Töre
Yolcu otobüsü, doğunun en ücra kasabasının köhne garajından, ablası ve eniştesinin uğurlamasıyla hareket etti. Yolcularla birlikte Yılmaz’da son günlerde artan terör olayların tedirginliği vardı. Dağların ardındaki sırlı yollar, mezralar ve belirsiz bir yolculukta, nelerin başına geleceğinin düşüncesi ile kafasını cama yaslamasıyla birlikte tedirgin uykusuna çok daldı. İçerinin kokusu ve havasızlığı canını sıktığında, belli belirsiz uykusunu bölüp uyandı. Yanına yaklaşan üstü kirli muavine klimayı açmasını istediğinde, ‘arızalı ‘ kestirme yanıtı, içini bir kat daha terletmişti. Çevresine göz gezdirdiğinde, aynı hizada yalnız oturan genç kızın dalan siyah gözlerinin ardındaki sırları öğrenmek istedi.
“ Merhaba, yolculuk nereye?”
“ Bende bilmiyorum. ”
“ Birilerinden kaçar gibi bir haliniz var da”
“ Evet, ailemden kaçıyorum. Beni bir yakalarlarsa öldüreceklermiş.”
“ Suç mu işledin ki?”
“ Ne suçu kardeşim!.. ne suçu!... Ailem beni, köyümüzden yaşlı bir amcaya verdiler. Daha sonra üzerime kuma gelince, yaşlı kocam olacak manyak adam bana eziyet etmeye başladı. Bende bileziklerimi alıp, evden kaçtım. Bizim köy buraya çok uzak. Garaja gelinceye kadar neler çektim bir bilseniz. Derenin kenarında üç gün boyunca gizlice yürüdüm. Çoğu zamanda mağara gibi yerlerde geceleri konakladım. Derenin kenarında yürürken, ayaklarıma koca koca yılanlar dolandı. Nerdeyse aklımı oynatacaktım. Yanımda param olmasına rağmen, yiyecek bir şeyler bulamadığımda, dere kenarındaki otlardan yemek zorunda kaldım. Sanırım bataklıklarda yürümekten sanırım böbreklerimi üşüttüm. Karayoluna geldiğimde, çok halsizdim. Geç saatlere kadar yol kenarında araba bekledim. Bu arada oldukça acıkmıştım. Havanın kararmasıyla birlikte uzaktan beliren ışığa umutlanıp, el ettim. Genç bir kamyoncu, arabasından inip, baba şefkatiyle bana sarıldı. Beni kamyonuna alıp, en yakın bir otele götürdü. Karnımı bir güzel doyurdu. Yemekten sonra kendimi kaybetmiştim. Kalktığımda otel odasında yatağımda çırılçıplaktım.
“ Eve dönsen olmaz mı?”
“ Döndüğüm anda, aile meclisi buldukları yerde öldürürler. Bizde evden kaçmak, bir daha geri dönüşü olmayan yoldur” Genç kız, kafasını pencereden dışarı çevirdiğinde, suskunluğu, ön koltukta oturan çocuğun ağlaması bozdu. İki koltuk arasında sıkışan iki çocuğun, uzun yolculukta perişan olacakları şimdiden belliydi. Yılmaz, arkasından gelen pis ayak kokusuna da bir anlam veremedi. ‘Uzun ve sıkıcı yolculuğu tamamlayabilirsem bravo bana’ diye aklından geçirdi. Yanına yaklaşan pasaklı muavine,
“ Arkadaki şoförün yatma yeri boş olsa gerek, oraya geçebilir miyim.”
“ Olur be birader!... Geçebilirsin, senin yerine de ileride müşteri alırız.” Yılmaz, arkaya uzandığında, türkünün sözlerini anlamadan müziğin nameleri ile uykuya dalması fazla uzun sürmedi. Otobüs, gecenin bilinmezliğinde , Allah’a emanetçe hedefine doğru yol aldığında, şoförün ara sıra fren yoklamasında, yolcuların yarım uykuları arasında başlarını kaldırıp, kel kafalı şoförün yaylı koltuğunda neredeyse tavana fırlamasını Yılmaz, yattığı yerden gülümseyerek izledi. Otobüsün ani frenle durmasına ise bir anlam veremedi. Trafik mi, yoksa kimlik kontrolü beklentisi içinde eşkıyalar çoktan içeri dalmıştı.
“ Kaptan, içerinin ışığını söndür ve yalnızca gece lambalarını yak!... Bu arada da sakın kimse kıpırdamasın! Yoksa hepinizi şuracıkta öldürürüz.!... Yaptığımız yalnızca bir soygun olacak!...” diyen, yüzü renkli desenli örtüyle kapalı ele başı, makineli tüfeğini yolcular üzerine doğrultusunda , içeride nefes alma sesi bile kesilmişti.
“ Herkes, altınlarını ve paralarını oyalanmadan çıkartsın!...Yoksa!...” komutunun ardından Yılmaz, cebindeki geleceği olan birikimleri kaptırmamanın korkusuyla, yanı başındaki koyu desenli ve pis kokan battaniyeyi bir yılan kıvraklığında çaktırmadan başına doğru çekti. Bukalemun gibi kamufle olduğunda, olup bitenleri battaniyenin altında nefessiz dinliyordu. Yolcuların, ‘neyimiz varsa alın, yeter ki canımızı bağışlayın’ yalvarmaları arasında, eşkıyaların avuçları da dolmaya devam ediyordu. Son yolcudan da alınan altınlarla, arka kapıdan hızla inen eşkıyalar,
“Haydi şimdi hepinize hayırlı yoluculuklar!..” naralarıyla uzaklaşırken, otobüs de onca yükün verdiği hafifleme ve yolcuların sezerişleriyle yoluna devam etti. Yılmaz, parayı kurtarmanın sevinciyle uykusuna tekrar dalamadı. Kulağını yaşlı amcanın konuşmalarına çevirdi.
“ Biz, etle tırnak gibiyiz, asırlardır birlikte yan yana dostça yaşadık. Kız alıp, oğlan verdik. Halaylarda, savaşlarda ve camilerde hep omuz omuzaydık. Doğusundan, batısından başbakanımız oldu. Nedir bu çatışmalar? Çıkar çevreleri, bir birimize düşürmek için elinden geleni yapıyorlar. Bizi içten yıkmak istiyorlar. Bunların oyunlarına gelmemek lazım.”
Kafasını kaplumbağa yavaşlığında kirli battaniyesinden çıkartan Yılmaz, uzunca gerildi. Rahatladığını hissetti. Yorgun gözlerini tekrar uykusuna teslim ettiğinde, otobüs içindeki konuşmalarda devam ediyordu…