Toplum Yararı ve Bireyin Özgürlüğü
Toplum düzeninin temel amacı, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde belirtilen temel insan haklarına sahip olan” bireylerin, üretken ve mutlu olabilecekleri bir ortamı sağlamak olmalıdır. Toplum düzeninin en önemli kurumu ise, en genel anlamı ile “devlet”tir. İnsanlık tarihinde, devletin ne olduğu ve olması gerektiği konusu ilk defa Platon tarafından ele alınmış ve o günden bu yana, bu konuda sayısız teori ve görüş ortaya atılmıştır.
Yüzyıllar boyunca kabul gören, devletin varlığını önceleyen ve “bireyin devlet için var olduğu” şeklindeki görüş, 20. yüzyıl başlarından itibaren ciddi şekilde sorgulanmaya başlanmış ve nihayet, Friedrich August von Hayek (1889-1992) tarafından, büyük bir cesaretle, “devletin bireyden önemli olamayacağı” ileri sürülmüştür. 1974 Nobel Ekonomi Ödülü sahibi olan Hayek, 1944 yılında yayınlanan “Kölelik Yolu (The Road to Serfdom)” adlı eserinde, “bireye müdahale” konusunu uzun uzun tartışmakta, herkese göre anlamı ve içeriği farklı olabilen “toplum yararı” gerekçesi ile bireye müdahaleyi öngören hukuk metinlerini sert bir şekilde eleştirmektedir.
“Neo Liberalizmin babası” olarak kabul edilen Hayek’e göre, toplumsal yararın temeli bireyin mutlak özgürlüğüdür. Ancak bireyin özgürlüğü, diğer bireylerin özgürlüklerine ve haklarına karşı risk teşkil edemez.
İnsanların, doğuştan sahip bulundukları kabiliyetlerini en üst seviyede kullanabilmelerini ve kendilerini güven içinde hissedebilmelerini sağlamayan toplum düzenlerinin savunulamayacağını belirten Hayek, bireylerin özgürlüklerini adeta kutsamaktadır.
Türk siyasi fikirler tarihine bakıldığında, ne yazık ki, bireyin özgürlüğünü önemseyen görüşlere pek rastlanmamaktadır. Genel kabul gören görüş ise, “bireyin devlet için var olduğu ve kendini topluma adaması gerektiği” şeklindedir. İlk bakışta fevkalade etkileyici görünen bu düşüncenin, bireylerin yaratıcılığını ve her türlü üretkenliğini ortadan kaldırdığı, bireyin topluma yararlı iş yapabilme yeteneklerini yok ettiği görülememiştir.
Hiçbir felsefi temeli bulunmayan, pek çoğu romantik süslü laflardan ibaret olan, sözüm ona siyasi görüşler insanların kafalarını bulandırmakta ve karşı karşıya gelinen sorunların analizlerinden, “çatışma” ve “kamplaşma”nın dışında, başkaca hiçbir sonuca varılamamaktadır.
Türkiye’de, çok basit bir meselede bile toplum, kolaylıkla bölünmekte ve birbirleri ile sert çatışmalara giren zıt kamplara ayrılmaktadır. Sadece gündelik haberleri izleyen biri bile, bu konuda pek çok örnek bulabileceğinden, burada bir örnek vermeye gerek duymuyoruz.