Tunus ta Bir 30 Ağustos Zafer Bayramı Anısı
Şimdi emekli olan kardeşim, 2 yıl için Tunus’ta askeri ateşe olarak Türkiye Tunus Büyükelçiliği’nde bulunuyordu. İkinci yılı başlangıcı olan 2007 yılında, Tunus’a ziyarete gittik ailecek. Ziyaretimizin üç veya dördüncü günü 30 Ağustos Zafer Bayramına denk geliyordu.
Zamanlamamız onun da hoşuna gitmişti. “Abi bayram töreni hazırlıklarında bana yardımcı olursun hem…” demişti. Dış bir ülkede Türki
Şimdi emekli olan kardeşim, 2 yıl için Tunus’ta askeri ateşe olarak Türkiye Tunus Büyükelçiliği’nde bulunuyordu. İkinci yılı başlangıcı olan 2007 yılında, Tunus’a ziyarete gittik ailecek. Ziyaretimizin üç veya dördüncü günü 30 Ağustos Zafer Bayramına denk geliyordu. Zamanlamamız onun da hoşuna gitmişti. “Abi bayram töreni hazırlıklarında bana yardımcı olursun hem…” demişti. Dış bir ülkede Türkiye Cumhuriyetinin önemli bir milli bayramının kutlanmasına yardımcı olabilmek beni de heyecanlandırmıştı. “Buradan istediğin bir şeyler var mı?” diye sormuştum. İkramlar için Mısır Çarşısından Türkiye’ye özgü ufak tefek hediyelikler aldık, götürebildiğimiz kadar 3-4 şişe de rakı…
Tunus’ta Türk rakısı bulunmuyor. Tunus şehri damak tadından, günlük yaşamdaki birçok alışkanlıklarında Fransız etkisindeydi hala… Osmanlı Cezayir’i 1830 yılında kaybetmişti. Ama yanı başındaki Tunus’u 1881 yılında kaptırıyor Fransızlara… Tunus Fransızlardan bağımsızlığını 1956 yılında kazandı. 1574 yılında Osmanlı egemenliğine giren Tunus 300 yıldan fazla Osmanlı egemenliğinde kalmıştı. Lakin Osmanlının 300 yılda yapamadığını Fransa 75 yılda yapmış, Fransızca Arapçanın yanında resmi dil olmuş, Tunus’un sahil şehirleri Fransız alışkanlıklarını kabullenmişlerdi. Okullardaki müfredat bile Fransız müfredatı, tarih dersleri Fransız tarihi imiş… Osmanlı buraları sadece korumuş, Osmanlı adına birkaç kale garnizon ve cami dışında pek bir şey yok Tunus’ta…
Tunus şehri K.Afrika’nın en uç noktalarından biri. Hemen hemen Antalya ile aynı paralelde. İkilimde Antalya’ya benziyor, sadece rutubet daha az. Sıcak ve sarı bir Ağustos günü Tunus’a indik. Dinlendikten sonra ertesi gün Türk elçiliğine gittik. Elçilikte mesai saat 15.00 de bitiyor. Mesai bitmeden büyük elçi ile tanıştık. Dünya bazen çok küçük; elçilik çalışanlarından iki kişiden biri yurt arkadaşımın kardeşi diğeri yanımda bir süre çalışmış bir mesai arkadaşımın akrabası çıkmıştı. Bu arada Abdullah Gül meclis tarafından Cumhurbaşkanı seçilmişti. Tunus sokaklarında ve iç bölgelerde Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi halkın oldukça ilgisini çekmişti. Eski Tunusun yıkılmış surlarından ayakta kalmış bir kapısının arkasında bizim Mahmutpaşa çarşısını andıran çarşısı vardı. Orada bir esnafa Türk olduğumuzu, hele de Müslüman olduğumuzu inandıramamıştık eşlerimizin başı açık olduğu için. Bizim Katolik olabileceğimizi söylüyorlardı… Bizimkiler, Elhamdülillah müslimin, deyip Fatiha suresini okuyunca şaşırmışlardı. Algı işte… Ama Tunuslular Türklere sevgi duyuyorlar…
Mesai sonrası bayram hazırlıkları için Süpermarketlere uğradık. Kapalı ayrı bir bölümde bulunan içki reyonuna geçtik. Rakı dışında şarap ve yabancı içkilerin çoğu vardı. Tunusluların hemen hepsi Fransızca bildiği için kardeşim yerli halkla anlaşmada zorluk çekmiyordu. Sonra pasta siparişi vermeye gittik. Kardeşim başına gelecekleri tahmin ettiği için, pastanın üzerine işleteceği Türk bayrağı için resim götürmüştü. Buna rağmen ertesi gün pastayı almaya gittiğimizde (ertesi gün 30 Ağustostu) üzerinde Tunus bayrağını gördük. Çünkü Tunus bayrağı Türk bayrağına çok benziyordu. Neyse biraz rötuş yaptırarak Türk bayrağına çevirte bilmiştik.
