Terazi Kabaktan… Dirhemi Boktan Olmasın!.. (I)
“Terazi temiz olsa ne yazar, tartan el kirliyse” derdi ninem..
“Okkası bozuksa terazinin; tartım kime yarar” diye de eklerdi, birde.
Ona göre terazi temiz, el dürüst, okka doğru olacak ki hilesiz olsun tartım!. Dediği terazi; pazarda salatalık, manavda armut, kasapta but tartanı değildi elbet..
Hakkın ve hukukun da tartıya dahil edildiğini bilirdi..,
Mizandı onun gözünde terazi, emeği de,ahlakı da, onuru da tartan!..
Muhasibi de vicdandı, akıldı, izandı.
Okuması yazması yoktu ninemin… Buna rağmen, mağrur, bencil ve acımasızlığın batağında kaybolmuş bir vicdanın kişileri ve çevresini ne tür kirliliklerin içine sürükleyeceğini çok iyi bilirdi. Temizliği teraziden çok tartan elde arıyor olması da bundandı.
*
Ah be ninem!… Ne kanun nedir bildin, ne de kanunu yapanları tanıdın… Ne bir hüküm okundu yüzüne, ne de mahkemeden bir celp aldın… Senin bildiğin hukuku, kişi ile yaratan ve kişi ile vicdan arasındaki hesaplaşmadan ibarettir… zannettik hep!…
Oysa sen, kanun değil, uygulayandır en temiz el olduğunu yarım asır artı bir düzine yıl öncesinden söyler dururmuşsun da… aymamışız, anlamamışız, uyanmamışız biz… “Büyüklerimiz bilir” yargısı hep tutmuş dilimizi… tutsak almış beynimizi… Meğer o “büyük” bildiklerimiz(miş) terazinin okunu kıran, dirhemini boktan kılan!… hukukun önüne barikatlar kuran…. Sonra da kalkıp bu soysuzluğu, bu yolsuzluğu “ileri demokrasi” diye yutturan!… El bağlı, dil suskun, vicdan esir!… Karanlığı yaşam tarzına çevirmek istiyor rezil!..
80’e yakın hukuk fakültesi açmışız da, bir “hukuk devleti” yaratamamışız!… Yuh olsun bize!.. Salonlar dolusu hukuk öğrencileri toplamışız da, koltuklarına, ciltler dolusu kitaplar vermişiz de, başlarına kalabalık sıfatlı, Doç, Dr.. Prof ‘lar dikmişiz de “hakları hem sağlayan hem koruyan, hem tartandır hukuk… kaynağı da adalettir!..” demişiz de; adaleti uygulayacakların nasıl adil olmaları gerektiğini, ilkeleriyle belletememişiz… Yeri gelmiş. Hukuku, yönetenin eline esir vermişiz!..
“Adaletin ölçütü, önce, vicdan, sonra yazılı kurallardır!..” diyememişiz!… Baş olan, ister asmayı, ister baş kesmeyi isterse yazanı çizeni ekmeğinden etmeyi kendisine hak bilmiş de, bizler de susmayı işin gereği bilmişiz… Hadi biz halk olarak ayamadık, uyanamadık; ya 80 fakültede onbinlere “hukuk” öğreten “o kalabalık” sıfatlılar ne yaptı!… Korktu, sustu…pusdu. “Bana benden olur her ne olursa, başım rahat eder, dilim durursa!…” Öyle mi…!? Ne yazık ki bu ülke en çok şeytanlardan, dilsiz şeytanlardan çekti…çekiyor… çekecek!… Riyadan yalana, aldatmadan imana, imandan (olmayan) inanca atlamayı ustalık saymışız da, adaletin, lazım olunca değil, her zaman gerekli olduğuna kendimizi inandıramamışız!.. Milli irade derken de, hak, hukuk, adalet derken de, özgürlük, hür düşünce, fikir özgürlüğü, yaşam biçimi, saygı ve hoşgörüden söz ederken de, “ileri demokrasi” riyakarlığından farklı bir tavır içinde olamamışız… Akıl yürütme yerine biat etme kültürünü imandan-inançtan saymışız… Yuh olsun bize!…
