Türkiye’deki Misyonerlik Faaliyetleri ve Robert Kolej
Bu köşede yazdığım yazı sayısı henüz on tane bile olmamışken, ülke gündemi yeni bir seçime endekslenmişken ben bugün bu köşemde yine bir ayrık otluğu yapacağım ve uzunca yıldır dünyanın bizde dahil olmak üzere bazı ülkeleri üzerine oynanan bir realiteye dikkatinizi çekmek istiyorum.
Konumuz misyonerlik faaliyetleri ve bize etkileri olacak. Ben görüşlerimi çok detaylı belirtmeyeceğim ve okuduğum bir kitaptan bir alıntı yaparak okuyucunun engin zihnine sunmayı tercih ediyorum.
Kulaklarımızın ve gözlerimizin aşina olduğu bir söz vardır:
Bir ülkeyi çökertmenin en güzel yolu silahsız çökertmedir. Afrikalının dediği gibi;
-Hristiyan Misyonerler geldiğinde bize İncil verdiler, topraklarımız vardı, gözümüzü kapadık, açtığımızda topraklarımız gitmiş kucağımızda İNCİL kalmıştı...
Hareket noktamız bu cümle olarak şimdi Türkçe’ye çevirisini Arzu TAŞCAN ve Dr. Mustafa HİZMETLİ ’nin yaptığı Cyrus HAMLIN’in TÜRKLER ARASINDA (Tarih Bilincinde Buluşanlar Derneği tarafından yayınlanmıştır) isminde kitaplaştırılmış hatıratından bir alıntı yaparak konumuzu aktaralım.
*******
Bugün dahi Batı hayranı saftiriklerimiz bu tür okullarda sadece Batı standartlarında pozitif ilim yapıldığına inanırlar ve ne derseniz deyin, gözlerinin içine ne sokarsanız sokun, bu dogmatik imanlarından vazgeçmezler. Nitekim bizim bu saftiriklerimizin babalarıyla da George Washburn dalga geçmeyi de ihmal etmez. Der ki Washburn; çocuğunun elinden tutarak okulumuza getiren Türk veliler 'oğlumu buraya İngiliz terbiyesiyle büyümesi için yolluyorum' derlerdi... Washburn, buradaki 'İngiliz Terbiyesi' tabirini yanlış anlayacak odun kafalıları düşünerek şöyle der: 'Burada İngiliz terbiyesinden kasıt, Protestanlıktır!' Kısaca, kolejin tek hedefi vardı. Buraya gelen çocuğu, Mesih'in sürüsüne katmak! Gerisi teferruattı ve tüm eğitim bu noktaya hizmet etmek üzere kurgulanmıştı. Bunun en bariz kanıtı, Haluk'tur. Tevfik Fikret üzerine yüzlerce çalışma yapan Türk akademisyenleri, Haluk'un tahsil için Amerika'ya gittiğini ve sonra orada din değiştirerek papaz olduğunu yazar-çizerler. Ama hiç kimse nasıl, neden, nerede, ne zaman Hristiyan olduğunu yazmaz, çünkü araştırma zahmetine katlanmadıkları gibi, bu işin Amerika'da gerçekleştiğine inanırlar. Haluk, işte bu Robert Kolej'in kurbanıdır. Fikret oradaki Türkçe bölümünün başkanıydı, çocuğu kendi görev yaptığı kurumda elinden kaydı, gitti... Fikret, bunu fark etmedi bile. İslama olan öfkesi ve düşmanlığı kalbini kararttığı gibi, gözlerini de kör etmişti... Haluk, Amerika'ya Mesih'in sürüsüne rahat hizmet etmek için gönderildi, zavallı Fikret de Batı'dan fen ve bilim getirecek masalı ile uyutuldu...