Evde de eşlerimiz ve çocuklar, gelecek diğer ülke elçilik mensuplarına ve Tunus’ta bulunan kardeşimin ulaşıp bayrama davet ettiği tüm Türk vatandaşlarına elçilik girişinde karşılama esnasında sunmak üzere içinde lokum da bulunan küçük hediye paketleri hazırlıyorlardı.
Tekrar elçiliğe döndük, ertesi gün 30 Ağustos’tu ve akşamdan yapacağımız hazırlıklar vardı. Kardeşimin elindeki malzemeler, büyük bir Türk bayrağı, büyük bir mareşal üniformalı Atatürk posteri, normal boyutlarda 10 kadar Türk bayrağı, kırmızı ve beyaz balonlar vardı. Büyük bayrağı ve Atatürk posterini, müstakil bir bahçe içinde bulunan iki katlı elçiliğin ön cephesine asacaktık. O da ne, Atatürk posterinin başının hemen arkasında 20 cm çapında bir delik var. Nerede nasıl koptuğunu kardeşimde hatırlamıyor. Hemen Türk pratik zekâsı devreye girdi, bir bez parçasıyla boşluğu yamadık, siyah ayakkabı boyası ile portrenin fonuna uydurduk, durumu kurtardık.
Elçilikte bize Türkçede bilen erkek sekreter yardımcı oluyordu. Genç Tunuslu Türkiye’de de eğitim görmüştü. Saat 15.00 den sonra elçilikte koruma görevlilerinden başka kimse kalmamıştı. Bize, kolay gelsin, diyen çekip gitmişti. Bu bana tuhaf gelmişti. Tunus devletinin ve Tunus’taki diğer yabancı elçiliklerin de davet edildiği bir bayram kutlamasına neden diğer elçilik personeli yardımcı olmuyordu ki? Üstelik bayram kutlamasının bütçesi çok sınırlıydı da… Kardeşim şöyle açıkladı: “Askeri ataşelik Büyük elçiliğe bağlı görünse de görev olarak tamamen bağımsızdır. Askeri ataşelerin görevi, bulundukları ülkenin askeri ve sosyal yaşamı ile ilgili açık istihbarat toplayarak, Genel Kurmaya rapor hazırlamaktır. 30 Ağustos Zafer bayramı protokol olarak askeri idarenin bayramıdır. 29 Ekim ise sivil idarenin… 29 Ekim törenini Büyükelçilik üstlenir, 30 Ağustos törenini de biz üstleniyoruz. Ama Büyükelçiliğin kadrosu geniş hep birlikte 29 Ekim törenini düzenliyorlar… Askeri ataşenin kadrosu ise işte şu Tunuslu sekreter… Onun için senin gelmen beni çok rahatlattı… Geçen 30 Ağustosta hem de yeniydim, çok zorluk çektim. Benden sonra gelecek olan bu zorlukları yaşamasın diye ben, nereden ne alınacak, nasıl hazırlık yapılacak diye bir rapor hazırlayıp benden sonra geleceğe bırakacağım….”
O zamanlar Kurmay Yarbay olan kardeşim, ben ve Tunuslu erkek sekreter işe koyulduk. Oldukça ağır olan bayrak ve Atatürk posterlerini güç bela astık. Tunuslu sekreterin eli bu işlere pek yatkın olmadığı için dışarıdan bizi, posterlerin dengede olup olmadığı konusunda uyarıyordu. Diğer bayrakları da bahçenin etrafına, ışık direklerinin altına astık. Alkollü ve alkolsüz içecekleri yarın açık büfe kokteyl servisi yapacak şirkete teslim etmek üzere ayırdık. Bilgisayardan okunacak saygı duruşu marşı ve istiklal marşını test edip Tunuslu sekretere gösterdik. Ses düzenini kontrol ettik. Kokteyl süresince çalınacak fon müziği için klasik müzik, sanırım Mozart’tı, ve 10 yıl marşını seçtik. Törenin ağır, hamallık kısmını halletmiştik. Eve geçtik.
