Türkiye-İsrail Geginliği -II
Türkiye-İsrail Geginliği -II- İsrail Türkiye'yi Vurmak Zorundadır
Türkiye ile İsrail arasındaki gerginlik BM’in ikiyüzlü, teslimiyetçi ve Yahudi halkına “hayat öpücüğü” olan son Mavi Marmara Raporu ile artarak devam etmektedir.
BM’in tarihinde buna benzer pek çok kara leke bulunmakla birlikte aslında “Batı” bu hayâsızlıklarını daha önceden de pek çok kez sergilemişti.
En yakın geçmişte Barak OBAMA hiçbir şey yapmadan Nobel Barış ödülü ile ödüllendirilmedi mi?
Yine yıllar önce Deir Yasin katliamının baş sorumlusu M. BEGİN’e Camp David anlaşmasından sonra Nobel Barış Ödülü verilmişti. Biz batının bu çirkefliğine alışkınız da, bunu dostlara anlatmakta zorlanıyoruz.
Peşinen belirtelim ki bizi bilen bilse de; asla bir dine, ırka, bölgeye, statüye vs düşmanlığımız söz konusu değildir.
Keza hiçbir şekilde savaş yanlısı da değiliz. Ama yazı okunduktan sonra bazı durumlarda ve iradeniz dışında gelişen olaylara da bigâne kalamayacağımızı fark edersiniz. Söyleyeceklerim, ithamlarım, yergilerim bütün Yahudileri değil, ama büyük bir kısmını kapsamaktadır. Çünkü Yahudilerin ezici çoğunluğu Ard-ı Mev’ud ve Tanrı Krallığı inancı gereği kendileri dışındaki herkesi “kötü ötekiler” olarak görür.
Az da olsa okuyucularımız arasında bilmeyenlere yardımcı olmak için öncelikle Ard-ı Mev’ud’un ne olduğunu çok kısa olarak izah edelim.
Yahudilerin kahir ekseriyetinin inancına göre;
Arz-ı Mev'ud, Allah'ın Hz İbrahim ve onun soyundan gelenlere vermeyi vaad ettiği toprakların adıdır. Ve "Ahde riayet etmeyen Arz-ı Mev'uddan mahrum kalacak ve lânetlenecektir " (Yeremya 11/3)
Tevrat'ta, Arz-ı Mev'ud yani 'va’d edilmiş toprak' düşüncesinin dayanağı: "Mısır ırmağından (Nil) Fırat ırmağına kadar uzanan bu toprakları torunlarına veriyorum...” ifadesidir.
“Dindar Yahudiler, Nil’den Fırat’a vaat edilmiş kutsal toprakları ‘Tanrı Yehova‘nın kutsal kitap Tora‘da kendilerine vaade ettiği bir hak olarak görüp bu toprakların fethini’ talep ederler ve bu uğurda her türlü yola başvururlar.”
İsrail eski Dışişleri Bakanı M. Dayan dünyaya şöyle seslenmişti; ‘Hiçbir Yahudi Arz’ı Mev’ud’dan (Tanrı’nın va’d ettiği topraklar) taviz veremez.’ Bu arada Hahamlık eğitimi alan Yigal AMİR, barış görüşmelerinde bulunarak Yahudiliğe ihanet ettiği gerekçesiyle başbakan İzak RABİN’i öldürdüğünü de unutmayalım.
Yani,
Yahudilerin kahir ekseriyetinin inancı bu. Ve bu inancın gereğinin yapılmasının zorunluluğu da ortadadır. Şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim;
Yukarıda bahsettiklerimiz dindar Yahudilerin inancıdır. Ancak dindar olmayan seküler, ateistler de Yahudiliğin bu boyutu ile ırkçı, milliyetçi “Siyonist” emellere daha kolay ulaşacaklarını düşündükleri için bu inanca destek vermektedirler.
Yani İsrail’in bu zalimliği Sayın başbakanın ifade ettiği gibi bir “şımarık oğlan”lık durumdan kaynaklı değil, dinlerinin en kutsal istek/emirlerinden biri için asırlarca yıldan beri verdikleri mücadeleden kaynaklanmaktadır. “Şımarık oğlan”lığı var elbette İsrail’in. Başka “oğlan”lıklarını kendileri itiraf etseler de, İsrail Devletinin “imanı” bu süreci gerektiriyor. Şu an yaşamakta olduğumuz gergin süreç yerini yine işbirliği ve güç birliğine bıraksa çok şaşıracağımı söyleyemem. Ama biz ileriki yıllarda hiçbir kriz istemesek de, asla gerginliğe yanaşmasak da yukarıda ifade ettiğim sebeplerden dolayı Türkiye İsrail ile telafisi imkânsız bir mücadele içine girmek zorunda kalacaktır. Zira İsrail’in amacını, hedefini, bu amaca-hedefe ulaşmak için başvuracağı yol ve yöntemlerini çok iyi bilmekteyiz. ama bu bildiklerimizi anlatamama gibi bir sorunla karşı karşıya bulunmaktayız.