Kolejin siyasi tarihimiz açısından önemi ise, Bulgaristan'ın bizden koparak bağımsız bir devlet olarak teşekkül etmesindeki fonksiyoner rolüdür. American Board'ın misyonerlerinin tamamı Bulgarlar üzerinde faaliyet gösterirken devamlı surette Bulgarlarda milliyetçilik duygularının zayıfladığından, hatta hiç olmadığından, Bulgarların kendilerini Osmanlı diye tanımladıklarından şikayet ederler. Nitekim Kitab-ı Mukaddes'i ilk Bulgarca'ya çevirenler de bu Amerikalı misyonerler arasından çıkmıştır. Bulgar çocuklarını Robert Kolej'e kaydettiren, onlarla özel olarak ilgilenen, adeta kendisini Bulgar gençlerine adayan bu meşhur misyoner Albert Long'dur. Bulgar öğrenciler koleje öylesine damgalarını vurmuşlardır ki, İstanbul'un müslim, gayri müslim halkı arasında okulun adı 'Bulgar Koleji' olarak anılmaya başlanmıştır. Kolejdeki diğer milletlere mensup öğrenci sayısının toplamı, çoğunlukla Bulgar öğrencilerinden az olurdu. Örneğin 1871 yılında Kolejden mezun olan öğrencilerin tümü Bulgardı.
Buradan yetişen öğrenciler, Bulgaristan milli şuurunu yaydılar ve bağımsız bir devlet fikrini halklarına kabul ettirdiler. Washburn bunun gururla şu kelimelerle ifade eder. *Bu kolej, Balkan yarımadasında bağımsız bir devlet kurulmasını sağladı. Bundan dolayı da Avrupa'da iyi tanınıyordu. 50 yıl önce Bulgarlar, Amerika ve Batı Avrupada unutulmuş bir ırktı...Bizim onlar için yaptığımız en önemli şey, bağımsız bir devletin yönetimi hakkında çok az şey bilen Bulgarların sayısının az olduğu bir devirde onları, yarının liderleri olacak genç adamlar olarak eğitmemizdi'... Böylece yeni devletin kurulmasında önemli katkımızın olduğu gerçeği tüm dünyanın ve Koleje karşı sorumluluklarını hiçbir zaman unutmayan Bulgarların bildiği bir gerçek oldu.*
Robert Kolejin bu fonksiyoner hizmetlerini Bulgar yöneticileri ve tarihçileri hep şükranla yadederler. Nitekim Bulgaristan henüz bizden ayrılmadan, 1895 yılında Bulgar Prensi Ferdinand İstanbul'a gelir ve Robert Kolej'i ziyaret eder. Burada yaptığı şükran konuşmasında şu çarpıcı tespitte bulunur. ' Robert Kolej, Bulgar devlet idarecisi fidanlığıdır. Bunun hep böyle olmasını temenni ederim!'
*****
Cyrus Hamlin (d. 1811, Waterford, Maine, ABD) - (ö. 1900, Lexington, Massachusetts, ABD), ABD'li misyoner ve eğitimci.
1834 yılında Bowdoin College'den mezun oldu. 1837 yılında ise Bangor Theological Seminary eğitimini tamamladı.1838 yılında American Board isimli kuruluş adına misyoner olarak ABD'den ayrıldı. Ocak 1839 yılında Osmanlı İmparatorluğu'na geldi. 1860 yılında Robert Kolej'in kurulması çalışmalarına başladı. 1876 yılına kadar okulun başkanı olarak hizmet verdi. Sonra ABD'ye dönüp, Bangor Theological Seminary okulunda dogmatik teoloji konusunda profesör olarak hizmet vermeye başladı. 1880 yılında Vermont'ta bulunan Middlebury College'in rektörü oldu. Bu görevi 1885 yılına kadar sürdü. Rektörlüğü döneminde 1883 yılında okula ilk defa kız öğrenci kabul edilmeye başlandı. İsmi, Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüs'te bir binaya verilmiştir.
*****
Bu ülkenin bazı vatandaşları şimdi benim bu dediklerimi inanç hak ve özgürlüklerine vurulan bir balta olarak telakki edeceklerdir. Evet inanç hakkı ve özgürlüğü herkes için vardır ve herkese eşittir. Bunda bir beis yoktur. Sıkıntı, sunduğunuz inancın aslında sömürgen düzeninizin yolunu açmak için kullandığınız bir kalkan olmasıdır.
Bunları görmezden gelerek, çok çaplı ve çok eksenli bir misyonerlik faaliyetini basit bir şekilde, “ne varki adam inancını anlatıyor” tarzı söylemleri özgürlük adı altında servis edenler ya neye hizmet ettiklerini bilmiyorlar, yada özgürlük nedir onu bilmiyorlar.
Ve bu basit tarzdaki söylem aslında doğduğunuz vatana ihanetin göstergeleridir herşeyden önce.
Bana kalsa ben bayrak, sınır, toprak vs hepsini zaten elimin tersiyle reddediyorum. Dünya insanlarındır ve herkesin üzerinde eşit hakkı vardır diyenlerdenim.
Ama realite bu yönde olmadığından dolayı hayal dünyasında yaşamaktansa gerçeklerden yola çıkarak ne olduğunu, olmaya çalıştığını ve insanlara ne tuzaklarla, neler yapılmak istendiğini anlamaya çalışıyorum.
Malatyada bir tane gayri müslim vatandaşın proveke edici öldürülme eylemini Malatya katliamı! olarak sunmaları, yanlı birtakım medyanın ve kişilerin şişik egoları ve yenilmiş, ezik zihniyetlerini dile getirmelerinden başka birşey değildir. Bu düşünce resmen bu toprağın ineğinin sütü ile beslenip, sütün bedelini ineğin sahibine değilde başkasına ödemekten öte bir duruş hiç değildir.
Silkinin ve kendinize gelin. İnsan neye taparsa tapsın, bu haktır ve özgürlüktür.
Ama isimlendirilmiş bir inanca olan öfkeniz başka bir inanca özgürlük sunuyorsa şapkalarınızı önünüze koyup düşünmeniz gerekenler siz öfke sahiplerisinizdir diye düşünüyorum.
Bir hanedanlığa Güneş Batmayan İmparatorluk mahlası atraksiyon olsun diye verilmemiştir .
Geçen TV de bir adam diyordu ki: Özellikle Türkiye için dedi bunu.
"Cumhuriyetin başarısını halkın refah seviyesine bağlarız ve bunun tek göstergesi budur.
Dolayısı ile TC başarısız olmuştur, önce bunu kabullenelim."
Bence doğru bir söylemdi bu. Mesela elimdeki kitapta Robert Kolejininin kuruluş aşaması ve o günün Osmanlısı. Akabinde Cumhuriyet ve bugüne gelinen süreç. Adına Cumhuriyet denince olmuyor bazı şeyler ne yazıkki.
Bakın size kısaca bir örnek vereyim.
Biz Amerika topraklarında çıkan bir madenden/petrolden kendi ülkemiz/insanımız adına pay alıyor muyuz?
Hayır.
Ama batı doğu için diyorki, özelde Afrika kıtası için. Oradaki başta altın madenleri olmak üzere her madende insanın hakkı var. Bunları çıkarıp ekonomiye sürersen haksız rekabet yapmış olursun. Bu nedenle ben senin iç huzurunu bozacağım, sen sürekli kendi insanınla savaşacaksın ve bende sana bozduğum özgürlüğü sözde demokrasi adı altında götürmek üzere ülkene geleceğim. E tabi bu yardımımın! bir bedeli olacaktır. Bilin bakalım o bedel ne?
Şunu çok rahat söyleyebilirim.
Bir müslümanı kolay kolay başka bir inanca yöneltmek zor, lakin olmuyor değil. Ama sınırlı sayıda.
Madem öyle ise en güzeli dinlerini dejenere etmek, soylarını asimile ederek bize ait köleler haline getirmek fikri baskın bunlarda. Kölelikten kasıt zincire vurulmuş gibi değil, daha beter zindanlara tıkılarak. Ve tabiki bunları modernizm ve çağdaşlık adı altında yapmak durumundalar. Bir ülkenin resmi istatistik kurumu o ülkedeki açlık sınırını ortalama 800-900 lira olarak belirleyip ve o ülkenin asgari ücreti’de 500-600 lira civarında olursa o ülkede kölelik hala mevcuttur demek şarttır.
Hayatı biraz tersten okumayı denersek, ne demek istediğimi anlayacaksınız diye umuyorum. Ve cidden anlayacağınızdan da eminim.
Benim ne İncil ile, ne de İncil inanırları ile bir sorunum yok. Benim sorunum dinler kullanılarak insanın aldatılması ve sömürülmesi.
Kısaca demem şudur ki: Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz. Bizim cetvelimiz (insanın kendi eli ile var ettiği dünya düzeni) çok eğri. Cetveli atmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Ama biz hala bu cetvelle çizgi çiziyoruz. Özgürlük-eşitlik-hak-adalet-modernlik-çağdaşlık kavramlarının içine ederek hemde!!!
Öznesi insan olan herkese mahsus selam ederim.