Toplumsal Paranoyanın Boyutu!
Televizyon kanallarından birinde, Türkiye’nin en medyatik ilahiyat hocası, “Beyaz Hoca!” adıyla bilinen Zekeriya Beyaz, cep telefonlarının dinlenmesi ile ilgili başından geçen olayı anlatıyor!..
Malum, bu Ergenekon davası toplumun tüm kesimlerinde öyle bir paranoya yarattı ki, artık herkes telefonunun dinlendiği korkusu ile yatıp, sabah gün ışımadan gözaltına alınacağı korkusu ile uyanır oldu.
Durum böyle olunca, Türkiye’nin yetiştirdiği en şeker hocalardan biri olan Zekeriya Beyaz hoca da bu paranoyadan kendine düşen kısmını nasiplenmiş ve bunu da 70 milyon vatandaşı ile paylaşıyor.
Nereden duymuşsa, kendi telefon numarasının başına 2 rakamı koyup da, çevirince eğer karşı taraftan birisi açarsa, telefonun dinleniyor diye birisi kendisi ile hafif yollu bir dalga geçmiş. Zavallı Beyaz Hoca da bunu gerçek sanıp, denemeye kalkınca, böylesine sıkıntılı ve böylesine kabus dolu bir Türkiye gündemini hafif de olsa tebessüm ettirecek bir olaya da böylece imza atmış oldu.
Başına 2 koyup çevirdiği ve kendi GSM şirketinden bir başka numaranın karşısına çıktığını bilmeden, hiç tanımadığı birisine tatlı tatlı giydiren Beyaz Hoca, “Beni de dinliyorlar!..” vehmine kapılıp, bu dalga geçme parodisini bir de habercilerle paylaşınca, gündemin stand-upçısı olarak bir kez daha ne kadar showman bir yapıya sahip olduğunu da kanıtlamış durumuna geldi.
Neyse olay o değil!.. Asıl olay, Türkiye’nin yetiştirdiği ve profesör düzeyine yükselttiği bir değerin bile böylesine bir paranoyaya kapılması. Düşünebiliyor musunuz, bir ilahiyat profesörü bile kendisinin dinlendiği kuşkusu ile yaşam sürüyor?
Daha da vahimi ise, her an polisin gelip de kendisini gözaltına alabileceği korkusu ile evinde ne kadar kitap, cd, yazılı eser varsa, bunları parça parça kutulara bölüştürüp, eşe dosta dağıtması...
Gerekçesi de, polisin bu kitap ve yazılı kağıtların arasında bulabileceği herhangi bir şeyi, delil olarak kullanıp, kendisini uzun bir süre cezaevinde misafir olarak ağırlamayı düşünmesi!..
Öyle ya, generallerinden başyazarlarına, işadamlarından gazetecilere kadar, toplumun önde gelen kişilerini, sorgusuz sualsiz içeri tıkmayı kendine görev edinen bir devlet anlayışının, Beyaz Hoca gibi birine mi gücü yetmeyecek?
Zaten devlet dediğin de böyle değil midir? Gözünün üstünde neden kaşın var diyerek, vatandaşını içeri tıkmayan devlete, devlet mi denir sanki?
Aslında, böylesine büyük bir paranoya sadece Beyaz Hoca’da mı var sanki? Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi, toplumun hemen hemen her kesimine şırınga ile zerk edilir gibi bu korku damarlarımıza işlendi!..
Yapanın eline mi sağlık diyelim!.. Tabii ki değil. Kimler sebep olduysa, hepsini Allah kahretsin...
..................................
80 darbesini, hem öğrenci, hem de gazeteci olarak dolu dolu yaşayanlardan biriyim. O yıllardaki korkuyu, daha doğrusu paranoyayı da çok iyi biliyorum. Neredeyse, hemen hemen bütün apartmanların bacalarından siyah siyah dumanlar çıktığını, yanan kağıtların gökyüzüne savrulduğunu bugünkü gibi hatırlıyorum.
Ev ev dolaşan asker ve polisler, her yeri didik didik arıyor ve yasak olan ne kadar kitap, belge, gazete, dergi vs. varsa topluyor, evdekileri de sorgusuz sualsiz gözaltına alıyorlardı.
Ha, yasak olan diyorum, o da sözün gelişi tabii ki!.. Hangi kitabıp, ya da gazete veya derginin yasak olduğunu, hangisinin serbest olduğunu bilmeyen yurdum askeri ve polisi, kafasına göre takılıyor, her kırmızı başlıklı yazılı eseri, “Bu kesin yasaktır!” diye hangi evde ya da yerde bulduysa, hane halkını gözaltına alıyordu.
O yıllarda gözaltına alınmak, kimilerine göre hayata veda etmekle de eşanlamlıydı bir yerde. Birçok gözaltına alınanların daha sonra kayboluş hikayeleri yıllar yılı bu ülkede konuşuldu durdu da, hiç kimse bu kaybolanların akibetinin ne olduğunu açıklayamadı.
