Tepki İle Hakaret Karıştırılmamalı
Önceki gün, yine bu köşeden DOHAYKO isimli sivil toplum örgütü ile birlikte hareket eden hayvanseverlerin, Bandırma hayvan barınağında itlaf edilen 280 köpek için ortalığı ayağa kaldırdığını dile getirmiştim.
Bir anlamda, hayvanlar için ortalığı böylesine ayağa kaldıran sivil toplum kuruluşlarının, Bandırma’-ya örnek olması gerektiğini de savunmuştum.
Nedeni de, Bandırma’da ne olursa olsun, kabul etmek gerekir ki, halkımız da, sivil toplum kuruluşla-rımız da, siyasi partilerimiz de son derece duyarsız bir şekilde, yaşanılan olayları tevekkülle karşılıyor.
Bu duyarsızlığın nedeni, bölgenin havasından ya da suyundan mı kaynaklanıyor bilemiyorum, ama burnumuzun dibinde yıllar yılı bir asit fabrikası bir köyü toptan yavaş yavaş öldürüyor, o kadar haberler yapıldı, yorumlar yazıldı da, kimseden çıt çıkmadı.
Acaba, ülkenin nasıl olsa nüfusu bir hayli fazla, ölen ölür, kalan sağlar bizimdir diye mi düşünülüyor?
İnsanın aklına böylesine abuk ihtimaller de gelmi-yor değil doğrusu...
Biz tekrar, itlaf edilen köpek olayına dönersek, yapılan mesaj yağmurlarından anlaşıldığı kadarı ile son derece örgütlü bir hayvansever grubu, Türkiye’yi ayağa kaldırmanın yanı sıra, Avrupa’daki bağlantıları ile de AB’ye taşıyarak, konunun bir anda Avrupa’nın da gündemine oturmasını sağladılar.
Dediğimiz gibi son derece sistemli ve örgütlü bir grup, başta cumhurbaşkanı olmak üzere, başbakanlık ve bakanlıklar da dahil, vilayetten, kaymakamlığa, belediye başkanlığından, adliyeye kadar, mesaj yağmuru ile adeta bunalttılar.
Doğruyu söylemek gerekirse, kelimenin tam anlamıyla örgütlü bir toplumun gücünü sergilediler.
Bu konuda kendilerini tebrik etmek gerekir.
Gelelim, olayın diğer boyutuna.
Özellikle şunu söyleyeyim ki, rahmetli babamdan bana geçen ve benden de çocuklarıma geçen müthiş bir hayvan sevgi olan bir aile yapımız var.
Hele, ilk köpeğimizle tanıştığım 5-6 yaşlarından bu yana birçok kedi-köpek, kuşun ve balığın birkaç çeşidi, tavşan ve değişik birkaç cins hayvan besledim.
Halen de, evde mu-habbetkuşu ve balıklarımızla, bu hayvan sevgisini gidermeye çalışıyoruz.
Fakat, en büyük özlemim, küçüklüğümde yaşadığım bahçeli bir ev hayali. Bahçesinde de, besleyeceğim hayvanları ile tabii ki.
Böylesine bir özlem içerisinde biri olarak, hayvanseverlerin bu tepkisini çok iyi anlayanlar arasında olduğumu sanıyorum.
Allah’ın verdiği bir canı da ancak yine Allah’ın alabileceğine inanıyorum.
Lakin, böyle düşünürken de, öncelikle insan hayatı ve insan sağlığının da ön planda geldiğini düşünü-yorum.
Hayvanseverlerin çektiği mesajlara baktığımızda, son derece çirkin, son derece hakarete yönelik ve son derece de devlet görevlilerini aşağılayan sıfatları görünce de üzül-medim desem yalan olur.
Bizim ülkemizde, ya-pılan her işte mutlaka bir ihmal, bir kusur, bir eksiklik, bir yanlışlık oluyor.
Bunları yıllar boyu göre göre, artık millet olarak kanıksadık da.
Ancak, her ne olursa olsun, vatandaşına hizmet etmekle yükümlü bir devletin görevlisine de, (ki, başta vali ve kaymakam olmak üzere, belediye başkanından ilçe tarım müdürüne kadar) hiç kimsenin katil, cani, ahlaksız cani, ahmak, beceriksiz, tembel, katliamcı gibi sıfatlar ve daha ağırlarını söyleme hakkının olduğunu da hiç sanmıyorum.
Zaten, bu sivil toplum kuruluşları, kendi bakış açı-larından gördüklerini, tepkili bir toplumun duyarlılığı içerisinde, ilgili tüm yetkili mercilere göndermiş.
Gönderdikleri mesajlarda da, ilgili kanun maddelerini de en güzel şekilde ortaya koyup, neyin nerede yanlış olduğunu da sergilemişler.
Tüm bunlarla da yetinmeyip, savcılıklara suç duyurusunda bulunup, ihmali olanların da cezalandırılmasını isterken, söz konusu yetkilileri de istifaya davet etmişler.