O zamanlar 1 TL, 1 Tunus Dinarı ediyordu ama Tunus Türkiye’ye göre çok ucuzdu, fiyatlar neredeyse yarı yarıya idi. Kardeşimin kiraladığı 3 katlı ev, Tunuslu zenginlerin ve yabancı elçilerin bulunduğu biraz yüksekçe bir semtteydi. Kirası Türkiye’deki bir subayın oturabileceği mütevazi bir semtten daha pahalıydı ama elçilik mensupları ücretlerini dolar üzerinden aldıkları ve Tunus da çok ucuz olduğu için böyle bir evde oturabiliyordu. Bir de diğer yabancı elçilik mensuplarına göre “raconu” düşürmemek için böyle bir evi seçmişlerdi. Ama bir Fransa’da, Brüksel’de görev yapan devre arkadaşlarının ekonomik olarak bu kadar rahat hareket edemediklerini söylüyordu.
Güneş inişe geçtiğinde akşamın serinliğinde evin geniş bahçesine inmeye başlamıştı. Diplomatlara aylık belli bir miktarda vergisiz içki satışı yapıldığından, bizdeki meşrubat fiyatına gelen viskiden doldurmuş, tepeden Tunus şehrini izleyerek yudumlamaya başlamıştım. Burnuma çok sevdiğim ve her evin bahçesinde bulunan yasemin kokuları geliyordu. Bahçenin ucunda bulunan küçük havuzun süslemeleri doğal taştan yapılmış, taşların arasında, Tunus’ta fosfat madeninden çıkan kuvars minerali taşları da ayrı bir zenginlik veriyordu havuza… Yemekte Türk yemekleri yanında, yengemizin öğrendiği bal kabağından yapılan Tunus yemeği de yardı.
Ertesi gün yani 30 Ağustos günü, öğleden sonra elçiliğe geçtik tüm SES ailesi olarak… Hanımlar bizim bir gün önce yaptığımız hazırlıklara bir göz attılar ve hemen bazı şeylere müdahale ettiler, bizde onlara uyduk (!). Deneyimlerden servis masalarının nerede olacağı, gelen misafirlerin nerede karşılanacağı aşağı yukarı belliydi. Yine de hemen provalara başladı ateşe ve eşi… Tunus’ta bulundukları 1 yıl süresince kardeşimin eşi ve iki kızı da kurslara giderek Fransızca öğrenmişlerdi. Bu sefer gelen misafirlerle ailecek iletişim kurulabilecekti. Zaten bazı yabancı diplomatlarla dostluk da kurmuşlardı. Bunların çoğu Avrupalı askeri ataşelerle Amerikalı ataşeydi. İslam ülkelerinden Mısırlılarla da iyi anlaşmışlar.
Gelen misafirler ateşe ve eşi tarafından ‘Cümle Kapısında” da karşılanacak, yabancı diplomatlar ve eşi ile ayaküstü birkaç dakika sohbet edilecek… Hemen arkada bekleyen iki küçük kuzen sepetler içinde kurdelelere sarılmış lokumlardan ikram edecekler… Büyük iki kız kuzende gelenleri içeri davet edecek, artık Fransızca bilen kardeşimin büyük kızı da onları servis masalarına yönlendirecekti. Ben ve eşim mi? Ben bilgisayarın başında görevliyim Tunuslu genç erkek sekreterle birlikte. Eşime de gelenlere gülümsemek düştü…
Oda ne, misafirlerin gelme saatine yakın bir şiddetli rüzgar çıkmasın mı?... Bizim havuza doldurduğumuz kırmızı-beyaz üzerinde ay-yıldız olan balonlar bahçeye dağılmasın mı? Kimisi de patladı. “Bayramlık kıyafetlerimizle” (benim gibi spor kıyafet giymeyi seven birisi de sırf bugün için İstanbul’dan takım elbise alıp gelmiştim) balonların peşine düştük. Neyse çoğunu kurtardık. Balonları birbirine ve taşlara bağlayarak yeniden havuzun yüzeyine saldık.
