Türk Mizahının Köşe Taşı: Nasrettin Hoca
Gülmek ve ağlamak insanların yaşadığı iki zıt duygudur. Halk arasında gülmekle ağlamanın kardeş olduğu söylenir. Gerçekten de zaman gelir, iç içe yaşarız bu iki duyguyu. Gözyaşları bazen elemden, bazen de sevinçten boşalır gelir. Onun için her zaman kötü değildir ağlamak!... Gülmek de aşırıya kaçınca kalbi karartır. Resulullah Efendimizin, hayatı boyunca bir kez bile kahkaha atarak gülmediği rivayet olunur. En güzeli tebessüm etmektir.
Ölçülü olmak şartıyla gülmek, insanı rahatlatır. İnsanı neşelendirmek ve eğlendirmek için mizah sanatı geliştirilmiştir. Fakat günümüzde mizah adına öyle edepsizlikler yapılıyor ki insanın gülmekten çok, ağlayası geliyor. Oysa lâtifenin lâtif olması gerekir. Karikatürler, fıkralar ve mizahın her türü, insanları somurtkanlıktan kurtarmak içindir. Bunu yaparken terbiyeyi rafa kaldırmamak gerekir. Mizahı bir an evvel müstehcenlikten kurtarmalıyız.
Türk mizahının gelmiş geçmiş abide isimlerinin başında Nasreddin Hoca vardır şüphesiz. Onun hayatı hakkındaki bilgilerimizin çoğu rivayetlerden ibarettir. Yani onun hayatına dair elimizde hiçbir yazılı belge yoktur. Biz Türklerin en büyük hatalarından birisi de kayıt tutmamak, yazılı belgelere gereken kıymeti vermemektir. Onun içindir ki yüzlerce büyük şahsiyetin hayatı kesin olarak bilinmemekte, hep ihtimal ve rivayetlere dayanmaktadır.
Hoca Nasreddin’den bize kalan miras, onun dünyaya nam salmış birbirinden güzel ve seviyeli fıkralarıdır. Bunlardan yola çıkarak Hoca’nın hayatı hakkında ipuçları elde edebiliyoruz. Burada da karşımıza şu problem çıkıyor: Acaba ona ait olduğu söylenen fıkraların yüzde kaçı gerçekten onundur. Bu hususta iddialı konuşmak pek mümkün değildir. Fakat yine de bir kısım kıstasları göz önünde bulundurarak somut gerçeklere varabiliriz.
Nasreddin Hoca’nın fıkralarında bayağı müstehcenlik bulunmaz. O, mukaddes değerlere son derece saygılıdır. Fakirlerle alay etmez. Daima düşkünlerin ve zavallıların yanındadır. Küfürden nefret eder. Ahlâksızlığa asla prim vermez. Türk-İslâm ahlâkıyla mücehhezdir. Daima iyilik ve merhamet temalarını işler. Duygu sömürüsü yapmaz. Bu ve bunun gibi ölçüleri dikkate alarak hangi fıkranın Hoca’ya, hangisinin başkalarına ait olduğunu çıkarabiliriz. Hoca’nın ahlakı Türk milletinin en güzel şahsiyet modeli olarak karşımıza çıkar.
O, büyük bir halk filozofudur. Belki sistemli ve düzenli bir eğitim görmemiştir ama kendini iyi yetiştirmiştir. Ufku çok geniştir. Daima hayattan edindiği tecrübelerle hareket etmiştir. Tabir caizse hayat mektebini bitirmiştir. Fıkraları alelâde komikliklerden ibaret değildir. Güldürürken düşündürmeyi amaç edinmiştir. Onun lâtifelerinin her biri ibret ve hikmetlerle doludur. Fıkraları sözlü gelenekle günümüze aktarıldığı için bir kısım değişikliklere uğramıştır. En kötüsü de ona ait olmayan pek çok fıkra, ona mal edilmiştir. Türk Milleti’nin ince zekâsının tüm hususiyetlerini onun fıkralarında açıkça görebiliriz.
Hoca iyi bir dini terbiye almıştır. Onun evliyadan biri olduğu da söylenir. Kâmil bir Müslümandır O… İslâm’ın vakarı, hayatının her dönemine yansımıştır. Onun fıkralarının ana fikir cümleleri atasözü hâline gelerek, halk tarafından benimsenmiştir. Bunlar arasında şu güzel örneklere rastlıyoruz: “Parayı veren düdüğü çalar”… “Damdan düşenin hâlinden damdan düşenler anlar”, “Yiğidin malı gözü önünde gerek”, “Dostlar alış verişte görsün” vb.
Nasreddin Hoca şüphesiz ki 13. yüzyılın bilge mizahçısıdır. Onun fıkraları asırları aşarak günümüze kadar ulaşmıştır. 1207’de doğan Hoca, şimdi 800 yaşında… O şimdi 800. doğum yıldönümünü kutluyor ötelerde. Kim bilir orada da gülüyor ve güldürüyor mudur?
Bugün Nasreddin Hoca tüm dünya için evrensel bir değerdir. Hoca’nın fıkraları, dünyanın dört bir köşesinde sevilerek okunmakta ve dinlenmektedir. Fakat dünya milletleri onun Türklüğünü daima gözardı etmektedir. Geçen zaman içerisinde, Türkiye olarak, Hoca’nın şöhretinden hakkıyla yararlandığımız söylenemez. Özetle şunu söyleyebiliriz; her zaman olduğu gibi kültürel alanda kaymağı ecnebiler yerken, bizler seyrediyoruz. Hoca’yı bir Türk mizahçısı olarak dünya kültür ve mizah pazarına çıkarmanın zamanı gelmedi mi hâlâ?...