Tüketiyoruz!
Buradaki tüketim; kılık- kıyafet, yemek- içmek anlamında ki bir tüketim değil. Ya da duygusal anlamda başka birini tüketmek de değil....Kendi kendimizi tüketmek, eritmek, bitirmek...
Hiçbir zaman mutlu birer insan olamayız. Hep birilerinden, hep bir şeylerden şikayet ederiz. Hiçbir şeyden tatmin olmayız ve bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamayız. Nankörüz, elimizdekilerin kıymetini bilmez, aç gözlü bir şekilde hep ileriye odaklanır, genellikle imkansızları ister; yanar, tutuşuruz...
En çok da duysal anlamda kendimizi tüketiriz...
Hep sevmek, sevilmek isteriz. Bunda kötü bir şey yok elbet ama kötü olan bizi sevecek kişiyi çok zor buluruz. Birini sevmek, ona inanmak ve güvenmek isteriz. Böyle birini bulduğumuz anda tüm benliğimizle o kişiye bağlanır severiz.
Fakat her ne hikmetse, başka bizi seviyor gibi görünen, istediğimiz biri gibi duran o kişi bir anda çekip gider. Ya da gözlerinde sizin gözleriniz değil de başkasının gözleri olur. Bazen de sizi sevmediğini, sizinle oyun oynadığını görürsünüz. Bu çıkar içinde olabilir. Karşınızda ki kişi egolarını tatmin etmek isteyen biride olabilir. Sizinle güzelliğiniz, yakışıklılığınız, paranız, mevkiniz, arabanız, aileniz vs. için birliktedir. Bu kişiler üzer, acı verir ama en çok da kendilerini üzerler ve bunun da farkına çok geç varırlar...
Şu kısacık hayatımızda türlü oyunlar çevirir, türlü oyunlara da maruz kalırız. Sevilmeyi isteriz fakat biz gerçekten birilerini tam anlamıyla sevemeyiz. Çünkü birini gerçek anlamda sevdiğimizi düşündüğümüz zamanlarda nedense hep aslında o kişiyi sevmediğimizi düşünür, onu kendimize arkadaş gibi görür bu seferde bizi sevmeyen bizlere gel git'ler yaşatan, beynimizi ve kalbimizi meşgul eden kişilere takılırız. Dibimizdeki görmek, farkına varmak, sahip çıkmak yerine hep imkansızı hep sevmeyeni seçer onun peşinden koşarız. Sonra da oturup neden sevgime layık birini bulamıyorum ya da neden benim değerimi kimse bilmiyor diye hayıflanırız.
Genel olarak tanımlayacağım iki tür insan vardır; İlki: kendisini sevecek, asıl mutluluğu verecek kişiyi bulmuştur.
İçinde ona karşı da büyük bir sevgi vardır. Ama nedense o kişiye sahip çıkmaz. Aslında onu sevmediğini düşünür.
Hatta kendince bahaneleri de çoktur. Sürekli kendisine onu sevmediğini söyler. İşi daha da abartıp karşı tarafa bile söyler. Aşkı hep olmayacak kişilerde arar, olmayacak kişilerin peşinden koşar. Ve istediği mutluluğu asla bulamaz..
Kendisini seven kişiye hep acı verir. Duygularını çok fazla önemsemez. Sevgisini itiraf edemediği, etmek istemediği gibi o kişiden de ayrı yapamaz. Kötü anlarında ilk o aklına gelir. Sevgi ve ilgi görmek istediğinde gider onu bulur.
Sıcak bir dost muhabbeti aradığında o kişi yanı başındadır. Ta ki aklına yine imkansız biri düşüne kadar... En acısı ise karşı tarafı deli kıskanmasıdır. ' beni sevme, başkasını da sevme, benim olma başkasının da olma' tarzı hüküm sürer. Yaptığı hatanın farkına ise o kişiyi gerçek anlamda kaybettiğinde anlar. Böyle bir kişiye kızmak bir yerde haksızlıktır. Çünkü böyle insanlar çoğunlukla geçmişte çok büyük acı çekmişlerdir. Kendileri gel git ler yaşatırlar ama öncesinde başkası da kendilerine gel git ler yaşatmışlardır. Belki de terk edilmenin en ağırını yaşamışlardır. Ya da sevgilerinin karşılıksız olduğunu görmenin altında ezilmişlerdir. Farkında olmadan da kendilerinde bir çeşit savunma mekanizması geliştirirler. Bu yüzden ne gerçek seveni görürler, ne de gerçek seveni bulurlar. Hem kendileri acı çekerler, hem de başkalarına acı çektiriler...
İkincisi ise: ne olursa olsun kişi beni sevsin'nin derdindedirler. Bir kişiyi kafalarına taktıkları anda ne olursa olsun o kişiyi elde etmek isterler. Önce güzellikle, sonra duygu canavarlığıyla olmadı kötülükle... Hep sevmeyi bildiklerini ama hiç kimsenin bunu görmediğini söylerler. Karşıdaki kişi kendisini sevmiyorsa, o kişiden daha kötü kişi yoktur artık...
Hakaretler, iftiralar ve bir ton saçmalık peşi sıra gelir. Sevgi sevgi olmaktan çıkar ama bunu görmezler. Bu yaptıklarından dolayı da en çok kendilerine acı verirler.
Sevmek öyle güzel bir duygu ki, hiçbir kelime onu tam anlamıyla anlatamaz. Fakat bizler sevgiyi öyle bir hale getiriyoruz ki sevgi sevgi olmaktan çıkıyor. Sürekli acı çekiyoruz. Ve asıl acıyı bizler kendi kendimize çektiriyoruz...
Geçmişte çektiğimiz acılara takılıp kalıp mutluluğu bulmakta zorlanıyoruz. Gözlerimiz kör, kulaklarımız sağır oluyor.
Bizi gerçekten seveni görmüyor, sevgisini duymuyoruz. Belki de bize çok yakın olan bir mutluluğu elimizin tersi ile itiyoruz. Ya da sevdiğimiz kişilerin bizi illaki sevmelerini istiyoruz. Bunun içinde elimizden gelen her şeyi yapıyoruz ve bunu yaparken birlikte yine en çok kendimizi yıpratıp üzüyoruz.
Kendi kendimizin farkına bir türlü varamıyoruz.
Kendimize yapılmasından hoşlanmadığımız şeyleri sürekli başkalarına biz kendimiz yapıyoruz.
Aşktan, aşksızlıktan dem vurup aşkı hep yanlış dallarda arıyoruz.
Sevgiyi, güveni kendi ellerimizle yok ediyoruz.
Olmayacak kişiler için beynimizi, kalbimizi meşgul ediyoruz.
Kısacık olan ömrümüzün geç farkına varıyor ve mutluluğu ya hiç ya da zor yakalıyoruz.
Sürekli kendimiz kandırıp, kendimizi oyalıyoruz.
Suçu ise hep başkalarına atıyoruz.
Kendi kendimizi tükettiğimizin farkına asla varmıyoruz!!
Mutsuz, umutsuz bir şekilde sahte şeylerle oyalanıp hayatımızın akıp gitmesini sağlıyoruz.