.
ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI
Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz
bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal'dı. Özal, tam da bizim
isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim
şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri
fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke
artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz
stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı
karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı.
Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen
hemen hepsinde uygulanan ve 80'li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün
ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi
zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan
ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek
faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.