Medeni toplumların yapması gereken tüm girişimleri yapan bu sivil toplum kuruluşu temsilcileri, ne yazık ki bunlarla yetinmeyi uygun görmemişler. En ağır hakaretlerle, bu devlet görevlilerini suçlayarak, hem kişisel haklarına saldırıda bulunmuşlar, hem de devlet memuru haysiyetini ayaklar altına almışlar.
Buna ne gerek vardı?
Zaman zaman hepimizin, kimi devlet kuruluşlarında, bulunduğu mevkiiyi hazmedemeyen görevlilerle karşılaştığımız oluyor.
Ve, bizim bazı devlet memurlarımız, halen kendini Osmanlı paşası olarak görüyor ve hizmet etmekle yükümlü olduğu vatandaşı, kendisinin kulu gibi görme yanlışlığı içerisine düşüyor.
Bunun gibileri yok mu? Çok var tabii ki.
Yalnız, bunlarla mücadele etmenin yöntemi, onları aşağılayarak, hakaret ederek, bir anlamda devlet memurluğunu ayaklar altına alarak değil, hukuki yollardan olmalıdır.
Belki bizim ülkemizde adalet çok çok geç işliyor. Açılacak mahkemenin sonuçlanmasına kadar, itlaf edilen yeni doğmuş yavru köpekler, çoktan ecelleri ile ölmüş olurlar ya!.. Ama yine de, hakaret hiçbir şeyin çözümü olmamalı. Özellikle de, bu yurt genelinde olduğu gibi, yurt dışından da desteklenen böylesine duyarlı bir sivil toplum örgütünün şanına yakışmayacak bir tavır haline gelmemeliydi.
Bu son olay bile, bizim toplumumuzun empati yapmaktan ne kadar uzak olduğumuzu da ortaya koyu-yor. Valisinden kaymakamına, belediye başkanından tarım müdürüne kadar böylesine ağır hakaretler eden kişilere, aynı sözlerin kendilerine söylenmesi durumunda nasıl bir tepki vereceklerini de çok merak ediyorum.
Haklı iken, haksız duruma düşmek bu olsa gerek.
Hakkımızı arayalım. Ama tabii ki hukuk yoluyla...
Bu cesaret nereden geliyor?
“Diyarbakır, savaş ve kavgayı sevmiyor. Birlik ve diyalog için buradayız. Ama ilan edilen bir savaş için ‘hodri meydan’ diyoruz. Biz buradayız. Kavgadan korkmuyoruz.”
“Diyarbakır bir kaledir... Düşürmek istiyorlarsa buyursunlar gelsinler. Bu kale düşmeyecektir... Niceleri gelip düşürmek istedi. Ancak, bu kale dimdik ayaktadır...”
“Sayın başbakan önce şu Ankara’nın su sorununa çare bulsun. Ankara hepimizin kentidir. İstiyorlarsa onlara gerekli uzman eleman takviyesi yapmaya hazırız...”
“Türk askerinin Erbil’e yapacağı askeri bir hareketi Diyarbakır’a yapılmış sayarız...”
Bu sözleri kim söylüyor?
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir!..
Kime söylüyor?
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a!..
Peki o ne söylüyor?
“Laf üreteceğine, iş üret, proje üret!.. Bizim muhatabımız sen değilsin!”
Sonra da konu kapanıyor...
Eh tabii, Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı, karşısındaki bir belediye başkanı karşısında sürekli olarak böylesine geri vites gidince de, yarın bir gün başbakanlığın kapısına dayandığında, sesi soluğu da kesilecektir herhalde!..
Çünkü durum onu gösteriyor.
Adam yıllar yılı Türkiye’yi germek, milleti birbirine düşürmek, kan döktürmek için hiç utanmadan, hiç çekinmeden alabildiğine konuşuyor, alabildiğine nifak tohumları atıyor, her türlü yasadışı konuşmayı yapıyor, ama her nedense bu adama sonsuz bir hoşgörü gösteriliyor.
Şunun söylediği sözlerin bırakın onda ya da yüzde birini, binde birini batıdaki herhangi bir ilçenin belediye başkanı söylemiş olsaydı, vallahi de, billahi de şu an hapislerde sürünüyor olacaktı.
Bu adamın dokunulmazlığı nereden geliyor, çok merak ediyorum.
AB’den mi, ABD’den mi yoksa her ikisinden birden mi alıyor bu gücü?
Öyle bir güç ki, arkasındaki TC bile dokunamıyor!. Hayret ki ne hayret.
Şiir okudu diye bir belediye başkanını hapislere gönderen TC, kendisini bölmek için her türlü söylemi istediği rahatlıkta yapan bir bölücü ile baş edemiyor. Bu mu benim TC’m?
Bir de savaş ve kavga istemiyormuş. Eğer istememe hali buysa, Allah korusun ister halini düşünmek bile istemiyorum.
Demek ki, hapı yuttuğumuzun, hepimizin öldüğünün resmidir.
O da zaten bunu biliyor.
Ve sanırım bizlere de acıyor!..
Ses çıkartmadığımız müddetçe de daha çoook konuşacak bu adam.