Toplumun Sırtına Yüklenen Kamburlar!
Dünya üzerinde yaşayan ülke toplumları üzerinde bir araştırma yapılsa, sanırım en acılı, en sıkıntılı, en mutsuz toplumlardan biri de bizler çıkarız.
85 yıllık cumhuriyet tarihi geçmişimiz, 600 yıllık Osmanlı tarihimiz ve en az 5 bin yıllık Türk tarihi gözönüne alındığında, işgal ve savaş dönemlerini araştırmanın dışında tutarsak, belki de en mutsuz, en huzursuz bir yüzyılı yaşıyoruz, Türk toplumu olarak.
Nasıl ki, insanların sırtına yüklenen kamburlar varsa, toplumların da sırtına yüklenen kamburlar oluyor ne yazık ki bizim ülkemizde...
Çok gerilere gitmeyelim, son 50 yıllık tarihimize bakalım sadece ve neredeyse her 5 yılda, 10 yılda bu toplumun sırtına yüklenen kamburları bir kez daha hatırlayalım...
İlki sanırım 60 ihtilali olmalı!.. Herhangi mantığı, herhangi bir ilkesi olmayan, bir anlamda canımız, gözbebeğimiz olan ordumuzun en büyük handikaplarından birini oluşturan bir askeri darbe...
Ayakların baş, başların ayak olduğu, genelkurmay ve kuvvet komutanlarının dikkate dahi alınmadan, ordu içerisindeki yüzbaşıların, albayların oluşturduğu bir cuntanın ülke kaderini değiştirmek için iktidara el koydukları abuk bir durum...
Benzerleri, geri kalmış Afrika ülkelerinde görülebilen, çavuşların onbaşıların darbe yaptığı, genelkurmay başkanlarını tutukladığı benzer bir durumu Türkiye yaklaşık 50 yıl önce yaşamıştı...
İşte, o kambur halen Türk toplumunun sırtında taşınmaya devam ediyor.
Bir kamburun sırtındaki ağırlığını, beli doğrultamamanın ıstırabını yaşayan bu toplum, çok geçmeden 71 muhtırasını da yaşamak durumunda kaldı.
Yine aynı askeri açgözlülerin, kendi mantık pencerelerinden bakarak ülkeyi kurtarmak adı altında demokrasiyi rafa kaldırma operasyonlarından birinin daha gerçekleştirdiği bu yıllar da, toplum için çok büyük sıkıntılara yol açarken, kambur üstüne kambur da bindirilmiş oluyordu.
Haa, unutmadan şunu da belirtelim ki, bu ülkede darbelerle el koymak için sihirli sözcük ya “cumhuriyeti kurtarmak” ya da “vatanı korumak” adı altında gerçekleştirilmektedir. Bu iki tılsımlı sözcükten birini söylem olarak kullanıp da, üzerinizde üniforma varsa, canınızın çektiği an ülke yönetimine el koymakta herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.
Eğer, ortam ve şartlar müsaitse buna medyanın vereceği destekle, arkanıza halkın büyük çoğunluğunun desteğini de alıp, yeri gelir yıllarca keyfini bile çıkarıp, kendinizi diktatör bile pardon devlet başkanı bile ilan edebilirsiniz...
Netekim böyle kamburlardan biri de 80 darbesi olarak siyaset ve askeri literatürümüze girerken, demokrasi kültürümüzün yozlaşması da beraberinde gelmekte fazla gecikmedi.
Demokrasi kültürümüz yozlaşıyor derken, aslında biraz abartmış da olabiliriz. Olmayan bir şeyin yozlaşması ne kadar doğrudur ki?
Doğal olarak yozlaşabilmesi için demokrasi kültürünün bu toplum tarafından absorbe edilmesi gerekir. Umuyoruz, bir gün bizler görmesek de inşallah torunlarımızın torunlarının torunları böyle bir demokrasi ortamı içerisinde yaşama kısmetini elde edebilirler.
80 kamburunun ardından, bu kez ülke sırtına kambur yükleme görevini siyasetçiler devrelarak, kâh 28 Şubat süreçlerini, kâh 27 Nisan ültimatomlarını da bu toplumun sırtına yüklenen kamburlara ilave olarak yüklenmesinde hiçbir sakınca görmediler.
