Terminal Kuşları
Avatar filminde gerçekten etkileyici sahneler var. Özellikle, galiba
Pandora denen, uçan dağların bulunduğu bölge beni gerçekten
etkiledi. Sanırım etkisinden henüz kurtulamamış olmalıyım ki bu gün
gördüğüm manzaraları da o bölgeye benzetmeden edemedim.
Eğirdirlileri maviş maviş Navi ırkına benzetme abartmasına gitmeden,
yanımızdan gelip geçen bulutlarla birlikte ta uzak dağları tepeleri
de pandoraya benzeten oluşlar yaşadım. Halbuki niyetimiz Eğirdir
Sivrisi denen dağın yanında sayılabilecek bir yerde, bir Yörük
çadırında çökelekli yemekti.
Oldukça yüksekte, dolambaçlı ve
ağaçlıklı yollardan ilerleyerek vardığımız Akpınar köyünün yanında
seyredip durdum pandorayı. Uçan dağlar. Dağlar uçuyordu çünkü demin
bahsettiğim bize yakın seyreden bulutlar bu dağları-tepeleri
ortasından ikiye bölüyordu. Bulutların üstünde bir kısım, altında
başka bir kısmı alıyordu. Üstte kalan kısımlar uçan dağları
andırıyordu.
Tabii, ben de fırsatını buldum ya.Avatar filmini üç
boyutlu seyredememenin verdiği eksiklik hissiyle kendi imgelemimde
yeniden çektim ve vizyona soktum filmi. Lan, dedim Ümit, film gibi
adamsın mübarek, koy matineye izlesinler, dedim kendi kendime.Şaka
bir yana burada uçmamak elde değil. Hele de Eğirdir Sivrisi denen
ürküten dağ tarifi zor duygulara itti beni. Lan dedim Ümit gene
coştun sen, içinde kabaran bu hissiyat da nedir,seni şu dağlara
çeken nedir,dedim heybettir heybet.
Eğirdir Sivrisi denen
yükseltinin hemen arkasında dediklerine göre bir cehennem varmış.
Eğirdir komando okulu. Oraya ilk defa giden her askere, cehenneme
hoş geldin, derlermiş. Askerlik bir yana, şöylece yanında durup
kafanızı doruklarına doğru çevirdiğinizde ürkmemeniz pek mümkün
değil.
***
Terminaller önemli yerledir... Ankara'nın AŞTİ'si, İstanbul'un
Esenler'i, Harem'i. Ve daha niceleri... Serde biraz köylülük mayası
olduğundan mıdır nedir, her neredeki terminal olursa olsun
insanların, oradaki toplanmaları ,dağılmaları; kalabalıkları,
mevsimler döndüğünde, cemreler gittiğinde, başka bölgelere göç
etmeye hazırlanan kuşlara benzetirim. Sığırcık kuşları toplanırlar
tarlada. Cıvır cıvır konuşurlar.
Yanlış mı hatırlıyorum... bu
toplanmaları genelde akşamları olur, bilemiyorum.. Kuşlar
toplanırlar, cıvırtıları akşama neşelimsi bir tat verir, çocuklar
ilgiliyle izlerler... Sonra, havada değişik şekillerde balonumsu
hacimler oluşturarak birkaç manevra yaparlar ki bu dediğim gibi
hazırlıktır...Terminallerdeki insanlar gibi... Terminallerde de,
özellikle büyük şehirlerin terminallerinde bu çizmeye çalıştığım
manzara daha çok benzer göçecek kuşların hallerine.
Gideceğiniz yerler vardır... Saati beklemektesinizdir. Çoğu zaman
anlatamadığınız duygular içindesinizdir. Fakat bu, tarif
edemediğiniz duyguların girdabına düşmemek için gözünüzü diğer
insanlara çevirirsiniz. Sahipsiz gibi duran bir kafeteryada çay
içersiniz,otobüslerin arasında dolaşırsınız. O, tarifi edilmesi zor
duygular ve düşünce karmaşalarının en önemli sebebi: içinizde bir
yerlerde bir şey - yani size ait bir şey- gideceği yere hazırlık
yapmaya çalışmaktadır.
Ne amaçla giderseniz gidin, kime gidecek
olursanız olun..bu mekanizma her zaman işler. Hazırlığın
tamamlanması ise yolculuğun bitmesinden sonra bile sürebilir. Bir
gece yarısı varırsınız o yere. Yatar ve uyursunuz. Gecenin bir
yarısı, bir ara uyandığınızda nerde olduğunuzu şaşırma durumu bile
yaşayabilirisiniz. Fakat, dediğim gibi o hazırlık o uyum süreci hep
eder.
Ben, son yıllarda alışkanlığım olduğu üzere, genelde çok erken
gitmeye çalışırım terminallere. Öyle ki, bazen 2-3 saat önceden
gittiğim olur. Gideceğim terminal Ankara AŞTİ ise durum mutlaka
böyledir. En son 4 saat önceden gittim. Gezinmeyi severim. Özelikle,
yüz metrelerce uzunluktaki yazıhanelerin önlerinden en az yirmi
dakika da bir geçerim. Galiba sevdiğim bir şey var bu
davranışımda... Otobüs şirketlerinin yazıhane önlerindeki
personelleri yolcu kapma yarışına girmişlerdir ve elbette ki ben
önlerinden geçtiğim vakitlerde mutlak bana da sorarlar...Adana mı
abi? Antep mi? Maraş mı? Urfa mı?.. Kendimce bir istatistik
tuttum:
Beni en çok Adana'ya çağırıyorlar.."Adanalıyıg, Allah'ın
adamıyıg"da biz de Tokatlıyıh, biz kimin adamıyıg, hı! Biraz da merak
var. Acaba çok farklı bir yer adı söyleyecek olan olacak mı diye,
bir merak var. Bazen beni Uşak, Aydın' gönderme istekleri oluyor
fakat ben kabul etmiyorum. Bilindiği üzere, adamın yüzüne yapısına
bakıp yorum yapıyorlar. Lan bu olsa olsa Adanalı'dır, baksana ne
kadar kara bir adam... İki tür şey söylüyorlar aslında. Birincisi,
nereye abi, ikincisi Adana mı, Urfa mı, vs. mi ...abi. Şehir ismi
söyleyerek beni yoklayanların daha akıllı olduklarını düşünüyorum.
Çünkü, adam bana bakıp düşünüyor, yorum yapıyor ve eğer ki tutturursa
gizli bir sempatik bir hava oluşacağından ve onların firmasına
gideceğim ihtimali yükselmiş oluyor.
Öyle yerlerde, insan biraz da
kendini yalnız hissedince hafiften bir memleket havası essin de
istiyor yani. Vay be! Beni tanıdı, demek ki hemşoyuz..
Bu karalığım beni bir gün Arap sandırmıştı. İstanbul'da,Esenler
otogarda lokantaların, kafelerin filan olduğu yerlerde dolaşıyordum.
Lokantanın birinin kapısının gerisinden bir adam bana el kol
hareketi yaptı, gel gel der gibi. Ona yöneldim. O da lokantanın
kapısına kadar geldi. Birkaç adım kalmıştı ki, üzerinde beyaz aşçı
önlüğü olan bu adam Arapça bir şeyler konuşmaya başladı... "habibi
mabibi şerulup vel gadde ya ayva hurulop.." gibi bir şeyler
söylemeye devam etti bir süre. Ne söylediğinden ziyade, bir Türk
lokantasında çalışan bir aşçı veya yardımcısının neden bana Arapça
konuştuğunu çözmeye çalışıyordum... Halbuki Ümit hoca! Sen hiç kendi
yüzüne baktın mı? sorusunu aklıma getiremiyordum...Hava zaten zibil
sıcak... Aklımdan bir ara, "dont speak arabik" demek filan geçti...
Sonunda dayanamayıp, klasik Türk tepkimi verdim:"Ne diyorsun sen
yau!" Aaa! dedi, Abi sen Türk müydün!.. dedi. Kusura bakma abi dedi
ben seni Arap zannettim, dedi. Olur böyle vakalar, pek de sıcak
havalar, diye bir manzumeyi sıkıştırdım araya... Güldüktü karşılıklı.
Şimdiye kadar hiçbiri benim Tokat'lı olduğumu bilemedi. Her yerli
oldum, bir Tokat'lı olamadım.
İlginç bir de espri vardır terminaller hakkında, diyalog şöyle:
- Ali'yi gördün mü?
- Hangi Ali?
- Şehirlerarası otobüs terminali
..
İnsanların biraz da zayıf oldukları yerlerdir bu terminaller. Yani,
psikolojik olarak zayıflık gösterebilecekleri yerledir buralar. Son
yıllarda, bilmiyorum yanlış mı yorumluyorum, şebekeler de çoğaldı
buralarda. En başta fuhuş şebekeleri, ayakçılar: yani mesela abi
bilmem nereye gidecek param yok,aney öldi, babey öldü...t üründen
acındırmalarla para söğüşleyen... ve daha nice şebekeler. Çünkü
buralarda insanlar zayıftır ve dikkatsizdir. Bu durumu fark etmezler
fakat böyledir.
Gariban insanlar da vardır. Terminalde yatıp kalkarlar. Kimisi,
sevdiğini kaybetmiştir ve sonra aklını yitirip oralarda
dolaşmaktadır. Kimisinin parası yoktur, bir hal çare aramaktadır ve
günlerce demir banklarda yatıp kalkmaktadır.
Ayaküstü spot-kısa anlık aşklar da yaşanabilmektedir o tür yerlerde.
Bilmem nerelerden bir kız, bilmem nerelerden bir delikanlı ile kısa
bir hayalde birlikte el ele tutuşabilmektedir. Halbuki birbirilerini
hiç tanımamaktadırlar. 3-4 dakika sonra biri biner otobüsüne ve
gider, aşk hayali de biter. Fakat bence en güzel aşklar o anlık
düşleyişlerde geçer, bütün yoğunluğuyla. Göz göze gelme vardır,
kurulan düş vardır iki sigara fırtı arasında ve duman fondur ve
sonra ayrılık vardır... işte aşk budur. Nettir. Belki de net
aşktır, brütünden fazla. Fakat temizdir. Zaman, pek kirletemez böyle
aşkları. Kısadır çünkü.
Yollar insana çok şey öğretmez. Bir şekle bir şamale sokar olup
biteni. Yollar pleyttir. Hizası şaşmaz. Şaşana ayar verir inceden.
Terminaller/otogarlar ilginç yerledir. Bir mahşer provasıdır
toplanmak. Mahşerden öte gidilecek yerler de vardır. Zamanınız
gelir, göçücü kuşlar gibi, kaptan kontağı çevirdiğinde yolculuk
başlar...
***
Bir alıntı:
"...
Sizler de bir buluttunuz
Gökyüzünü unuttunuz
Yağın karlar,siz de yağın
Benim gibi darmadağın
31 Ocak 2010, Eğirdir