İ. KARAGÜL’ün de dediği gibi;
“iki ülke arasındaki krizin sebebi sadece Gazze değil, sadece Mavi Marmara ve ONE MINUTE değil. İki ülke, bir süredir farklı hedeflere yelken açmış durumda ve bunlar olmasaydı bile ilişkiler gerilecekti. Bundan sonra yeni krizler çıkmasa bile eskiye dönüş hiçbir şekilde mümkün olmayacak anlamına da geliyor bu.” Ama ben Sayın KARAGÜL’den farklı olarak bu kriz olmasa da “ilişkilerin gerilmesi”ni daha derin sorunlarla izah etmeye çalışıyorum.
İddia ediyorum,
İsrail “imanından-inancında dolayı” Türkiye ile karşı karşıya gelmek zorundadır. İsrail’in iman ettiği ve bütün inanç ve değerlerinden daha üstün tuttuğu TANRI KRALLIĞI-ARD-I MEV’UD’unu kurma inancından dolayı şu an Türkiye’nin Güneydoğusu, bir kısım Akdeniz illerini de kapsayan bölgeyi elde etmek mecburiyetindedir. İmanı bunu emrediyor. Hatta imanında samimi olanlar için “Tanrı Krallığı” ve “ard-ı mev’ud/vaad edilmiş topraklar” Yahudilerin bir nevi “iman testi”dir.
Bugünkü İsrail halkı ve yöneticilerinin büyük bir kısmının iman ettiği, bu “emre!” uyulmaması halinde ise lanete uğrayacakları inanç budur.
“Bizim var olma hakkımızı, 4000 yıl önceden bizlere atalarımızın tanrısı verip tanıdı. Bu varoluş hakkımız nesilden nesile Yahudi kanı ile kutsallaştı. Hiçbir ulusun tarihinde, eşi görülmemiş bir bedel ödedik.” (Menahem BEGİN, İsrail eski başbakanı)
Yani,
Şimdiki gerilimi-krizi aşsak bile yakın gelecekte daha büyük bir kriz-gerginlik bizi bekliyor. Bu bizden kaynaklı olmayıp, ifade etmeye çalıştığım gibi İsrail/Yahudi’lerin ekseriyetinin inancından kaynaklanmaktadır.
İsrail ‘direkt Türkiye’yi hedef almayı göze almadığından dolayı’ önce diplomatik, stratejik ve askeri anlaşmalarla Türkiye’yi kuşatma altına almayı hedefliyor. Bunu anlamayacak, bilmeyecek bir Türk dış politikası olamaz. İşte yaşadığımız sorun “hükümet İsrail ile ilgili bildiklerinin” önlemini almakla alakalıdır. İsrail’in Rumlardan tutun Azerbaycan’a kadar, Balkan, Kafkasya ve Orta Avrupa’da pek çok ülke ile (bu ülkelerin bize komşuluklarına ve sıcak ilişkilerine dikkatinizi çekmek istiyorum) savunma, istihbarat, ekonomik, anlaşmaları boşuna değildi(r).
Anlayacağımız;
Mavi Marmara baskını İsrail’in Gazze ablukası, tehdit vs. gibi kaygılarından ziyade, Türkiye’ye ve anlaşmalarla yakınlık kurmak istediği ülkelere “Ey Türkiye, ben senden daha güçlüyüm, Ortadoğu’da ağabeylik falan taslama” diye yapıldı.
Bir de hatırlayın,
Yalçın KÜÇÜK;
“İsrail Türkiye’de İsrail’de olduğundan daha güçlüdür.” demişti.
Doğrusu da bu… İsrail İsrail’de olmadığı kadar Türkiye’de güçlüydü. Özellikle son 3 yılda hükümet Türkiye’deki, MOSSAD’ı ve İsrail lobisini dağıtmaya başlayınca –her zaman söylediğim gibi- İsrail bunu “savaş sebebi” saydı ve ONE MINUTE ile zirve yapan bir sürtüşme Mavi Marmara ile Türkiye içinde “savaş/ma sebebi/gerekçesini” hazırlamış oldu.
Ancak Türkiye “yerli işbirlikçilerle” mücadeleyi kazanmadan İsrail ile istediği kavgaya (yoksa savaşa mı demeliydim) girişemezdi. Ne de olsa İsrail ülkenin stratejik yerlerini ahtapot gibi sarmıştı.
Tekrar söylüyorum;
Sorun sadece Mavi Marmara baskınından ibaret değil, Mavi Marmara İsrail’in Türkiye’ye cevabıdır.
Hükümet İsrail’e “MOOSAD’ı ülkemizde bugünkü gücüyle, hatta bunun % 5’ine bile razı olamam, MOSSAD’ı istemiyoruz, kirli ilişkilerini bitirmek zorundayız” dediği için İsrail Mavi Marmara kanlı baskını ile Türkiye’ye;
“Ben bunun için savaşa varım” dedi.
Mavi Marmara ve özür dilememeyi hükümet çok iyi anlamış bulunuyor. Ve alınmakta olan tedbirler de ileriye dönük hazırlıklardır.
Son söz;
İsrail çark edecek ve normalleşme sürecine girilecek. Ancak yukarıda zikrettiğim korkunç gün mutlaka gelecek.