Tohumculuğumuzun Yeni Strateji Gereksinimleri!
Dünya tohumculuk pazarı son verilere göre 37’si ticari, geri kalan çiftçinin kendi kullanımı olmak üzere 55 milyar US$ dır. Bu pastadan pay almak için her ülke yeni tohumculuk sistemleri geliştirmektedir. Türkiye bu konuda oldukça geç kalmıştır. Henüz 1985’lerdeki liberasyonla kurulmaya başlayan özel Türk tohumculuk firmalarının, özellikle çeşit geliştirme konularında yalnız bırakıldıklarını bir gerçek. Sistemde Üniversiteler adeta “yok” sayılabilir. 4000 kayıtlı sebze çeşidinden yalnız ikisinde Üniversite katkısını görmek olayın acilen ele alınmasını gerektirmektedir. Tohumculuk konusunda sektöre destek verme adına tüm paydaş, akademisyen, bürokrat ve politikacıların Türk tohumculuğunun geleceği için yeni stratejiler geliştirmeleri gerekmektedir.
Bitki ıslahı batıda oluşturulurken, özellikle ıslahçı şirketler hangi yaklaşımla, nasıl kurumsallaştılar?
Patentli genlerin hâkim olacağı uluslar arası pazarda Türkiye’de Genotip – hat sağlayacak sistemler nasıl geliştirilebilir?
Islahçı hakları konusunda Üniversiteler ne derece bilgilendirilmiş?
On binlerce potansiyel üniversite kadrolarını tohumculuğa destek konusunda yönlendirdiğimizde, yarınların gerekli “hat”larını, hatta ihracata yönelik çeşitlerin genotiplerini geliştiremezler mi?
Kamudaki personel kısıtlamalarından etkilenecek olan tarımsal araştırma kuruluşlarının sağladığı çeşit ve hatları gelecekte nereden bulacağız?
Gelişmiş ülkelerde Ziraat Fakültelerinde yüksek lisans tezlerinin %80’ni direk olarak piyasaya yönelikken, Türkiye’de söz konusu oranın %10’ların altında olmasını nasıl değerlendirebiliriz?
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı sektörünün ihtiyaç duyduğu öncelikli konularda bilgi ve teknolojilerin geliştirilmesi, sektörün Ar-Ge kapasitelerinin geliştirilmesi amacıyla, uygun görülen araştırma geliştirme projelerini doğrudan desteklemeye yönelik yeni bir tebliğ yayınlamıştır (2011/4). Bu tebliğden kaç firma yararlanabilecektir?
Bir bitkinin üretiminden işlemesine, depolamasın, ticaretine, ihracatına bir seri paydaşın bir araya geldiği örgütlenme biçiminin gerek dünyada ve gerekse ülkemizde birçok örneği vardır. ABD’de “RICE COUNCIL”, İtalya’da “ENTE NATIONALE RISI” gibi. Tohumculuk firmaları bilinen, var olan genetik materyali melezlemede kullanarak yeni çeşit çıkartır. Batıda tohumculuk firmaları gereksinim duyduğu “hat”tı (yarı yol materyali) bitki ıslah firmaları, araştırma kuruluşları veya üniversitelerden sağlarlar. Fakat Türkiye’de özel ıslah firmaları henüz kurulmamıştır. Yeni yeni yaşam savaşı veren Türk tohum firmalarından genitör geliştirme konusunda büyük desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Dolayısıyla, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, herhangi bir bitki etrafında toplanan sivil toplum kuruluşların ellerini taşın altına sokmalarının tam zamanıdır. Bir pamuk konseyi veya “Türkiye, en çok un ihracatı yapan ülke” yapan Un Sanayicileri Federasyonu (TUSAF) üretim guruplarının araştırma konularında ellerini taşın altına koymaları sağlanamaz mı? Bu tip kuruluşların ileriye yönelik “ıslah” yatırımlarına yönlenmelerini sağlayacak “farkındalığın yaratılması”, onlara olayın öneminin aktarılması gerekecektir.