Servisi yapan şirket ve üzerinde Türk Bayrağı olan pastamız gelmişti. Bayrak motifinin ay-yıldızı yinede tam bizim bayrağın ay-yıldızına benzemese de artık üzerinde durulacak zaman yoktu. Bizim elçiliğin sivil diplomatları gelmeye başlamıştı. Hazırlıkların güzel olduğuna dair beğeni sözlerinden sonra hal hatır sormalar başladı usulen… Arkadan yabancı diplomatlar ve Tunus devletinin temsilcileri… Ve Tunus’ta bulunan Türkler… O zamanlar TAV Şirketi Tunus’un turizm bölgesinde yapılacak havalimanı ihalesini almışlardı. Kalabalık bir heyetle geldiler… Tunus’ta tekstil fabrikası işleten bir Türk, dönercilik yapan esnaf… Aslında çok fazla Türk yoktu Tunus’ta… Arap ülkelerinden Mısır dışında pek gelen olmamıştı sanırım. Suudi Arabistan elçiliğinden de gelen olmamıştı. Arabistan elçisi bu tür toplantılara çok şatafatlı gidermiş, ondaki araba Amerikan elçisinde yokmuş misal… Kardeşim gelenlerin şeceresini aklında tutmaya çalışıyordu. Gelmeyenlerin milli günlerine o da gitmeyecekmiş mütekabiliyet esasına göre… Neyse, bahçe dolmuştu…
Hava kararırken, elçiliğin ışıkları bahçeyi aydınlatmaya başladı. Işıkların vurduğu bayraklarımız ve Atatürk posteri ışıldıyordu. Saygı duruşu, İstiklal Marşı’ndan sonra 10 yıl Marşı fonunda kardeşim Fransızca ve Türkçe kısa bir konuşma yaptı. Ben çok gururlanmıştım, böyle bir 30 Ağustos Bayramı kutlamasında “görev” aldığım için… Mutluydum… Bizimkiler ve Türk Büyükelçisi yabancı diplomatların arasına daldılar, kutlamanın gereği genelde gülerek sohbet ediyorlardı. Ben haliyle Türklerle sohbeti tercih etmiştim. Kardeşimin içkiyle pek arası yoktu. Ben TAV’ın yöneticisiyle vurdum rakının gözüne, vurdum rakının gözüne…
Misafirler gittikten sonra, ortalıkta bulunan önemli şeyleri toplayıp, elçiliğe aldık. Ertesi gün astığımız posterleri de topladık ve bir 30 Ağustos Zafer bayramını da ikmal etmiş olduk.
……….
30 Ağustos Zafer Bayramının yorgunluğunu kalan günlerde Tunus’u gezerek geçirdik. Akdeniz de denize girdik, turistik sahil şeridini gezdik… Romalıların “ocağına incir ağacı diktikleri” Kartaca şehrinin temellerini gördük. Şehrin göbeğindeki, buradan hiç çıkmayacakmış gibi, Fransızların yaptığı görkemli Katolik kilisesini, Zaytuna Cami, Ulu Cami, Mozaik Müzesi, Sidı Bou Sait’in (dilim dönmediğinden ben zibidi sait diyordum) İzmir çam fıstıklı çayı ve mavi kapılı evleri, İbni Haldun heykelini…
Derken Tunus’un dışına çıkıp Hammamet’te Akdeniz’le buluştuk, El Cem de bozulmamış gladyatörlerin ölümüne vuruştuğu Colosseum turladık; Kutsal Kayravan şehrinde İslam’ın buraya ilk gelişini 7. Yy da yapılmış ilk camide hissettik (Sahabe Ukbe Bin Nafi Camii). Matmata’da yer altı evlerini. Cezair sınırına yakın Tamerza’da dağ vahalarını dolaştık, buradaki kanyonu çevreleyen kayaların deniz kabuklularından oluştuğunu görünce şaşırdık. Tozeur’da konakladık, vahanın sularıyla doldurulmuş havuzda ailecek yıldızların altında yüzdük; Tozeur’un ünlü tuğla evlerini ve tuz gölünü geçip (II. Dünya Savaşında yazın kuruyan bu göl uçakların inişi için kullanılmış) Douz’a vardık. Bir çöl vahası olan Douz büyük Sahra çölüne açılan kapı. Sahra çölünde gezindik (çöl kumu toplayıp Türkiye’ye getirdim, yine buradan irice bir çöl kumu –aslında bir taş) satın aldım). Yolda sıcak artezyen kuyusunun nasıl perde perde soğutularak hurma ağaçlarının sulanmasında kullanıldığına şahit olduk. Deve eti, tavşan ızgara burada tattığımız yeni lezzetlerdi.
