Türkiye-AB Ülkeleri Dernekler Mevzuatının Gelişimi (I)
Türkiye İle AB Ülkeleri Dernekler Mevzuatının Tarihi Gelişimi
Çoğumuzun yanıldığının aksine, Avrupa birliği müktesebatı ve ülkelerine oranla Türkiye dernekler mevzuatı ve uygulaması ile gelişimi; birikim ve tarihi süreç itibariyle Avrupa Birliği müktesebatı ve Ülkelerindekinden daha kapsamlı, ayrıntılı ve ileri düzeyde olduğu gözlemlenmiştir. Türkiye ile AB müktesebatı ve ülkeleri dernekler mevzuatının karşılaştırılmasında değerlerin birikimi, tarihsel derinliği ve gelişim farkı olduğu görülmüştür. Türk toplumu ve devleti dayandığı toplumsal ve kültürel mirası ve yapısı itibarı ile tarihi derinlikleri olan bir toplumdur. Bu bakımdan büyük farkını fark etmek için raporumuzda gelişim ve değerler farkı bahsedilmeye değer bulunmuştur. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Türk milletine ve devletine yersiz haksızlık edildiği raporun tam okunması sonunda anlaşılacağı düşünülmektedir.
2.1- AB Müktesebatı Ve Ülkelerinde Dernekler ve Mevzuatının Tarihsel Gelişimi; Avrupa geçmişi ve geleneğinde Türkiye gibi bir dernek ve sivil toplum ve mevzuatı gelişimine rastlanılamamıştır. Batı siyasal edebiyatında daha iyi bir toplumsal düzene ulaşmak için bireyin hak ve yükümlülüklerini düzenleyen siyasi kurumlar olarak sivil toplum ve devlet kavramları 18. yüzyılın ortalarına kadar aynı anlamda kullanılmıştır.[1]
Sivil toplumun tarihsel gelişimi dikkate alındığında sivil toplum kavramı Orta Çağda kültürel ve ekonomik anlamda burjuvazinin ortaya çıkması ve kentleşmenin bir sonucu olarak görülmektedir. Sivil toplum Batı’da insanların çıkarlarını devlet dışında elde etmek üzere, meşruluğu kabul edilen sınırlı örgütlenmeler biçiminde ortaya çıkmıştır.[2] Batı toplumunda yaşanan feodalite, kilise, kral-burjuvazi ilişkileri iktidarın müdahale alanı dışında bazı alanların varlığının kabulünü kolaylaştırmıştır.[3]
Avrupa’da tarih boyunca farklı şekillerde yorumlanan sivil toplum kavramı, Aydınlanma Çağı’na kadar belli bir hukuk düzenine tâbi bir tür siyasi örgüt olarak anlaşılmıştır. Lütfi Sunar’a göre sivil olanla, siyasal olanın ayrımının henüz yapılmadığı bu anlayışta, sivil toplum ve devlet neredeyse eş anlamlıdır ve iyi vatandaşlıkla yakından ilişkili ahlaki bir değerdir.[4] İdris Küçükömer, sivil toplumu Batı kültürel birikiminin ürünü olarak görürken, Şerif Mardin sivil toplumu “medenilik anlayışıyla Batı Avrupa toplumsal tarihinde önemli bir sosyal aşama, tarih felsefesi alanında bir tartışma alanı ve devleti protesto etme geleneği” şeklinde tanımlamaktadır.