Hadi, gözaltına alınanlar bir şekilde terk-i dünya eyliyorlardı da, geride kalan yakınları en büyük eziyeti gören topluluğu oluşturuyordu. Çünkü, kendilerine en küçük bir bilgi verilmediği için, onlar günün birinde içeride gözaltına alınan yakınının çıkacağı hayali ile kendilerini avutuyorlardı.. Taa ki, üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra, gidenin gelmediğini gördüklerinde, acı gerçeği ister istemez kabullenmek zorunda kalıyorlardı, doğal olarak!..
Darbenin, kendi evlatlarını yok etmesi gibi, hele bir de bu darbe Türkiye’de yapılmışsa, toplumun korku psikozuna girmemesi, paranoyaya kapılmaması mümkün değil.
Neredeyse, her 10 yılda bir darbeye alıştırılan ve bu darbe sırasında aslanlar gibi evlatlarını darbeye kurban verenler, bu nedenle darbeye karşı böylesine bir korku bilinci içerisine de düşürüldüler.
Ve, ne yazık ki 21. yüzyılın globalleşen dünyasında, gelişmiş toplumların ağızlarına almayı bırakın, düşünce olarak, en küçük beyin kıvrımlarından dahi geçirmeyi akıl edemedikleri darbe olayı, bizim ülkemizde tüm geçerliliğini korumayı sürdürüyor.
Çünkü, bizim devlet geleneğimizde olan bir durum. Beğenmiyorsan darbe yapıp devireceksin!..
Biz demokrasiyi böyle öğrendik ve böyle de uyguluyoruz...
Ancak, hâlâ akıl erdiremediğim bir durum var ki, sair zamanlarda demokrasi aşığı kesilen sivil toplum örgütlerinin dahi bu kadar korkması, bu kadar pısması!..
Ne kahraman Türk milletiymişiz be!..
Attığımızda mangalda kül bırakmıyoruz da, iş darbeye, gözaltına alınmaya gelince, saklanacak delik arıyormuşuz meğerse...
Aslan yürekli sendikacılarımız, sivil toplum örgütü temsilcilerimiz nerede diye bakıyorum da, onlar yaz tatilinin rehaveti içerisinde, deniz-güneş-kum güzellemesi ile uğraşır olduklarından, memleketin asıl sorunu olan demokrasiyi akıllarına bile getiremez olmuşlar!..
Anlaşılan güneş altında öylesine kalıp, beyinsel erozyona uğramışlar ki, kalkıp da iki çift laf etmeyi bile kendilerine zul görmeye başlamışlar!..
Benim cici tatlı su sendikacılarım sizi!.. Hepinizin ne b.k olduğu bir kez daha meydana çıktı!.. Benim nazarımda böylesine bir demokrasi mücadelesine tepki vermeyen hepiniz satılıksınız, hepiniz aşağılıksınız, hepiniz namussuzsunuz ve hepiniz şerefsizsiniz.
Demek ki, boşuna söylenmemiş dış düşmanlar ve içerideki yerli işbirlikçileri lafı!.. Sizler varken, bu ülkenin düşmana ihtiyacı mı var? Sizin de topunuzun Allah belasını versin...
Bundan sonra, bu milletin karşısına çıkıp da, hangi yüzle demokrasi, hak, hukuk mücadelesi yapacaksınız çok merak ediyorum. Aşağılık insanların böyle bir mücadele vermeye hakları olduğuna da hiç mi hiç inanmıyorum artık.
Hepsinden önemlisi, sizleri kendilerini temsil etsin diye o makamlara, o koltuklara getirenlerin gözlerinin açılması... İnşallah bu gerçeği görürler de, sizin gibi aşağılık köpekleri bir an önce oradan indirirler. Hak etmeyen insanların, oralarda yer alması bence en büyük veballerden biridir...
...................................
İşin bir başka boyutu da, bize böylesine toplumsal paranoya yaşatanların hesap verip vermeyeceği...
Gerçekten çok merak ediyorum, bunun hesabını kim, nasıl ve ne şekilde verecek?
Gözaltına alınanlar, kansere yenik düşüp öldürülüyor, toplumdan tık çıkmıyor. İnsanların özgürlükleri aylarca ellerinden alınıyor, insan hakları rafa kaldırılıyor.
Umarım, keser döner sap döner, bir gün hesap döner de, bu travmayı ya da paranoyayı bize yaşa-tanlardan en küçük detayına kadar hesap sorulur.
Gerçi, daha önce yaşatılanlardan kim kime hesap sordu ki? Biz eşek olunca, nasıl olsa sırtımızı semer vuran da çok oluyor. Bize sadece semerin üzerine konulan koca koca borç yüklerini taşımak kalıyor.
Her zaman söylediğim gibi, toplumlar hak edildikleri biçimde yönetilirmiş. Biz de böyle bir yönetim tarzını kendimize ilke edinmemiş olsaydık, şimdiye kadar çoktan sesimiz çıkardı. Ama öylesine bir kabullenmişlik içerisindeyiz ki, sırtımıza konulan her yükü ııhh demeden taşımaya şartlanmışız.
Hani, köprüye ikinci bilmemneciyi koymasını isteyen halktan ne farkımız kalmış ki?
Böyle başa böyle tıraş, az bile!..