Aslında, velhasıl, gezmek bana yakışıyor…. 30.08.2014
ye Cumhuriyetinin önemli bir milli bayramının kutlanmasına yardımcı olabilmek beni de heyecanlandırmıştı. “Buradan istediğin bir şeyler var mı?” diye sormuştum. İkramlar için Mısır Çarşısından Türkiye’ye özgü ufak tefek hediyelikler aldık, götürebildiğimiz kadar 3-4 şişe de rakı…
Tunus’ta Türk rakısı bulunmuyor. Tunus şehri damak tadından, günlük yaşamdaki birçok alışkanlıklarında Fransız etkisindeydi hala… Osmanlı Cezayir’i 1830 yılında kaybetmişti. Ama yanı başındaki Tunus’u 1881 yılında kaptırıyor Fransızlara… Tunus Fransızlardan bağımsızlığını 1956 yılında kazandı. 1574 yılında Osmanlı egemenliğine giren Tunus 300 yıldan fazla Osmanlı egemenliğinde kalmıştı.
Lakin Osmanlının 300 yılda yapamadığını Fransa 75 yılda yapmış, Fransızca Arapçanın yanında resmi dil olmuş, Tunus’un sahil şehirleri Fransız alışkanlıklarını kabullenmişlerdi. Okullardaki müfredat bile Fransız müfredatı, tarih dersleri Fransız tarihi imiş… Osmanlı buraları sadece korumuş, Osmanlı adına birkaç kale garnizon ve cami dışında pek bir şey yok Tunus’ta…
Tunus şehri K.Afrika’nın en uç noktalarından biri. Hemen hemen Antalya ile aynı paralelde. İkilimde Antalya’ya benziyor, sadece rutubet daha az. Sıcak ve sarı bir Ağustos günü Tunus’a indik. Dinlendikten sonra ertesi gün Türk elçiliğine gittik. Elçilikte mesai saat 15.00 de bitiyor. Mesai bitmeden büyük elçi ile tanıştık.
Dünya bazen çok küçük; elçilik çalışanlarından iki kişiden biri yurt arkadaşımın kardeşi diğeri yanımda bir süre çalışmış bir mesai arkadaşımın akrabası çıkmıştı. Bu arada Abdullah Gül meclis tarafından Cumhurbaşkanı seçilmişti. Tunus sokaklarında ve iç bölgelerde Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi halkın oldukça ilgisini çekmişti.
Eski Tunusun yıkılmış surlarından ayakta kalmış bir kapısının arkasında bizim Mahmutpaşa çarşısını andıran çarşısı vardı. Orada bir esnafa Türk olduğumuzu, hele de Müslüman olduğumuzu inandıramamıştık eşlerimizin başı açık olduğu için. Bizim Katolik olabileceğimizi söylüyorlardı… Bizimkiler, Elhamdülillah müslimin, deyip Fatiha suresini okuyunca şaşırmışlardı. Algı işte… Ama Tunuslular Türklere sevgi duyuyorlar…
Mesai sonrası bayram hazırlıkları için Süpermarketlere uğradık. Kapalı ayrı bir bölümde bulunan içki reyonuna geçtik. Rakı dışında şarap ve yabancı içkilerin çoğu vardı. Tunusluların hemen hepsi Fransızca bildiği için kardeşim yerli halkla anlaşmada zorluk çekmiyordu. Sonra pasta siparişi vermeye gittik. Kardeşim başına gelecekleri tahmin ettiği için, pastanın üzerine işleteceği Türk bayrağı için resim götürmüştü. Buna rağmen ertesi gün pastayı almaya gittiğimizde (ertesi gün 30 Ağustostu) üzerinde Tunus bayrağını gördük. Çünkü Tunus bayrağı Türk bayrağına çok benziyordu. Neyse biraz rötuş yaptırarak Türk bayrağına çevirte bilmiştik.
