Türkiye Solu’nun Geçmişi ile Hesaplaşılmalı
Sanırım yoğun bir debdebeden sonra ortalık sakinleşmeye, solun ve emekçilerin mağduru olduğu, iyi organize edilmiş 1 Mayıs 1977 katliamı ve politik tutumları nedeniyle bu katliamın gerçekleşmesine uygun zemin hazırlayan o dönem solcularının tutumlarını iki ayrı başlık altında tartışmak gerektiği daha anlaşılır hale gelmeye başladı. Keşke, bir birimizi bu kadar yorup yıpratmadan, doğrudan, 1980 öncesi “sol içi çatışmaların yarattığı tahribatı ve Türkiye Solu’na bu hastalığın nereden, nasıl bulaştığı” üzerine konuşmaya başlayabilseydik. Neyse olan oldu, bari bundan sonra daha soğukkanlı bir şekilde devam edelim.
Halil Berktay’ın TARAF gazetesinde yayınlanan ilk söyleşisinden sonra, ona cevaben yazdığım yazıda, “Eğer Halil Berktay, “1970’li yıllar sol içi tahammülsüzlüğün zirvede, demokrasi kültürünün yerlerde olduğu yıllardı. “Sol içi çatışmalar bir kez başlarsa, karşı güçlerin bu çatışmayı hangi noktalara götürebileceğinin en iyi örneği 1 Mayıs 1977 provokasyonudur” deseydi, buna itirazım olmazdı.” demiştim.
Aslında bu iki cümlede ifade edilen tahammülsüzlük ve çatışma ortamı beni yıllarca öyle derinden etkilemişti ki, bu tahammülsüzlüğün nelere mal olduğunu anlatabilmek için bir kitap yazdım. Şimdi bu özeti - politik bir dille-biraz daha açabilirim.
Hiçbir ideoloji dünyadan tamamen kopuk, tamamen yerel değildir. Ama sol ve sosyalist düşünce karakteri gereği enternasyonal olmak zorundadır. Yerel ideolojilerden etkilense bile, uluslar arası akımlardan daha yoğun etkilenir. Bizim coğrafyadaki sol hareketlerin şekillenmeleri de bundan bağımsız olmadı. Gerek örgütlenme ve mücadele biçimleri, gerek kendi dışındaki ve içindeki sol unsurlara karşı tutumları, onlara, olumlu ya da olumsuz anlamda, dünya sol hareketinden “bulaştı.”
Konumuz “olumsuz bulaşmalar” olduğundan, ben de bunların nereden, nasıl bulaştığı ve bunun etkileri üzerine yazacağım.
1980 öncesi Türkiye Solu’nun kendi örgütsel yapısı dışındaki sol örgüt ve kişilerle çatışmasının ana nedenlerini iki başlıkta toplamak mümkün.
1- Sosyal Faşizm
2- Hizipler Karşı Devrimcidir
(Bu iki başlığa, -bizim coğrafyada- “tekçi düşünceye” kaynaklık eden Kemalizm’i de eklemek gerek)
Sosyal Faşizm
1980 öncesi, Çin ve Arnavutluk yanlısı sosyalistler, Sovyetler Birliği yanlısı sosyalistleri “Sosyal Faşist”, onlar da diğerlerini, “Maocu Bozkurtlar” olarak ilan etti. Yani, farklı düşünen iki sosyalist kanat değil, “karşı devrimci” iki kanat vardı. Ve “karşı devrimcilerin” bir birleriyle çatışması da “olması gereken bir durumdu”
Sosyal Faşizm kavramının sol literatüre girişi oldukça uzun, kapsamlı bir yazıyı gerektirir. Ben bu yazımda kısa bir açıklamayla yetinmek durumundayım.
Ekim 1922’ de Mussolini faşizminin iktidar olmasının ardından Komintern içinde de faşizm tartışmaları hız kazanmıştı. Özellikle Radek, Bordiga ve Clara Zetkin, faşizmin küçük burjuva sınıf tabanına dikkat çeken ciddi tespitler yapmışlar, ancak Almanya Komünist Partisi’nin 1923 yenilgisinin ardından, faşizmi her türlü gericilikle aynı gören ve sosyal demokrasinin faşizmin bir kanadı olduğunu iddia eden düşünce Komintern’de ağırlık kazanmıştı.
