content

12 Oca

Temelsiz Binada Yaşamak: İmansız İslâm Olur mu?(II)

Gerçekten, yaşadığımız açmazların temelinde vahyin rehberliğini, onun eşyanın hakikatini dair izahını gözardı ederek sıhhatli bir itikada ulaşma boş umudu; yine böyle bir vaziyette, ibadetlerden tutun da en basit hareketlerimize kadar bütün amelî hayatımızda ‘salih amel’ üzere olma beklentisi yatmaktadır. Bu, boş bir beklentidir. Zira vahiy, iman ve İslâm birbirini gerektiren, bölünmez bir bütündür. Tıpkı ağacın bütünlüğü içinde kökün, dalın ve budağın ayrılmazlığı gibi. Nasıl kök olmadan dal, dal olmadan budak, budak olmadan meyve gelmiyorsa, vahyi merkeze almadan kamil ve tahkikî bir imana; imanı merkez almadan da salih fiil, hal ve amellere varmak mümkün değildir.

Bu noktada, tarihî seyir içinde, İslâm alimlerinin vahyin, imanın ve İslâm’ın ayrı mı, bir mi olduğuna dair kafa yorduklarını görüyoruz. Bilhassa usuli’d-din ulemasının bir kısmı iman ve İslâm için fark gözetmeyip, ikisini bir sayıyorlar. Diğer bazıları ise, iman ve İslâm’ın birbirinin aynısı olmadığını, ama birinin diğerini gerektirdiğini savunuyorlar. Ortada iki ayrı görüşün varlığını ihsas eden bu durum ise, esasen aynı gerçeği işaretliyor: İman ve İslâm parçalanmaz bir bütündür. Birbirinden kopuk biçimde mütalaa edilemezler.

Bu bütünlüğün iç dünyamıza nasıl yer ettiğini ise, insanın bir hakikatı özümseme süreci çerçevesinde rahatlıkla görmek olasıdır. İnsan, bir hakikata muhatap olduğunda, yaptığı ilk iş onu muhayyilesine almak ve bir sûret giydirmektir. Bunun ardından, onun gerçekten hak olup olmadığına dair etraflı bir ‘taakkul,’ yani akledip düşünme süreci gelir. İnsan, düşündüğü hususun hak olduğunu anladığında ise, bunu, onun hak olduğuna dair bir beyanla gösterir. Bir bakıma, muhatap olduğu şeyin doğruluğunu tasdik eder. Manidardır, bu onaylama, düşünme sürecinin sona erdiği anlamına gelmez. Bilakis, sırada aklın doğruluğuna kâni olduğu şeyi, diğer duygu ve kabiliyetlerin de onayına sunma faslı vardır. ‘İz’an’ diye tanımlanan bir aşamadır bu. Ve insan, bir hakıkatı gerek akıl ve kalbiyle tasdik ettiği, gerek tüm donanımıyla iz’an etmesiyle birlikte ‘iltizam’ etme, yani iz’an ettiği şeyin gereklerini ve uzantılarını da kabul edip özümseme durumundadır. O şeyin hakikat olduğuna ‘itikad’ etmemiz, ancak böylece mümkün olmaktadır.

Risale-i Nur müellifinin, bu süreci, iman-İslâm bütünlüğüne veya ayrılığına dair tartışmalara ilişkin yoruma uyarladığını görüyoruz. Öncelikle, sözünü ettiğimiz süreçteki her bir aşamanın ayrı bir hal ve tavrı beslediğini belirtir Said Nursî. Meselâ, iz’an, haktan ayrılmamak üzere ona boyun eğme anlamına gelen ‘imtisal’i meyve verir. İltizam ise, birşeye taraftar olma anlamında ‘taassub’u besler. İtikadın sonucu ise, dinde, imanda, hakikatte sarsılmaz bir kararlılık ve sebat taşıma anlamına gelen ‘salabet’tir.

Yine ona göre, bu süreç içinde, iman ‘iz’an,’ İslâm ise ‘iltizam’ aşamalarına tekabül eder. Buna göre, ancak tahayyül, tasavvur, taakkul ve tasdik aşamaları geçildikten sonra iz’an, yani ‘hakkı kabul ve tasdik’ aşamasına gelinmektedir. Ve, ancak iman aşamasından sonradır ki, iltizam, yani ‘hakka tarafgirlik ve teslim’ demek olan İslâm aşamasına erişilmektedir. Bu iki basamağa da erişildiğinde ise, dinde salabeti temin eden itikada varılmaktadır. İman ve İslâm’ın hakikatleri böylece buluşmuş, kökleşmiş ve kararını bulmuş olmaktadır. İman ve İslâm farkı gözönüne alınırsa, İslâm’a giden yol imandan geçmiş; dal ve budaklara, kök ve gövdeden sonra ulaşılmıştır. Ama, kök ve gövdede de kalınmış değildir.