Evde de eşlerimiz ve çocuklar, gelecek diğer ülke elçilik mensuplarına ve Tunus’ta bulunan kardeşimin ulaşıp bayrama davet ettiği tüm Türk vatandaşlarına elçilik girişinde karşılama esnasında sunmak üzere içinde lokum da bulunan küçük hediye paketleri hazırlıyorlardı.
Tekrar elçiliğe döndük, ertesi gün 30 Ağustos’tu ve akşamdan yapacağımız hazırlıklar vardı. Kardeşimin elindeki malzemeler, büyük bir Türk bayrağı, büyük bir mareşal üniformalı Atatürk posteri, normal boyutlarda 10 kadar Türk bayrağı, kırmızı ve beyaz balonlar vardı. Büyük bayrağı ve Atatürk posterini, müstakil bir bahçe içinde bulunan iki katlı elçiliğin ön cephesine asacaktık. O da ne, Atatürk posterinin başının hemen arkasında 20 cm çapında bir delik var. Nerede nasıl koptuğunu kardeşimde hatırlamıyor. Hemen Türk pratik zekâsı devreye girdi, bir bez parçasıyla boşluğu yamadık, siyah ayakkabı boyası ile portrenin fonuna uydurduk, durumu kurtardık.
Elçilikte bize Türkçede bilen erkek sekreter yardımcı oluyordu. Genç Tunuslu Türkiye’de de eğitim görmüştü. Saat 15.00 den sonra elçilikte koruma görevlilerinden başka kimse kalmamıştı. Bize, kolay gelsin, diyen çekip gitmişti. Bu bana tuhaf gelmişti. Tunus devletinin ve Tunus’taki diğer yabancı elçiliklerin de davet edildiği bir bayram kutlamasına neden diğer elçilik personeli yardımcı olmuyordu ki? Üstelik bayram kutlamasının bütçesi çok sınırlıydı da… Kardeşim şöyle açıkladı: “Askeri ataşelik Büyük elçiliğe bağlı görünse de görev olarak tamamen bağımsızdır. Askeri ataşelerin görevi, bulundukları ülkenin askeri ve sosyal yaşamı ile ilgili açık istihbarat toplayarak, Genel Kurmaya rapor hazırlamaktır. 30 Ağustos Zafer bayramı protokol olarak askeri idarenin bayramıdır. 29 Ekim ise sivil idarenin… 29 Ekim törenini Büyükelçilik üstlenir, 30 Ağustos törenini de biz üstleniyoruz.
Ama Büyükelçiliğin kadrosu geniş hep birlikte 29 Ekim törenini düzenliyorlar… Askeri ataşenin kadrosu ise işte şu Tunuslu sekreter… Onun için senin gelmen beni çok rahatlattı… Geçen 30 Ağustosta hem de yeniydim, çok zorluk çektim. Benden sonra gelecek olan bu zorlukları yaşamasın diye ben, nereden ne alınacak, nasıl hazırlık yapılacak diye bir rapor hazırlayıp benden sonra geleceğe bırakacağım….”
O zamanlar Kurmay Yarbay olan kardeşim, ben ve Tunuslu erkek sekreter işe koyulduk. Oldukça ağır olan bayrak ve Atatürk posterlerini güç bela astık. Tunuslu sekreterin eli bu işlere pek yatkın olmadığı için dışarıdan bizi, posterlerin dengede olup olmadığı konusunda uyarıyordu. Diğer bayrakları da bahçenin etrafına, ışık direklerinin altına astık. Alkollü ve alkolsüz içecekleri yarın açık büfe kokteyl servisi yapacak şirkete teslim etmek üzere ayırdık. Bilgisayardan okunacak saygı duruşu marşı ve istiklal marşını test edip Tunuslu sekretere gösterdik. Ses düzenini kontrol ettik. Kokteyl süresince çalınacak fon müziği için klasik müzik, sanırım Mozart’tı, ve 10 yıl marşını seçtik. Törenin ağır, hamallık kısmını halletmiştik. Eve geçtik.