Yarınlarda kamudaki personel kısıtlamalarından etkilenecek olan tarımsal araştırma kuruluşlarının sağladığı çeşit ve hatları gelecekte nereden bulacağız? Hollanda bir–iki meyve türü dışında tüm kamusal genetik harcamalarını kesmiştir. Bu durumda tohumculuk firmalarının gereksinim duyduğu genetik hatları sağlayacak olası seçeneklerin şimdiden tartışılması ve potansiyel paydaşların bilinçlendirilmesi kaçınılmazdır;
Pakistan’da olduğu gibi genlerin satın alınarak ulusal tohumcu kuruluşlarının kullanımına sunabilmesi veya Brezilya’nın bir uluslararası firmaya yabancı ot ilacına dayanıklı soya çeşidi ısmarlayabilmesi gibi esnek hamlelerin uçuştuğu dünya tohumculuk atılımların nasıl ayak uyduracağız?
Devletin ar-ge desteklerinin sağlandığı TEYDEP programlarında tarım proje oranlarının %1’lerde olduğu aşağıdaki grafikten kolayca anlaşılabilmektedir;
Bu saptamalara, ne yazık ki tohumculukla ilgili kurumların rutin uğraşlarının yanında, ileriye yönelik olarak değinilen stratejilere eğilmeleri beklenemez. 150’si Ar-Ge yapan 500’ü aşkın tohumculuk firmasının kurulması, “Bitki Islahçı Hakları”, “Biyogüvenlik”, “TÜRKİYE TOHUMCULAR BİRLİĞİ” gibi yasasının uygulamaya konması tohumculuğumuz için büyük bir gelişmedir. Ancak tohumculukta temel gereksinimi “ÇEŞİT GELİŞTİRMEK” le başlar. Öyle olunca:
Bitkisel üretimde sürekli yeni çeşitlerin üreticiye sunulması gerekmektedir. Bu, değişen hastalık-zararlı koşullarına dayanıklı çeşitler veya dondurulmuş gıda sanayisine uygun genotipler olabilir. Değişen ekolojik koşulların yanında, gelişen agronomik fırsatlar, tüketimdeki yelpazeler bitki ıslahçılarına yeni yeni hedefler yaratmaktadır. Domates örneğinden yola çıkacak olursak: Sera, tarla, alçak tünel, topraksız tarımın kulvarlarının her biri için en uygun çeşidin geliştirilmesi ve bunun bir süreklilik kazanması işin ideal yanı. Bu uygulamanın her ekoloji, her tüketim sınıfı (sofralık – kurutmalık – salçalık) için programlanması gerekir. Bir diğer ifade ile Türkiye’nin domates üretimi için yerli yabancı her yıl onlarca yeni çeşidin devreye girmesini gerektirmektedir. Bu da özellikle tohum ıslah ederek sebze tohumculuğunu sürdüren genç yerli firmalarımızı zorlamaktadır.
Bu tempo çalışma için maalesef “Bitki ıslahçısı” eğitimli eleman bulma şansları sınırlı. Bu konuda yurtdışından uzman transfer etmek zorunda kalmış firmalar da var.
Kamunun yıllık yeni çeşit tescil sayısı 24’lerde kalmaktadır. Diğer taraftan küçülmesi beklenen kamu daha ne kadar bitki ıslah etmeye devam edecektir!
İki milyon çalışan sayısını yarıya indirmeyi planlayan Türkiye’nin bu sistemi sürdürmesi beklenemez. Peki uluslar arası dev tohumculuk firmaları ile rekabet etmek durumundaki genç yerli firmalarımızın gereksinimi olan yarı yol materyallerini yani genleri kim, nasıl sağlayacak! İşte bitki bazlı tarımsal örgütlerin bu amaca yönelik olarak reorganizasyonundan, binlerce araştırmacıyı elinde tutan üniversitelerin araştırmalar açısından yeniden yapılanmasına kadar, konunun temelden ele alınmasını gerektirmektedir.
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz