Tokken Sen, Sen Değilsin!
İlk ayetlerin akışı “insanı yaratan” Rabbinin “insan”ı yoğurmayı dilediği yönü işaretler.
Birkaç gündür reklam panolarında gözüme ilişiyor o slogan. Sade. Şaşırtıcı. Sarsıcı. Sahici. İçinden yakalıyor insanı. “Açken SEN, SEN Değilsin” Tıp adamı tarafımla onaylıyorum cümleyi. Kan şekeri düşen insan asabileşir, kontrolünü yitirir. Kendisi olmaktan çıkar sahiden. Çikolata reklamı için yerinde bir cümle. Net bir tıbbi gerçekliğe dayanıyor. Hatırı sayılır. Bu cümlenin hatırını bu kadarla saymış olalım.
Kanaatimce, her yerde, her zaman, hiç olmazsa bugünlerde billboardlarda ve panolarda görmemiz gereken slogan bunun tersi olmalı: “Tokken SEN, SEN değilsin.”
Tokluk, duyguları sağırlaştırır. Dışarıya ilgiyi azaltır. Başkalarına dair kaygılarımızı söndürür. İnsanı kendi kendine yeter sandırır. Hele de aşırı tokluk, hiç acıkma deneyimi yaşamamak, çevremize duyarsız kılar bizi. Diğerkâm olunmaz tokken. Tok acın halinden bilmez. Tokken, yardım için eller cebe gitmez. Paylaşmaya aklımız yatmaz. Bencilleşiriz. “Bana ne!”lerimiz çoğalır. Bahanelere yaslanırız. Konforda kayboluruz. Yüreğimizden başkalarına doğru akacak merhamet kanalları tıkanır. Kendi kabuğumuza çekiliriz; merhamet gözeneklerimiz kapanır.
İnsanı, insan olarak var kılanın dilediği değildir bu. O insanı “alâka”dan yaratmıştır. “Oku; Rabbinin adıyla oku. Ki O insanı ‘alâka’dan yarattı” diye meali verilen ayetlerin şifresi “alâka” kelimesidir. Genel kanaatin aksine, ‘alâka’ deyimi, sadece insan cenininin bir evresini ifade etmez. “alaka” diye adlandırılan bu evrede, embriyo hücreleri rahim duvarına çengellenir, asılır. Rahimle “ilgi”si başlar. Ana rahmiyle alâka kurduğu için cenine bu evrede ‘alaka’ denir. “Her şeyi birbiriyle ilişkilendir, varlıkta anlam ara!” anlamındaki “İkra!” hitabından sonra gelen cümlelerin anlam eksenini ancak böyle yakalarız. ‘İnsan’ ve ‘alâka’ birbirine ikiz kardeş gibidir. İnsan her şeyle alâkadardır; her olaydan etkilenir, her acıdan pay alır.
İlk ayetler insana insan oluşunu hatırlatır: ‘Seni Sen yapan ilgidir, alâkadır.” Çevresiyle bağını koparmış insan ‘insan’ değildir. Başkasına ilgisiz, komşusuna duyarsız, etrafına merhametsiz insan, insandan beklenen temel işlevi yerine getirmez.
İlk ayetlerin akışı “insanı yaratan” Rabbinin “insan”ı yoğurmayı dilediği yönü işaretler. Bencil olmamalıdır insan. Benci olmamalıdır. Kendine yontmamalı. Sırf kendi çıkarını düşünüyor olmamalı. Zayıflara duyarsız kalmamalı. Gücüne yaslanmamalı.
Yetimi öksüzü gözettiği ölçüde, yoksula muhtaca el uzattığı kadarıyla, yaratıldığı ‘maya’ya sadık kalır insan. Böylece “alâka”dan yaratılmışlığının hakkını verir. Yoksa kendi aslına ihanet eder. Yoksa, olması gerektiği gibi olmamanın sancısını çeker. Huzurdan yoksun olur. İç barışını elde edemez. Misyonunu yerine getirmez. Yarım kalır; tamamlanamaz.
Belli ki, insanlığın ufkuna “Senin Rabbin kerimlerin kerimidir” diye d/okunan ilk ayetler, “Emin Muhammed”in o sıralar “şehir”de olup bitenlere derin itirazına cevaptı. Güçlünün zayıfı ezdiğini gören Abdullah oğlu Muhammed’in [asm] fıtratı, “Böyle olmamalıydı!” diye isyan etmiş olmalıydı. Hemşerilerinin bencilleştiğine, vurdumduymazlaştığına tanık olan “evrensel vicdan”, olan bitenin insanlığa yakışmadığını haykırıyor olmalıydı. Cevap O’nun sancısı sayesinde geldi: “Karşılıksız vermeyi ilke edinen Rabbinin adına bak varlığa. Senin Rabbin kerimler kerimidir; kerem ettiği için insanı var etti. Elbette ki insandan kerem bekler, insanı iyilik ederken görmek ister.”
Belli ki insanı insanla “alâka”landırmak içindir oruç. Emellerinin ardı sıra koşarken merhameti unutmasın diye açlık deneyimi yaşatır O Kerimler Kerimi. Oruç, insanlığın içindeki cevheri açığa çıkarmak için çizik atar ben’in kabuğuna. Namaz da öyle. İnsanı bildiği gördüğü her şeyi aşabilecek bir duruşa taşır kıyamıyla. Secde ile varlığın ötesine ağmaya, eğilmeye çağırır insanı: varlığın konforuna kıvranıp çürüyebilecek insanlık cevherini parlatır. Zekat da öyle. Zekat, kendinden öteye odaklar insanı. Varlığını bencil bir sarmalda tüketen insanlığa, başkaları için de var olmanın letafetini kazandırır. Sadaka, sözüne sadık kalma sınamasıdır; verilenlerin çokluğuna kanıp da Veren’in verdiğini unutmak gibi bir rezillikten kurtarır insanı. Başkalarının acıları karşısındaki duruşumuzu onarmak içindir bunca çaba. “Alâka”yı diri tutmak için.
Başkalarının acıları seni acıtmıyorsa, sen sen değilsin. Kırılmış kanatların sızısı yüreğine dokunmuyorsa, sen sen değilsin. Başkalarının ihtiyaçları rahatını bozmuyorsa, sen senden bekleneni vermiyorsun, sen sen değilsin. Susuzlara su yetiştirmek için terlemiyorsan, içinin merhamet denizi kurumuş; sen sen değilsin. Açlara ayıracak lokman yoksa sofranda, insanlığını gırtlağında boğmuşsun; sen sen değilsin.
Billboardların hepsini hak eden cümlemiz işte:
Tokken SEN, SEN değilsin.