Sivil toplum kavramı Batı’da Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan yeni toplumsal ve siyasi arayışların sonunda oluşmuştur. 17. yüzyıldan itibaren siyasi değerler üzerine yoğun tartışmalar ve arayışlar ortaya çıkmış, bunun bir uzantısı olarak sivil toplum kavramına ilişkin değişik anlamlar gelişmiştir. Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau, sivil toplum kavramını siyasi otoriteyi ortaya çıkaran kamusal alan anlamında kullanmıştır.[5] Sivil toplumu devletten sistemli olarak ayıran ilk düşünür Hegel’dir. Hegel sivil toplumun yaşamının ulus devletinkinden farklı olduğunu belirtmiştir. Hegel’e göre sivil toplum, devletçi siyasi toplumun ötesindeki alandır, ancak devlet bu alanı düzenlemeli, egemenlik altına almalıdır.[6]
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası kurum ve kuruluşlar, devletlerin mutlak otorite olduğu anlayışını aşındırarak sivil gelişmeleri desteklemeye başlamıştır. AB ve müktesebatı STK mevzuatının ve uygulamasının yerleşmesine ve hızlanmasına yeni ivme kazandırmıştır. Avrupa’da sivil toplumun ve STK’nın günümüzdeki öneminde ve canlanmasında, Sovyetler ve Doğu Avrupa’daki merkezi, bürokratik devlet yapılarının başarısız olması ve çökmesi ile küresel gelişme ve değişmeler önemli rol oynamıştır. Devletçi yapıların başarısızlığı ve çökmesi ile özel girişim ve sivil inisiyatifin hızlı, verimli ve etkin başarı sağlaması, bireyin ve sosyal aktivitelerinin önemini artırmış, çıkar temelli olmayan yeni tür sosyal hareketlerin ve sivil toplum kuruluşlarının oluşmasını sağlamıştır. Böylece aktif ve katılımcı bir sivil toplum anlayışı da öne çıkmıştır.[7]
2.2- Türkiye’de Dernekler Ve Mevzuatının Tarihsel gelişimi; Türkiye geçmişten günümüze intikal etmiş olan birçok değerli ve önemli tecrübe, birikim ve kuruma sahiptir. Türklerde, ferdi veya cemaatle yardımlaşma ve dayanışma ile ilgili inanç ve geleneklerin öteden beri var olduğu anlaşılmaktadır. Çok eski Hanif Türklerde bile, sivil dayanışma anlamında, Tanrı adına yoksullara yardım etme, çıplakları giydirme, açları doyurma inancına İslamiyet öncesi Hanif Türk geleneği kültür ve destanlarında da rastlanmaktadır. Tarihte bildiğimiz ilk cemiyet; Mekke’de Nübüvvetinden önce Hz.
Muhammed’in de kurucusu ve üyeleri arasında olduğu Hanif Müslümanlarca kurulan Hilf ül-Füdul-“Erdemliler Cemiyeti”dir. Hz. Muhammed de cemaat, cemiyet, vakıf ve dernekçiliği önermiştir. İslam Medeniyetinin (özellikle Alevi İslam anlayışında daha bariz olmak üzere) başta cemaat, cemiyet, cem evi ve vakıf olmak üzere, STK’ları teşviki ile Türk-İslam âleminde bu alanda mevzuat, canlılık ve çağdaş uygulama örnekleri pek çok bulunmaktadır.[8]
Cumhuriyet Öncesi yazılı olan ve olmayan geleneksel STK hukuku ve uygulaması bile; dünyaca ibret ve örnek alınacak düzeydedir. Selçuklularda başlayan Ahilik (ve Bacılık) ve fütüvvet birlik ve kurumları ile Alevi-Bektaşi cem evi ve dergahları, da dünya’da ilklere örnektir. Çağdaş cemiyetlerimiz, Osmanlıda mevzuatla tüzel kişilik de kazanmaya başlamış Cumhuriyetle de en gelişmiş tecrübeyle yaşanmış bulunmaktadır. Selçuklularda başlayan Ahilik (ve Bacılık) ve fütüvvet birlik ve kurumları ile Alevi-Bektaşi cem evi ve dergahları da dünya’da ilklere örnektir. Türk tarihinde ilk kez Selçuklularda 12. yüzyılda vakıfların mülkiyetindeki tarımsal alanların merkezi otoritenin kontrolünden kurtulması ile bir STK türü olan vakıf ortaya çıkmıştır.[9] Başlangıçta devleti temsilen ellerine aldıkları bu yetkiler, zamanla vakıfları yöneten İslami seçkinlerin devlet dışında bir unsur olarak güç kazanmalarını sağlamıştır. Vakıflar, Osmanlı İmparatorluğunda da korunarak gelişimini sürdürmüştür. Özellikle Avrupa ve Arap ülkelerinde kazanılan yerlerde sayısız vakıfların kurulması ile eğitim, sağlık, dini hizmetler ve benzeri konularda geniş kitlelere yönelik olanaklar sağlanmıştır.[10]