O zamanlar 1 TL, 1 Tunus Dinarı ediyordu ama Tunus Türkiye’ye göre çok ucuzdu, fiyatlar neredeyse yarı yarıya idi. Kardeşimin kiraladığı 3 katlı ev, Tunuslu zenginlerin ve yabancı elçilerin bulunduğu biraz yüksekçe bir semtteydi. Kirası Türkiye’deki bir subayın oturabileceği mütevazi bir semtten daha pahalıydı ama elçilik mensupları ücretlerini dolar üzerinden aldıkları ve Tunus da çok ucuz olduğu için böyle bir evde oturabiliyordu. Bir de diğer yabancı elçilik mensuplarına göre “raconu” düşürmemek için böyle bir evi seçmişlerdi. Ama bir Fransa’da, Brüksel’de görev yapan devre arkadaşlarının ekonomik olarak bu kadar rahat hareket edemediklerini söylüyordu.
Güneş inişe geçtiğinde akşamın serinliğinde evin geniş bahçesine inmeye başlamıştı. Diplomatlara aylık belli bir miktarda vergisiz içki satışı yapıldığından, bizdeki meşrubat fiyatına gelen viskiden doldurmuş, tepeden Tunus şehrini izleyerek yudumlamaya başlamıştım. Burnuma çok sevdiğim ve her evin bahçesinde bulunan yasemin kokuları geliyordu. Bahçenin ucunda bulunan küçük havuzun süslemeleri doğal taştan yapılmış, taşların arasında, Tunus’ta fosfat madeninden çıkan kuvars minerali taşları da ayrı bir zenginlik veriyordu havuza… Yemekte Türk yemekleri yanında, yengemizin öğrendiği bal kabağından yapılan Tunus yemeği de yardı.
Ertesi gün yani 30 Ağustos günü, öğleden sonra elçiliğe geçtik tüm SES ailesi olarak… Hanımlar bizim bir gün önce yaptığımız hazırlıklara bir göz attılar ve hemen bazı şeylere müdahale ettiler, bizde onlara uyduk (!). Deneyimlerden servis masalarının nerede olacağı, gelen misafirlerin nerede karşılanacağı aşağı yukarı belliydi. Yine de hemen provalara başladı ateşe ve eşi… Tunus’ta bulundukları 1 yıl süresince kardeşimin eşi ve iki kızı da kurslara giderek Fransızca öğrenmişlerdi. Bu sefer gelen misafirlerle ailecek iletişim kurulabilecekti. Zaten bazı yabancı diplomatlarla dostluk da kurmuşlardı. Bunların çoğu Avrupalı askeri ataşelerle Amerikalı ataşeydi. İslam ülkelerinden Mısırlılarla da iyi anlaşmışlar.
Gelen misafirler ateşe ve eşi tarafından ‘Cümle Kapısında” da karşılanacak, yabancı diplomatlar ve eşi ile ayaküstü birkaç dakika sohbet edilecek… Hemen arkada bekleyen iki küçük kuzen sepetler içinde kurdelelere sarılmış lokumlardan ikram edecekler… Büyük iki kız kuzende gelenleri içeri davet edecek, artık Fransızca bilen kardeşimin büyük kızı da onları servis masalarına yönlendirecekti. Ben ve eşim mi? Ben bilgisayarın başında görevliyim Tunuslu genç erkek sekreterle birlikte. Eşime de gelenlere gülümsemek düştü…
Oda ne, misafirlerin gelme saatine yakın bir şiddetli rüzgar çıkmasın mı?... Bizim havuza doldurduğumuz kırmızı-beyaz üzerinde ay-yıldız olan balonlar bahçeye dağılmasın mı? Kimisi de patladı. “Bayramlık kıyafetlerimizle” (benim gibi spor kıyafet giymeyi seven birisi de sırf bugün için İstanbul’dan takım elbise alıp gelmiştim) balonların peşine düştük. Neyse çoğunu kurtardık. Balonları birbirine ve taşlara bağlayarak yeniden havuzun yüzeyine saldık.
Servisi yapan şirket ve üzerinde Türk Bayrağı olan pastamız gelmişti. Bayrak motifinin ay-yıldızı yinede tam bizim bayrağın ay-yıldızına benzemese de artık üzerinde durulacak zaman yoktu.