Maşallah bizim siyaset tarihimizde yer alan birbirinden üstün özelliklere sahip siyaset ulemalarının birbirinden ilginç atraksiyonları ile doludur.
Karaoğlanından, Çoban Sülüsüne kadar, Tırt Osmanından Zehir Hafiyesine kadar onlarca, hatta yüzlerce siyaset uleması, sırf kendi siyasi egolarını tatmin etmek amacıyla, bu toplumu birer kobay olarak kullanmaktan belki de gizli bir zevk alır hale gelmişler ve diledikleri uygulamaları bu toplum üzerinde denemişlerdir.
Bakın, onların yetiştirmeleri olan talebeleri de günümüzde bu siyaset kaosunu, ustalarını aratmayacak şekilde öylesine güzel sürdürüyor, öylesine güzel uyguluyorlar ki, artık sırtlarına yüklenen kamburları taşıyamaz hale gelen toplumun feryatlarını dahi duymazdan gelmeyi becerebiliyorlar.
En son bu toplumun sırtına yüklenmeye çalışılan Anayasa değişikliği ile ilintili türban-eşarp karışımı kambur, zaten ezelden beri birleşmekten çok ayrışmayı kendine ilke edinen toplumumuzda hemen karşılık görmekte gecikmedi.
Zaten görsel medya olarak nitelendirilen televizyonlar sayesinde son 10 yılını neredeyse “Ayşeciler-Fatmacılar... Ahmetciler-Mehmetciler...” aşamasına kadar getirilen toplum, şimdi de türbancılar-urgancılar ile türbana karşıcılar-urgansızlar olarak yeni bir bölünme stratejisi dener konumuna düştüler.
Elele, kolkola girerek okullarının yolunu tutup, okul anfilerinde yanyana oturan, kantinlerinde aynı masada çaylarını yudumlayan, yemekhanelerinde karşılıklı yemeklerini büyük bir keyifle birlikte yiyen örtülü ile örtüsüz kızlarımız, şu sıralar dindar-dinsiz olarak bölünme gayretleri içerisine sokulmaya çalışılıyor.
Ülkenin içinde can çekiştiği ekonomik istikrarsızlık dizboyundan çok yukarlara çıkıp, neredeyse boynu aşıp çene hizasına gelmeye başlayınca, gündemde de değişmelerin olması mevcut iktidarlar tarafından olmazsa olmazlardan biri olarak tabii ki kabul edilebilinir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın dikta ile en sert şekilde yönetilen ülkesi olan İspanya’da, General Franko toplumun dikkatini başka yönlere çekmek için sporu ön plana çıkartıp, özellikle de futbolu uyuşturucu etki olarak pompalarken, insanlar demokrasinin nimetlerinin farkına varamamanın ıstırabını yıllar sonra farkedebildiler.
Avrupa’nın göbeği denilebilen bir yerde böylesine bir ucube yönetim yıllarca hakimiyetini sürdürürken, bizim ülkemizde halen başörtüsünün belli amaçlar ve bölünmeye yönelik hedefler doğrultusunda gündeme konulmasının acısını aslında önümüzdeki yıllarda çok daha fazla bir şekilde hissedeceğiz.
Ne büyük bir talihsizliktir ki, ülkenin başbakanı ile muhalefetin başı, bugün bile idamlık gömlek üzerinden siyasi ikbal umut edip, birbirlerine hakaretin neredeyse diz boyu olduğu son derece pespaye bir siyaset edebiyatı ile hitap ederken, toplumun sırtına yükledikleri yeni yeni kamburları da farkedemiyorlar... Ya da farketmek istemiyorlar.
Ancak, bu kadar kamburu onlarca yıldır sırtında taşımaya alışan bu toplumun da hiç mi kabahati yok? Tabii ki var. Hani ne demişler, “Sen eşek olursan sırtına semer vuran çok olur!..”
Biz de öylesine alışmışız ki sırtımıza vurulan kamburları taşımaya, gıkımız dahi çıkmadan, yeni vurulacak kamburları da bekler hale gelmişiz.
Hiç düşünmemişiz ki, üst üste vurulan bu kamburların altında bir gün kalıp öleceğimizi!..