Türk, Türkleşmek…
Fransız devriminden sonra milliyetçilik ve buna bağlı olarak milletleşme süreci başladığında, Elbette Osmanlı Devleti içerisinde de bu akımlar itibar görecekti.Çeşitli etnik gruplar dünyada baş gösteren bu akımlardan etkilenerek gizli-açık, özellikle demokratikleşme talebi gerekçe gösterilerek bağımsızlık mücadelesine girişmişlerdir. Bunun karşısında da Türkler de kendi milletleşme sürecini başlatmışlardır. Neticede bildiğimiz gibi Lozan anlaşmasından sonra mübadele neticesinde Müslümanlar Anadolu’ya, gayri Müslimler ise Balkanlara göçe zorlanmışlardır. Yani Anadolu’nun Türkleştirme, Müslümanlaştırma süreci başlatılmış oldu.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar zaman-zaman Anadolu’ya Balkanlardan, Kafkaslardan ve Orta Doğu’dan göçler devam etmiş, Anadolu sığınılan, kendini emniyette hissedilen bir vatan haline gelmiştir.
Seksen küsur yıllık zaman dilimi içerisinde rejim geçmişi yani Osmanlı’yı tamamen inkâr etmiş, kendince ideoloji benimsemiş ve buna uygun insan tipi yaratmaya çalışmıştır. Ancak şunu hiç aklından geçirmemiştir,”bu insanlar Anadolu’ya neden göç ettiler?”
Gerek yüzyıllarca Anadolu’da yaşayan, gerekse Anadolu’ya göç eden bu etnik gruplar küçük gruplar halinde ve dağınık yaşadıkları için özelde geleneklerini yaşamışlar fakat sistemden kimlik talebinden bulunmamışlardır. Ayrıca hiçbir etnik grup diğerini hor görmemiş, onunla kapışmamıştır. Bir ikinci soru daha soralım, “neden kapışmamışlardır?”
Bu iki sorunun cevabı nettir “çünkü imparatorluk kültürü ile yoğrulmuşlardı ve hiçbir etnik grup diğerinin efendisi değildi.”
Lakin cumhuriyetin kuruluşundan sonra gerek devletin adının Türk olması, gerekse ideolojik olarak Türk kimliğinin dikte ettirilmesi özellikle Türklerden sonra en büyük etnik grup olan Kürtler arasında hoşnutsuzluk yaratmış/yaratılmıştır.
Bu dini inanış olarak Sünnilerden ayrı olan Aleviler arasında da hoşnutsuzluk yaratmıştır. Zira her ne kadar sistem Sünnilere göz açtırmıyor gözükse de devlet gizli mezhebi (kendine mahsus) Sünni mezhebi olmuştur. Yukarıda da dediğimiz gibi (birtakım kışkırtmalar olsa bile) halk nazarında ayırımcılık güdülmemiştir.
Bu neden böyle olmuştur sorusunun cevabı tekrar edelim Selçukludan itibaren oluşan imparatorluk kültürüdür.
Şimdi seksen yılın yanlışlarının ceremesi çekilmek üzeredir. Zira içeride etnik grupların “ben” duygusunu törpülemek için “Türkçülük, Türk Devleti” yeniden tanımlanmaya çalışılmaktadır.
Elbette bunda Osmanlı Devletinin-zamanın Rus Çarlığı, Fransa ve İngiliz Krallığı gibi- adının yarı milli olmamasının da etkisi vardır.
Lakin her ne olursa olsun, kışkırtma da olsa Kürtlerin bile kabullenebileceği, tebaası olmakla gurur duyacağı Türk adı bu denli tartışılır olmaması gerekirdi.
Türk adı neden tartışılıyor? Yukarıda ipuçlarını verdiğimiz Türk Milliyetçiliği, Türk Devleti gibi kavramlarda bolca kullanılarak “Türk” kelimesinin bu denli tartışılmasının nedeni siyasi olarak algılanmasıdır. Ve Türklerin bu coğrafyada sadece siyasi birliği, asayişi sağlayan kavim olarak görülmesidir.
Türk kelimesi hiçbir zaman bir kültürün, bir medeniyetin karşılığı olarak gösterilmemiş/akıllara getirilmemiştir. Dolayısıyla şimdi yeni bir anlayışa soyunan devlet ne yapacağını şaşırmıştır. Türk dediği zaman ırkçılıya takılmış, Müslüman dediği zaman ise irtica akla gelmektedir.
Hâlbuki bu milletin kültüründe etnik kimlikleri ve mezhepleri de aşan hem milli hem de dini unsurlar mevcuttur. Bunun adı ne yazık ki vaktiyle cumhuriyetin sırf kendi iktidarını tescil ettirmek için reddettiği Osmanlılıktı.
Açıkçası bu da yanlıştı. Osmanlılığın kültürel edebiyatta bir kıymeti yoktur. Ancak siyasi alanda bir kıymet ifade eder ki bunun kültür coğrafyasında yeri yoktur. Ve etnik gruplarının aidiyet duygusu içerisinde olabilecekleri üst kimlik oluşturmada kifayetsizdir ve mümkün de değildir.
Yani yanlışlık Osmanlıdan beri gelmektedir. Eğer bu coğrafyada barış ve huzur isteniyorsa bunun için ortak kültürün yeşertilmesi gerekir ki bunun adı hiç kimsenin adını koymaya gerek görmediği ama zımnen kabul etmekten onur duyduğu Türk Kültürüdür.