Tırt Aşk Hikayelerim-2- Yeşil Eşofman
Seni en son yeşil eşofmanla gördüm. İki de çizgi vardı yanlarında. Biliyorum ki kıça tam oturan eşofmanla Turhal gibi bir yerde gezmek bir isyandır. Hiç değilse bir rahatlamadır. Heder ettiniz beni, bakın bu da kıçım, demektir bu. Yanındaki kız da ruh dikizin. Evet, ruh dikizin. Ona anlatıp her şeyi kendini dikizliyorsun. Açık açık yaşamak şu şehirde pek mümkün değil. Sapıtıp, hayatındaki o kadar sapığa rağmen beni sopalatmaya kalkman mümkünsüzlüğün sınırlarını aşamadığını gösterdi. Film adamdım ben. Kafamda dönüp duran şeyleri hep merak ediyordun. Biliyorum, istila etmek için istiyordun bunu öğrenmeyi. Zaman zaman saldırıyordun. Resmi duvara asılı, küçük meleğim Fatma hakkında bile ileri geri konuştun. İyi ki de konuşmuşsun. İyi ki de saldırmışsın. Ne olursa olsun, gerçekten de bir savaşta kazanan kimse olmuyor. Bir de bunu aşk nameleriyle süsleyince yeni zihinsel müttefikler kazandım. Sonuçta ikimiz de kaybettik. Ben,e n fazla zaman kaybettim. Sen ise kendini bende bir defa daha kaybettin.
Kaldığım apartmana yaklaşmıştım. Ev sahibi, aynı zamanda bakkaliyemiz Selahattin beyin yanına da uğradım. Ayazlar sebebiyle su saatini sarıp sarmalamam konusunda ayak üstü bilgi notu düştü zihnime. Tabii ki dedim. Suyu da açmamı söyledi gece olunca. Bırak, ne kadar akarsa aksındı, yeter ki su borularında su donmasındı. Tabii dedim. Eve girdim. Aradım, taradım su saatine sarmalık bir şeyler. Bir kanepenin altında tıkış tıkış yazlıklar ve sairelerin arasında iki giyim eşyası yan yana durmuş idi. Bir atkı. Atkın . Bir de tişört. Eskisi gibi güzel kokmuyordu atkı.
Çıktım daire kapısına. Açtım su saatlerinin kapağını. Sarıp sarmaladım atkı ile. Bir de, neden yeşile boyandığını anlamadığım fanilayı da. Bir de don vardı ama onu sarmak karşı komşuya ve belediye su okuyucu memurlara taciz olarak anlaşılabilirdi. Komşuyu taciz, bir de belediye memuruna hakaret. Sarmadım onu.
Atkıyı sararken, buz kesmiş boruların soğukluğu içimi acıttı. Metal de olsalar vardılar işte bizim gibi. Atkıya hiç üzülmedim. Soğuk su sayaçlarına üzüldüm. Fakat gece, suyun biraz akacak olması, donmamaya karşı, yalnız oluşlarını hafifletirdi biraz. Meşguliyet, suyu sayma işi yani, soğukluğu giderirdi.
Sarma, sarmalama işim tam bitmek üzereyken hemen bitişiğimdeki diğer daire kapısı açıldı. Bir yeşil eşofman gördüm ilk önce. Eşofman beni bulmuştu!! Bir tişört yukarsında eşofmanın esmer ve kederli bir kadın yüzü. Bu soğukta spor yapar gibi çıkıyor dışarı. Yeni komşu. Taşınalı bir ay olmadı komşum. Kocasını görmedim. Gizemli insanlar. Belki de değiller. Hava soğuktu. Ben bile üşüyordum yani. Atkıyı iyice sardım. Fanilayı da. Bir de iğrenç bir gömleğim varmış...Tanrım! Ben bunu ne akıla hizmet almışım! Onu da sardım.
Bu, su vanasında biten aşk gibi oldu. Yok yahu. Aşk maşk değil bu. Zaten su vanasında biten aşk mı olur. Olsa, bitmezdi zaten.
İki saat sonra, kapı çalındı. Akşam akşam, babam gelse sevmem geleni. Kim o? dedim. Üst komşun, hocam, dedi bir ses. Yüzünü hiç görmediğim bir öğretmendi o. Üst kata geçen yaz aylarında taşınmıştı. Biraz bekleyin, dedim. Tamam hocam, açmana gerek yok kapıyı, rahatsız olma. Benim sular gitmiş, galiba su vanası-saati donmuş, Senin evin suları akıyor mu dedi. Evet akıyor dedim. İyi akşamlar dedi. Güle güle dedim.
Atkı, fanila, tiksinç gömleğim su vanasını koruyorlardı.