Bizim elçiliğin sivil diplomatları gelmeye başlamıştı. Hazırlıkların güzel olduğuna dair beğeni sözlerinden sonra hal hatır sormalar başladı usulen… Arkadan yabancı diplomatlar ve Tunus devletinin temsilcileri… Ve Tunus’ta bulunan Türkler… O zamanlar TAV Şirketi Tunus’un turizm bölgesinde yapılacak havalimanı ihalesini almışlardı. Kalabalık bir heyetle geldiler… Tunus’ta tekstil fabrikası işleten bir Türk, dönercilik yapan esnaf… Aslında çok fazla Türk yoktu Tunus’ta… Arap ülkelerinden Mısır dışında pek gelen olmamıştı sanırım.
Suudi Arabistan elçiliğinden de gelen olmamıştı. Arabistan elçisi bu tür toplantılara çok şatafatlı gidermiş, ondaki araba Amerikan elçisinde yokmuş misal… Kardeşim gelenlerin şeceresini aklında tutmaya çalışıyordu. Gelmeyenlerin milli günlerine o da gitmeyecekmiş mütekabiliyet esasına göre… Neyse, bahçe dolmuştu…
Hava kararırken, elçiliğin ışıkları bahçeyi aydınlatmaya başladı. Işıkların vurduğu bayraklarımız ve Atatürk posteri ışıldıyordu. Saygı duruşu, İstiklal Marşı’ndan sonra 10 yıl Marşı fonunda kardeşim Fransızca ve Türkçe kısa bir konuşma yaptı. Ben çok gururlanmıştım, böyle bir 30 Ağustos Bayramı kutlamasında “görev” aldığım için… Mutluydum… Bizimkiler ve Türk Büyükelçisi yabancı diplomatların arasına daldılar, kutlamanın gereği genelde gülerek sohbet ediyorlardı. Ben haliyle Türklerle sohbeti tercih etmiştim. Kardeşimin içkiyle pek arası yoktu. Ben TAV’ın yöneticisiyle vurdum rakının gözüne, vurdum rakının gözüne…
Misafirler gittikten sonra, ortalıkta bulunan önemli şeyleri toplayıp, elçiliğe aldık. Ertesi gün astığımız posterleri de topladık ve bir 30 Ağustos Zafer bayramını da ikmal etmiş olduk.
……….
30 Ağustos Zafer Bayramının yorgunluğunu kalan günlerde Tunus’u gezerek geçirdik. Akdeniz de denize girdik, turistik sahil şeridini gezdik… Romalıların “ocağına incir ağacı diktikleri” Kartaca şehrinin temellerini gördük. Şehrin göbeğindeki, buradan hiç çıkmayacakmış gibi, Fransızların yaptığı görkemli Katolik kilisesini, Zaytuna Cami, Ulu Cami, Mozaik Müzesi, Sidı Bou Sait’in (dilim dönmediğinden ben zibidi sait diyordum) İzmir çam fıstıklı çayı ve mavi kapılı evleri, İbni Haldun heykelini…
Derken Tunus’un dışına çıkıp Hammamet’te Akdeniz’le buluştuk, El Cem de bozulmamış gladyatörlerin ölümüne vuruştuğu Colosseum turladık; Kutsal Kayravan şehrinde İslam’ın buraya ilk gelişini 7. Yy da yapılmış ilk camide hissettik (Sahabe Ukbe Bin Nafi Camii). Matmata’da yer altı evlerini. Cezair sınırına yakın Tamerza’da dağ vahalarını dolaştık, buradaki kanyonu çevreleyen kayaların deniz kabuklularından oluştuğunu görünce şaşırdık. Tozeur’da konakladık, vahanın sularıyla doldurulmuş havuzda ailecek yıldızların altında yüzdük; Tozeur’un ünlü tuğla evlerini ve tuz gölünü geçip (II. Dünya Savaşında yazın kuruyan bu göl uçakların inişi için kullanılmış) Douz’a vardık. Bir çöl vahası olan Douz büyük Sahra çölüne açılan kapı. Sahra çölünde gezindik (çöl kumu toplayıp Türkiye’ye getirdim, yine buradan irice bir çöl kumu –aslında bir taş) satın aldım). Yolda sıcak artezyen kuyusunun nasıl perde perde soğutularak hurma ağaçlarının sulanmasında kullanıldığına şahit olduk. Deve eti, tavşan ızgara burada tattığımız yeni lezzetlerdi.
Aslında, velhasıl, gezmek bana yakışıyor…. 30.08.2014