Anadolu’da Kütahya’daki tespit edilen sendikal faaliyet ve toplu iş sözleşmesi de Türk-İslam medeniyetinde tespit edilen dünyada ilk sendikal STK uygulamalarından bir başka türüdür.[11]
Osmanlı Devletinde, devlet - toplum ilişkisi üç dönemde incelenmektedir. Birinci dönem; 16. yüzyıl öncesini kapsamakta olup, ekonomik alanda ahilik, lonca gibi esnaf kuruluşları, kültürel alanda ise başta tarikatlar olmak üzere dini topluluklar önemli rol oynamışlardır. İkinci dönem ise 16. yüzyıl sonrasıdır. Bu dönemde merkezi otorite sivil toplumun gelişmesine engel teşkil etmiştir. Üçüncü dönem ise 19. yüzyıldır. Bu dönemde Osmanlı modernleşmesi başlamış, hukuk, idare, ekonomi ve eğitim alanlarındaki reformlarda sivil toplum alanında canlanma sağlamıştır.[12]
Osmanlı toplumunda sivil toplum potansiyeli taşıyan bazı unsurlardan da bahsedebiliriz: Birincisi, Osmanlının “ümmet-millet sistemi”ne dayalı bir toplumsal yapısının olması ve farklı milletlere sınırlı da olsa özerk bir alan tanımış olması sivil toplum görüntüsü çağrıştırabilir. İkinci sivil toplum unsuru olabilme özelliği taşıyan yapılanma ise “loncalar”dır. “Loncalar, bir taraftan İslami tasavvufi düşünceye, fütüvvet ilkelerine bağlı kalarak tekke ve zaviyelerde ki şeyh-mürit ilişkisine benzer işyerlerindeki usta-çırak ilişkisi oluşturulan ahilik teşkilatına dayanır. Zamanla şehirlerde merkezileşen ahilik-bacılık kurumları, esnaf birlikleri şekline dönüşerek loncalar şeklini almışlardır. Loncaların toplumsal işlevleri nedeniyle Osmanlı toplum yapısında bir sivil toplum unsuru olarak zikredilmesi son derece önemlidir. Üçüncüsü de kurumsallaşmış olan dini örgütlenmelerdir. Dini örgütlenmeler resmi düzeyde ve halk düzeyinde olmak üzere ikili bir yapılanma olarak görülür. Resmi kanat Şeyhülislamın temsil ettiği ulema grubu (Şeyhülislam, kadı, müderris vb.)dur. Dini örgütlenmelerin halk kanadında ise “tarikatların” olduğunu görüyoruz. İslam toplumlarının gerçek anlamda sivil dini örgütleri diyebileceğimiz tarikatlar en güçlü liderleri bile zaman zaman etkileyip yönlendirebildikleri halde[13], sürekli olarak devletin resmi bürokratik örgütlenmesi dışında kalmışlardır. Tarikatlar, Osmanlıda devlet ile toplum arasında, bugünkü şekliyle ve anlamıyla bulunmayan ikincil gruplardan (dernekler, baskı grupları, sendikalar vb.) doğan boşluğu doldurarak, devlet ile toplum arasında tampon görevi görmüş ve devlet ile toplum arasındaki iletişimi sağlayan kanallardan biri olmuştur.[14] Dördüncü sivil toplum örgütlenmesi ise vakıflardır. Kurumsal anlamda bir sivil toplum örgütlenmesi olarak tarihten tevarüs ettiğimiz vakıflar; dünyada henüz, “sosyal adalet”, “sosyal refah”, “dengeli gelir dağılımı” , “sosyal güvenlik” ve “sosyal hizmet” gibi kavramlar telaffuz edilmediği dönemlerde, Türk-İslam medeniyeti ve toplumlarında ve Osmanlıda devletin organizasyon şemasında yer almayan ama devletin ilgisi ve bilgisi dâhilinde bu kavramların içini doldurmaya yönelik sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bir faaliyet alanı ve örgütlü sivil dayanışma örneği olarak teşekkül etmişlerdir. Vakıflar diğer sivil toplum potansiyeli taşıyan unsurlara göre daha bağımsız olmalarının yanında diğer unsurlara destek olmaları açısından da ayrı bir öneme haizdirler.[15]
