Toplum-Birey-Sanat Eğitimi İlişkisi
Örgün eğitim süreçlerinde sanat eğitimi her bireyin gelişimi göz önünde tutularak cumhuriyetin kuruluşundan bu yana var olmuş ve zorunlu dersler içerisinde yer almıştır. Cumhuriyet öncesi başlanan örgün eğitimde sanat eğitimi çalışmalarının yer alması yaklaşımı giderek benimsenmiş ve uzun yıllar aynı şekilde uygulanmıştır. Nitekim günümüzde dünyada uygulanan modern eğitim-öğretim programlarına bakıldığında da sanat eğitimi uygulamalarının etkin şekilde yer aldığı, her bireyin mutlaka sanat eğitiminden geçmesi anlayışının oldukça önemsendiği görülebilir. Modern çağa uygun toplumların oluşması için içinde yaşayan bireylerin şekillendirildiği eğitim-öğretim programları tabii ki sanat eğitimsiz düşünülemez. Sanat eğitimi kişilik oluşumunda en etkin araçlardan biridir. Bireyin yaratıcılık yönünü geliştiren, çok yönlü düşünce yapısı oluşturan, tek başına ve toplulukla birlikte iş yapma becerisi kazandıran, modern toplumlara uyumda destek sağlayan, yaşama dair estetik bakış açısı kazandıran çok önemli bir disiplin alanıdır. Sanat eğitiminin yoksun olduğu veya etkin olarak yapılmadığı toplumlardaki bireylerde bu özelliklerin giderek azalması kaçınılmazdır. Bu durumda yaratıcılık yönü gelişmemiş dolayısıyla iş ortamında yeni fikirler üretemeyen, çevresine yeni fikirlerle katkı sağlayamayan, toplumda yaşanan olaylara bakarken çok yönlü düşünemeyen ve skolastik bir felsefe çerçevesinde hareket eden, çevresinde yaşayan insanlarla ortak işler gerçekleştiremeyen, birlikte iş yapma becerisi oluşturamayan bireylerden oluşmuş toplumlar ortaya çıkacaktır. En önemlisi de estetik bakış açısı kazanmamış bireylerdeki artıştır. Burada oluşacak tehlike bir toplum için en tehlikelisidir diyebiliriz. Estetik değerlerden yoksun bireyler; çevresindeki olaylara karşı duyarsızlaşırlar, vatandaş bilinci zayıflamıştır, zevkler ve beğenilerin düzeyi düşer. Bu da o toplumda yaşam kalitesinin düşmesi demektir. Çevre bilincine duyarsızlık, tarihi ve sanatsal eserlere ilgisizlik, toplum içinde karşılıklı nezaketten uzak, yemek yeme alışkanlığından tutunda giyim-kuşama kadar nitelik kaybı kaçınılmaz olacaktır.
Gelişmiş toplumlar çok uzun zamandır yukarıda bahsedilen konuların toplumlar üzerindeki etkilerini kavramış, üzerinde düşünmüş ve çözümler üretmiş toplumlardır. Dolayısıyla modern toplumların eğitim-öğretim süreçleri incelendiğinde sanat eğitimi konularını ne denli önemsedikleri görülmektedir. Kalkınmış ülkelerin eğitim-öğretim ortamları gözlendiğinde sanat eğitimine ayırdıkları süreç, araç-gereç desteği ve bu eğitimi yürütecek sanatçı-eğitimci sağlama desteğine dikkat çekmek gerekir. Bugün batı ülkelerinde herhangi bir taşra kasabasındaki sıradan bir okulda bir okul orkestrası görmek mümkündür (40-50 kişinin yer aldığı senfoni orkestrası düzeyinde). Bu düzeyi yakalamadaki gezici sanatçı-eğitimci çalıştırma yaklaşımı da ayrıca önemsenmesi gereken bir konudur. Çalgısına hakim, müzisyenlik kimliği öne çıkmış sanatçılar -gezici öğretmenler- olarak görevlendirilmekte ve bu okullardaki öğrenciler orkestra içinde yer alan tüm çalgılar bakımından yetiştirilmektedirler. İlköğretim ve ortaöğretim düzeyinde bunu sağlamak oldukça uzun ve zahmetli bir iştir. Ancak sonuçta ortaya oldukça nitelikli işler çıkmaktadır. Bu gibi örnekleri sanatın diğer alanlarında da görmek mümkündür. Dikkat çekmek istediğim nokta ise toplumda bireylerin yetiştirilme süreçlerinde uygulanan sanat eğitimi politikalarıdır.
Bizde ise cumhuriyet öncesi ve cumhuriyet dönemi oldukça önemsenen bu konu giderek önemini yitirmeye başlamıştır. İlk yıllarda öğretmen okullarında her öğretmen adayına zorunlu kılınan mandolin eğitimi yerini giderek blokflüt’e bırakmış, hatta bunu bile öğretmek zaman zaman güç hale gelmiştir. Gelişmiş ülkelerde sıradan bir ilköğretim düzeyinde bile yukarıda bahsedilen sanatsal düzeyde çalışmalar yapılırken bizde öğretmen olacak adaylara ancak ve ancak blokflüt çaldırıp sadece ilköğretim düzeyinde gerekli olacak çocuk şarkıları öğretiyorsak sorunumuz ciddi demektir. Eğer toplumu oluşturacak bireylerimizin estetik bakışlarında daha yüksek bir düzey istiyorsak, genel eğitim düzeyindeki sanat eğitimi konularına daha fazla önem verip yüksek sanatsal düzey taşıyan çalışmalar ve uygulamalarına ağırlık vermek zorundayız. Bu da sanat eğitimi konularını ideal şekilde planlamayı, yeterli düzeyde bütçe ayırmayı, uygun fiziksel şartları oluşturmayı gerektirmektedir.
Yapılması gereken bu temeli oluşturacak, alanında uzman-vizyon sahibi kişilerin danışman olarak belirlenmesi ve hükümet yönetimi düzeyinde yetkinin bilirkişilere devredilmesidir. Bu gibi toplumun geleceğini etkileyecek önemli konular mutlaka ve mutlaka uzmanlara bırakılmalı ve bu kişilere tam yetki verilmelidir. Tüm disiplin alanları düşünüldüğünde sanat ve eğitimi konuları gerçekten çok özel alanlardır ve politikaları uzman kişi veya kurullarca oluşturulmalı-yürütülmelidir.