Zinovyev, (22 Aralık 1923) “Almanya’da (…) faşistlerle –sosyal demokrat- Seeckt ve Ebert’in aynı olduğu görülüyor. Bunlar faşizmin farklı varyantlarıdırlar”
Stalin, (Ocak 9124) “Sosyal demokrasi faşizmin bir kanadıdır, faşizm ve sosyal demokrasi ikiz kardeştir” demişti.
Bu teoriden hareketle, Almanya Komünist Partisi (KPD) bunu daha ileri götürüp, Almanya Sosyal Demokrat Parti’sini “sosyal faşist” olarak görüp, onları faşistlerden de tehlikeli ilan etti. “Bugün Almanya’da komünist politikanın özü, Sosyal Demokrat Parti’ye karşı mücadelenin esas alınmasına dayanır” cümlesi KPD’ye aittir.
Yani kısaca, ikinci enternasyonalin en büyük partisi SPD reformist –ki hep reformistti- bir parti haline geldiğinde, “sosyalist maskeli, sosyal faşist bir parti”, milyonlarca taraftarı da “sosyal faşist” olmuştu. KPD’nin Komintern destekli bu politikası, faşizme karşı, milyonlarca işçinin temsilcisi SPD ile birlikte davranmasını engellemiş ve Hitler Faşizminin iktidara gelmesini kolaylaştırmıştır.
Bize “bulaşan” sosyal faşizm kavramının doğum yeri burasıdır.
Bu teori, Çin ve Arnavutluk yanlılarının, Sovyetler Birliği yanlılarını, Sovyetçilerin diğerlerini “-sosyal-faşist” ilan etmelerine kaynaklık etmiş, –bence-çeşitli provokasyon ve cinayetlere kapı aralamış, 12 Eylül’e giden yolu kolaylaştırmıştır.
“Hizip Karşı Devrimci Bir Örgütlenme-mi-dir”
Hizip, diğer adıyla fraksiyon, bir örgüt içinde, o örgütün bazı politikalarıyla anlaşamayanların oluşturduğu bir grubun tanımlanmasıdır. Siyaset bilimi ve tarihi hakkında ilgi ve bilgisi olan herkes siyaset tarihinin hizipler tarihiyle iç içe olduğunu bilir. Bir örgütlenme içinde farklı düşüncelerin olamayacağını düşünmek ve kabullenmek, insan doğasına, politik yaşamın gerçeklerine uymayan bir durumdur. Birinci ve İkinci enternasyonalin, 1920’lerin ortasına kadar tüm sol partilerin tarihi özellikle böyledir. Örneğin –yıllarca aynı parti içinde kalan Menşevikler ve Bolşevikler’den mürekkep- Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) tarihi “hizipler tarihidir”
1920’li yılların ortalarından itibaren Stalin’in SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) içinde yürütülen tartışmayı zor ve kanla bastırmaya başlamasından sonra, örgüt içinde farklı düşüncelerin ifadesi olan “hizip” karşı devrimci olarak ilan edilir. Herkes, partinin mutlak ve yanılmaz görüşüne biat etmek zorundadır. Tahmin edileceği üzere, bu mutlak ve yanılmaz görüş Stalin’de ifadesini bulmaktadır ve bu düşünceyle anlaşamayan herkes karşı devrimcidir. Bu “yeni” teorinin canına mal olan insan sayısını tam olarak bilmek mümkün değildir ve sosyalist akım önemli kadrolarını, gelişme dinamizmini kaybetmeye başlar.
Bu dalga 70’li yıllarda bizim kıyılara da vurmaya başlar. Düne kadar aynı örgüt içinde, aynı amaçlar için mücadele eden yoldaşlar ayrı düştüklerinde, dünkü yoldaşları tarafından karşı devrimci olarak yaftalanıp, katli vacip ilan edilirler. Artık her örgütün bir hizbi, her örgütün katli vacip karşı devrimcileri vardır. Çoğu zaman, bu hizipçiler “burjuvaziden daha tehlikelidirler” Bu teorik tespit, sadece “sosyal faşist” ya da “Maocu bozkurt” diyenleri değil, solun tümünü içine almıştır. Öyle bir ortam vardır ki, “solcu öldürmeyen sol örgüt” bulmak zordur.
Eğer, daha demokratik bir toplum ve daha demokratik bir örgütlenmeden vazgeçme lüksümüz yoksa, solun dünkü hallerinden, bugüne yansıyan teori ve politikası ile hesaplaşmadan vazgeçme lüksümüz de yok.