Tanzimat dönemi ve Tanzimat sonrası dönemde ise Osmanlı Devleti’nde modernleşme ve yenilikçi hareketlere rastlanmaktadır. Bu dönemde ortaya çıkan Sened-i İttifak, Gülhane Hatt-ı Hümayunu, Islahat Fermanı, I. ve II. Meşrutiyet gibi yenilikçi hareketler sivil toplumun gelişmesi adına yararlı olmuştur. Gerçekleştirilen hukuki reformlar, devletin varlık alanlarını daraltarak, sivil toplum inisiyatifini biraz daha genişletmiştir.[16]
Tanzimat, Türk Siyasal Tarihinde modernleşme yönünde bir tercihin açıkça belli olmasını temsil etmesi nedeni ile önem taşır. Osmanlı siyasal sisteminde Tanzimat'la birlikte ivme kazanan modernleşme girişimleri iki önemli gelişmesini de beraberinde getirmiştir. Bu gelişmelerden ilki: İdari ve askeri alanda girişilen reformlarla, zayıflayan merkezi otoritenin yeniden güçlendirilmesi yönündeki reformlardır. Böyle bir gelişme aynı zamanda sivil toplumu denetimi altına almayı kolaylaştırıcı rol oynar. İkincisi ise: Tanzimat Fermanı ile başlayan temel hak ve özgürlüklere, yazılı anayasal belgelerde yer verilmesi anlayışı, günümüzde Batı’dakine benzer sivil toplum öğelerinin tohumlarını da taşımaktadır. Çünkü çoğulcu toplumun belirleyici özelliği insan haklarının siyasal otorite karşısında belirli teminatlara kavuşması süreci Tanzimat fermanı ile birlikte başlamıştır.[17]
Osmanlı usulü medeni kanun olan Mecelle (1876), tüzel kişiliği açıkça tanımamakla birlikte bir araya gelmeye cemiyet oluşturmaya müsaade etmektedir. 1876 Anayasasında dernek kurma hakkından söz edilmemekle birlikte yasaklayıcı ve engelleyici bir hüküm bulunmamaktadır. Osmanlı Döneminde bugün anladığımız şekilde dernekler hukuku, 1908 tarihinde II. Meşrutiyetin ilanından sonra, 1909 tarihinde Cemiyetler Kanunu ile başlamıştır. Bu kanun 1901 tarihli Fransız Dernekler Kanunu model alınarak hazırlanmıştır.[18]
İlk sendikalar da 1909 da yürürlüğe giren dernekler yasası çerçevesinde kurulmuştur. Kooperatifçilik hareketi ise Osmanlı Devletinde 1860'larda zamanın Niş valisi Mithat Paşa'nın öncülüğünde, tabandan değil tavandan bir girişimle memleket sandıkları ile başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğunda ilk odalar 1879 yılında kurulmuştur. Bu kuruluşlara verilen temel işlev daha çok hükümete ve üyelerine danışmanlık yapma ile sınırlı tutulmuştur. 1910 yılında kabul edilen (Ticaret ve Sanayi Odaları Nizamnamesi) ile tüccar ve sanayiciler aynı çatı altında örgütlendirilmişlerdir. Osmanlı'da ilk zirai kuruluşlar 1876 ve 1881 yıllarında yapılan düzenlemeler sonucu ortaya çıkmıştır.[19]
Osmanlı’da, Kanun-i Esasi’nin ikinci kez uygulamaya konulmasından sonra toplumsal yaşamda pek çok değişiklik yaşanmıştır. Mecliste sivil toplumun gelişimi açısından önem taşıyan birçok yasa kabul edilmiştir. Bu yasalar arasında önemli olanları; toplantı, basın, grev ve dernekler yasalarıdır.[20]
[1] KENAE John; “Despotizm ve Demokrasi: Sivil Toplum ve Devlet, Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar”, (Çev: Levent Köker), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1993 s.35
[2] AZAKLI S.; “Devlet-Sivil Toplum ve Türkiye”, s.224
[3] YILMAZ Aytekin, “Çağdaş Siyasal Akımlar, Modern Demokraside Yeni Arayışlar”, Vadi Yayınları, 2. Basım, 2003 – Ankara s.325.
