Türk Devlet Geleneği ve…
Genelde “Evrensel Hukuk” olarak tanımlanan, fakat gerçekte İslâm’ın yaşam biçimi ve doğrusal hayattan başka bir şey olmayan; Olağan, doğal, norm/normal kaide ve kuralların yazılı şekline kanun diyoruz. Kanunların dünya boyutunda, mutlaka özgür, hür ve örgütlü toplumlar tarafından hazırlanmış olanına da Anayasa!.. İnsani boyut ve medeni hukuk bağlamında kural: “kanunlar anayasa’ya, anayasalar da insan’a aykırı olamaz” hükmü esastır. Bunu “insan” olanlar bilir. Olmayan(hayvan)ların zaten bir hukuk, ahlâk, adalet ve bilim boyutu yoktur.
Sonuçta: Kanunlar orijinal, objektif ve evrensel olmak zorundadır.
Durumdan vazife çıkartılarak (kişiye özel) kanun yapılamaz.
Kanunların mutlaka: Örf, adet, gelenek ve din temelinde oluşturulması şarttır.
Bu nedenle kanun koymak, kanunları korumak ve yaşatmak bizatihi ve doğrudan milletin hakkı ve millet memurları ile vekillerinin ödevidir. Aksi taktide, Herbert Hoover’in dediği gibi: “Kanunların tek koruyucusu, ‘oy çokluğuyla seçilmiş’ hükümetlerse, hukukun sonu gelmiş demektir!!!....”
Cumhuriyet (milli devlet) olmanın temel şartı budur.
[Bu nedenle, 27 Mayıs 1960’da Atatürk’ün (1924-28) Anayasası çöpe atılmış; Son Türk İnkılâbı, Atatürk ilke, eser, emanet, vasiyet ve hizmetlerine “RED” anlamında 1961 paçavrası yapılmış olup; Bu vesileyle Milli Devlet, Demokrasi, Adalet, Hukuk ve Cumhuriyet kesintiye uğratılmıştır. Bu olmazsa olmaz değerlerden büyük bölümü hâlâ devlete avdet etmedi.]
Aksi takdirde bazı melânetten mazarrat kendini enâniyet aynasında temaşa gafletine düşmüş, şeamet erbabınca yürütülen (güya yönetilen) adının sonunda Cumhuriyet yazılı tertip ve teşekküllere “cumhuriyet” denilemez. Bunların zavallı halkı gasp-tasallut altındadır, zulme maruzdur ve kurtarılmaya muhtaçtır. Daha açık bir deyişle, mezkür halkı idare edenler meşru olmamakla; Adaletle idare etmeyenlere karşı, her türlü direniş caiz, meşru ve mubahtır.
Sonuçta ‘DEVLET” olmak zor iştir.
Dolayısıyla dünyada devlet olmayı ve yönetmeyi en iyi bilen de Türk’lerdir.
Türk devlet geleneğinin ana unsuru; Üzerinde şeref ve şanla yükseldiği tarihi temeli; Varlık (oluş) nedeni, hedef ve emeli kadim İslâm’dır. Daha açık bir deyişle yaklaşık 124 bin yıl önce, “Cennetten inerek” dünyayı şereflendiren ilk insan Hazreti Âdem ile birlikte vahiy olunan, yaşanmaya başlayan berrak hayat kaynağı, yüce din…
(Doğrusu Allah katında din İslâm’dır., Âl-i İmran/19)
Hani Habil ile Kabil’e iyilik, yükseklik, erdem ve hikmeti gösteren, Cennetle Cehennem arasındaki farkı açıklayan; Evrensel bazda kısaca ‘insanlık davası’ dediğimiz haklılık, doğruluk ve dürüstlük, sağduyu (fr. Le Bon Sens) yolunu emreden vahiyler, buyruklar ve ışıklar kitabı…
(Haklıların güçlülüğü meşru; Haksız, zalim ve hırsızların güçlülüğü gayrimeşru olup; İyi insan ve onurlu, sorumlu iyi vatandaş, ödül umudu ya da ceza korkusu olmaksızın iyidir. İnsan yalnız yaptığı kötülükten değil, yapabildiği halde yapmadığı iyilikten sorumludur.)
Hâsılı kitap’ın “elif”i Hazreti âdem iledir.
Gerçekte tek, ümmette “Hatem-ül Enbiya” son Peygamberlik ise nokta…
İşte Namık Kemâl’in dediği gibi, Türk’ün devlet olması ve devlet kurmasındaki amâl ve efkâr, tüm insanlığın refah, saadet, güvenlik ve huzurudur. Bunun sebebi hikmeti adalet cihazı, adalet cihazının esası eşitlik ve ahlâk; Sürdürülebilirliğin teminatı Cumhuriyet Savcılarıdır.
Sadece Türkiye’de Cumhuriyet Savcısı…
Osmanlı’da Savcılara “Müdde-i Umumi” denilirdi.
Türkiye Cumhuriyeti hariç bütün dünya da sadece “Savcı/İddiacı” denilir. Bizde, “Cumhuriyet Savcısı” denilmesinin çok özel bir önem, değer ve anlamı vardır. Kısaca, cumhur’un (halk’ın) sahibi olduğu devlet içinde “halk ve hak adına” her meselenin sahibi, sorumlusu, takipçisi ve iddiacısıdırlar.
Yani: Cumhur halk,
Cumhuriyet: Halkın kendi kendini idare etmesi,
Cumhuriyet Savcısı: (ise) Halkın, kendi kendisini, doğrudan ve dolaylı olarak; Vekil tayin etmek suretiyle idare etme keyfiyetini, eylemini ifa ve icra sürecinde;. “Kendi vicdanları, asaleten temayüz etmiş yüksek şahsiyet, iffet ve karakterleri doğrultusunda, sadece ve yalnızca Yüce Yaratıcı, kamu yararı, kamu vicdanı, özgür ve evrensel bilim ışığında milletten yetki alan ve millet adına karar, hareket ve tasarrufatta bulunanlar…” demektir.
Bu nedenle, Türk ve İslâm tarihinde olduğu ve bu gün medeni devletlerde uygulandığı üzere; Sadece ve yalnızca, “cemiyetin en asil, mutemet ve mütemayiz, keza asaleten nezahetini ispat etmiş” aile çocukları Avukat, Hâkim ve Savcı olabilir. Milletin selâmet, saadet, refah ve ‘yeryüzünde ebed-müddet’ var olma şartı için bu olmazsa olmaz bir şarttır. Hâttâ, 1960’a kadar Türkiye Cumhuriyetinde de özenle uygulandığı gibi; Asker, yüksek düzey polis ve mülkiye içinde bu esasın geçerliliği hayati zorunluluktur.
Zira bunlar “asli/asil unsurun”, (damarlarında asil Türk ve hakiki Müslüman kanı akan; Namuslu, dürüst ve demokrat vatandaşların) hakkı müktesebi ve görevidir.
***