Adaletiyle-sevecenliğiyle-hoşgörüsüyle-tatlı diliyle değil; öfkeli hitabetiyle yer ettirmişiz beyinlerimizde… Sevgi ve hoşgörümüzle değil; kindar ve dindarlığımızı ön plana çıkararak, bölerek, ayrıştırarak, her gün yeni bir “öteki” yaratarak kitleleri peşinden sürüklemeyi, maharetine sıfat yapmışız…Ve haykırmışız peşi sıra: Memleket seninle gurur duyuyor!.. Öylesine inandırmışız ki onu; kendisi dışındaki tüm güçlere meydan okur olmuş!.. Kefenimizi giydikte çıktık yola, diyenlerin peşinden, kefenleri sırtında biat eri yoldaşların türemesi şaşılacak olay değildir… Şaşılması gereken, kefeni ilk giyenin, kim, neye ve kimlere karşı giymişliğidir!.. Kefeni giyen de, giydiren de, öncelikle, piyasaya, cana düşman katiller saldığının bilincinde olmalı değil midir!?…
Vicdanı ve izanı yok sayan böylesi zihniyet sahiplerinin “eşitlikçi hukuk” adına bir ileri adım atmalarını beklemekten daha aptalca, daha safça ne olabilir!?.. İlahi adaletten bahisle, bu dünyanın adaletinden kaçışı mümkün görenler, en büyük ihaneti hem toplumsal hem de ilahi adalete karşı yapmaktadırlar. Bırakalım ilahi adaleti.., Kendi kadrosundaki Münkir ve Nekir ile tutsun bireylerin hesabını. Bu dünyanın hesabını da bu dünyaya bıraksın. Bırakmıştır da zaten. İlahi adaletin bu nedenle yeryüzünde temsilcisi yoktur. Tanrı’dan başka kimseye hesap vermezlik ve bunun açıktan ilanı, yaraya semerin dokunduğunun açıktan ilanıdır!… Adil hukuk Öbür dünyaya bırakmaz hesabı, bu dünyada bitirir işini …!.. Bitirmiyorsa, adil değildir… Adil değilse… kaos hakimdir. Kaos ise, kurulu düzenin en büyük düşmanıdır!.. Kararını Tanrı’nın mizanına havale eden hukukun bu dünyada işlevi yoktur. Ve o çok rakamlı hukuk fakülteleri, karar, tanrı mizanına bırakılsın diye açılmamıştır. Hukukun terazisini tutan ellere toplumsal görevler yüklenmiştir. Savcıdır, hakimdir, validir, kaymakamdır, polistir, amirdir, kolluk kuvvetidir bu görevleri yüklenenler!.
Yaptırım gücünü uygulayamayan hukuk, hukuk değildir, ve o devlet de; hukuk devleti değildir!. Hukukun işlemediği yerde devletin varlığından söz etmekse ciddiyetsizliktir. Adaleti, mülke, yani devlete temel kılma ve güvenilir olmadır bu işin özü.!… Güvenilir olmalıdır ki hukuk; halk, mülkün-devletin kapısından başka kapılarda hak arama yolunu aramasın… tetikçiler tutmasın!…
*****
Eğer baki kalacaksa bir devlet asırlar boyu; Yaşayacaksa bir ulus birlik; dirlik içinde… ilelebet; iki güç hem etkin hem güvenilir kılınmalıdır devlette elbet!..: Ordu ve hukuk!.. İstila edilmiş ülkeler, bağımsızlığı elinden alınmış sömürgeler; öncelikle; bu iki güçten mahrum edilirler!..
Mahrum edilirler ki; içerde ve dışarıda; iki savunmadan ve korunmadan yoksun kalsın halk. Güçsüz düşsün devlet. Teslim olsun… çöksün. Hukukunun ve ordusunun ömrü kadardır ülkelerin ömrü!.. Faşist ve antidemokratik ülkelerde; yönetimler iki şeyi en öncelikli yapar: 1- özel güçlerden kurulur ordular. 2- Hukuk doğrudan ve öncelikle yönetimin emrine sokulur.. Mevcut hukuku yeterli görmez kendi otoritesini kurmaya… Özel mahkemeler kurulur. Oysa;… Hukuk, demokratik bir ülkede siyasal düşünceye karşı baskı aracına dönüşemez..
Faşist uygulamalarda, hukuk ve yönetim ayrı ellerde düşünülemez!.. Eğer günün birinde birileri çıkar da “yürütme ve yasama bende”… der de, yargının elinde olmadığından dem vurarak hayıflanırsa, bilin ki o kişide demokrasi soksan durmaz!.. Hukuk, adalet dağıtmak yerine; intikam almaya yönelik eylemler, tertipler, içine sokulamaz. Hukuk adildir, eşitlikçidir, kişilere dönük özel hukuk uygulanamaz… Günü geldiğinde; beni çağıran hukuk; başbakanı da, en yakınlarını da çağırır… O da ben de; tıpış tıpış gideriz hukukun huzuruna!… İşte hukuk devleti budur!… Gerisi üfürükten teyyare!…
Mehmet Halil Arık