[4] SUNAR L.; Avrupalı Bir Kavram Olarak Sivil’in Oluşumu ve Avrupa Birliği’nin STK’larla İlişkileri, 2004, I. Ç. Onsekiz Mart Ünv., Ulusal Sivil Toplum K. Kongresi.
[5] ÇAHA Ö.; 1980 Sonrası Türkiye’sinde Sivil Toplum Arayışları, s.28
[6] BOSTANCI N.; “Devlet ve Sivil Toplum”, s.181
[7] YILMAZ, a.g.e., s.320; UÇAR B., “Sivil Ve Özel Girişimin Türk Dünyası Güncel Sorunlarının Çözümüne Katkısı”
[8] AKGÜNDÜZ A. -CİN H., “Türk Hukuk Tarihi”, Selçuk Ünv. Y., Konya, 1989.; UÇAR B., “Sivil Ve Özel Girişimin Türk Dünyası Güncel Sorunlarının Çözümüne Katkısı”, 6. UA Türk Dünyası Kongresi kitabı, Celalabat, 2008, s.: 249.
[9] AKGÜNDÜZ A., “Mukayeseli İslam ve Osmanlı Hukuku Kulliyatı”; İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakfı Müessesesi, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Y. İstanbul; UÇAR B., (ANAP Hükümetlerinde) Çağ Atlarken, Mastar Tezi, ZY Güven Zülfikar Yayıncılık, Ankara,1998.
[10] Türkiye Genç İşadamları D., “2000'li Yıllara Doğru Türkiye'nin Önde Gelen Sorunlarına Yaklaşımlar, Sivil Toplum Örgütleri" İstanbul Simge O.M., 1997, s.40
[11] AKGÜNDÜZ A. -CİN H., a.g.e.; UÇAR B., (ANAP Hükümetlerinde) Çağ Atlarken, Mastar Tezi, ZY Güven Zülfikar Yayıncılık, Ankara,1998 s.55; Hak-İş Dergisi S.15, 1991; Öz Gıda-İş 6.olağan Genel Kurul Çalışma Rp. Aralık 1989, s. 30.
[12] ÇEPEL Z., AB Sivil Toplum Diyalogu ve Türkiye:Demokratikleşme Bağlamında Sorunlar ve Beklentiler, http://www.sivilgazete.org/2007.08.09/ab-sivil-toplum-diyalogu-ve-turkiye-demokratiklesme-baglaminda-sorunlar-ve-beklentiler/, Erişim: 18.11.2009
[13] Emir sultan, Akşemsettin, A. M. Hüdai ve tarikatları onlarca padişahı ve devlet adamını ardınca yürütmesi sivil toplumun Osmanlıdaki ve Türk-İslam tarihindeki yerini anlatmaya en iyi örnektir.
[14] SOYKUT R., “Orta Yaş Ahilik”, Ankara 1971, s.: 87.; Hak-İş Dergisi S.15, 1991; Öz Gıda-İş 6.olağan Genel Kurul Çalışma Rp. Aralık 1989, s. 29-30.; Hak-İş 6. olağan Genel Kurul Faal. Rp. 1989, S.486.
[15] ABAY A., Sivil Toplum ve Demokrasi Bağlamında Sivil Dayanışma ve Sivil Toplum Örgütleri, http://iibf.ogu.edu.tr/kongre/bildiriler/06-04.pdf, 06.11.2009; AKGÜNDÜZ A., “Mukayeseli İslam ve Osmanlı Hukuku Kulliyatı”; İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakfı Müessesesi, Osmanlı Arş. Vakfı Y. İstanbul
[16] USTA S., “Avrupa Birliği'ne Giriş Sürecinde Sivil Toplum Kuruluşları: Sivil Toplum, Demokrasi ve Güven”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, s.53, Konya 2006.
[17] DOĞAN İ., Tanzimat Sonrası Osmanlı Devlet Yönetiminde Toplumsal Örgütlenmeye Bakış http://www.akader.info/KHUKA/2001_eylul/ tanzimat_sonrasi.htm, s.1-4
[18] ÖZSUNAY E., Türkiye'de Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumu-XIV, AB Uyum Süreci ve STK'lar, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, 2003, s. 12
[19] GÖNEL A., Araştırma Raporu, Önde Gelen STK'lar, İstanbul:Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Ocak,1998, s. 6
[20] USTA , a.g.e., s.54 ,