Bu noktada iki şey net bir şekilde ortadadır: (1) Sadece Allah’ın varlığını tasdik aşamasında kalınamaz. Bu tasdik ve iz’an ‘gerekleri’ de vardır. Bu gereklerin yerine getirilmesi icab etmektedir. Meselâ, “Beni ve bu dünyayı yaratan bir Allah” var diyen insanın, sağlam bir itikada ulaştığından söz edebilmek, ancak onun bu imanın gerektirdiği kulluk tavrını da özümsemesiyle mümkündür. (2) Öte yandan, taakkul, tasdik ve iz’an aşamaları atlanarak ‘iltizam’a geçilemez. Geçilse de, bu ‘yürümez.’ Hepimizin açıkça gözlemlediğimiz gibi, imanın bir gereği olarak benimsemediğimiz, yalnızca ‘yapmam lazım’ diyerek yapmaya giriştiğimiz amellerin ifası ya hiç mümkün olmamakta, ya devamlı ve kalıcı olmamakta, veyahut yapılsa bile bu seve seve değil, zoraki olmaktadır. Bilhassa ‘yapmam lazım’ diye bilen, ama bir türlü yapamayan insanların bu kadar çok oluşunun sebebi, işte bu ‘atlama’dır.

Dolayısıyla, İslâm’a varan bütün ön aşamaları atlayarak sadece sonuçlara vurgu yapmak, kısır ve verimsiz bir çabanın habercisidir. Keza, asrımızda ve yaşadığımız ortamlarda İslamiyet’in sadece bir adil sistem, insanların huzurlu yaşamasını sağlayan bir toplumsal düzen, her türlü probleme çözüm sunan bir ideoloji gibi takdim edilmesinin; tefekkür, ubudiyet, nefis terbiyesi gibi pek çok boyutun ihmal edilişinin de, bu hususla ilgisi vardır. Manidardır, bu anlayış, dine bütün varlıklarıyla katıl(a)mayan diğer kesimlerin de işine gelmektedir. Hatta imansız bir İslâm’a, ubudiyetsiz bir adil düzene, ahiretsiz bir dünyevî ıslaha pekâlâ talip ve taraftar olabilmektedirler. Oysa, yapılan şeyin ‘ubudiyet’ anlamı taşıması, onun ancak herşeyin Yaratıcısı olan, O’ndan başka hiçbir şeyin yaratmaya ehil olmadığı, her türlü ortaktan ve yardımcıdan münezzeh bir Rabb adına yapılmasıyla mümkündür. Açıkçası, görünürde ‘imansız bir İslâm’a sahip çıkanlar olmakla birlikte; hakikat-ı halde imansız bir İslâm yoktur.

Günümüz ortamında, tam tersi bir durumu görmek de mümkündür. Allah’ın varlığını kabul eden, ama O’nun emirlerine ve vahyettiği şeriata sırtını dönen insanlar da mümkündür. Bu insanlar da, zahiren ‘iman ehli’ sınıfında görünmektedir. Ama, imanın gereği ve sonucu olan İslâm’dan kopuk ‘gayrimüslim bir mü’min.’ Halbuki, sahih bir imanın varlığından söz edebilmek, inanılan Rabbin emirlerini ifade eden İslâm’ı kabul edip o emirlere teslim olmakla mümkündür; hakikat-ı halde, İslâmsız bir iman da düşünülemez.

Özetle, her iki hale düşmemenin, yani ‘dinsiz bir müslüman’ veya ‘gayrimüslim bir mü’min’ olmamanın yolu, iman ile İslâm’ı hiçbir surette birbirinden koparmamaktan geçmektedir—tıpkı, bir ağacın kök, dal, budak ve meyvelerinin birbirini gerektiren bir bütün oluşturması gibi…

Bu bakımdan, imansız İslâmiyet bir kurtuluş vesilesi olmadığı gibi, İslâmiyetsiz iman da kurtuluş sebebi olamaz. Yani, gerek tarihte ve gerekse günümüzde ortaya konan kimi yanlış anlayışların serdettiğinin tersine, ne İslâm ve ahkâm–ı Kur’âniye bağından boşandırılmış bir iman kurtuluşu temin etmekte; ne de iman ve hakaik-ı Kur’âniye esaslarından koparılmış bir İslâm kurtuluş nedeni olmaktadır. Zaten, her ikisinin ‘yürümediği’nin örnekleri açıkça görülmektedir.

Özellikle günümüz şartları gözönüne alındığında, dinin iman ve İslâm boyutlarına dengesiz ve sıhhatsiz yaklaşımların örneklerini bolca görmek mümkündür. Çoğu zaman kimileri İslâm’ı ‘şeriatsız’ bir ‘sevgi dini’ne dönüştürüp, bunu ilahî emir ve yükümlülüklere karşı gevşemenin bahanesi kılmaktadır. Kimileri de, İslâm’ı imanî bir muhtevanın ya hiç olmadığı veya çok sathî bırakıldığı bir ‘devlet, şeriat, ümmet, kurtuluş projeleri, ila-yı kelimetullah, cihad, sosyal adalet’ söylemi içinde sunmakta; itikadî esasları, imanî hakikatları, nefis terbiyesini, ubudiyeti, Allah indinde aczini ve fakrını anlama, O’nun mahlukatını tefekkür edip O’na ettikleri şehadeti tanıma gibi hususları hepten ihmal etmektedir.

Oysa, temelsiz bir bina ne kadar ayakta kalabilir? Motoru olmayan bir araba iteklemek suretiyle ne kadar ilerletilebilir? Dalından koparılmış bir budak, tazeliğini ve hayatiyetini ne zamana dek koruyabilir?

Yapılması gereken, pergelin iman ucunu büyük kâinat kitabının arz zeminine dikkat ve tefekkürle iyice saplayıp sabitledikten sonra, pergelin İslâm ucunu dilediğimiz kadar açarak, ‘merkezden muhite’ bir hareketle bir kulluk dairesi çizmekten başka birşey olmasa gerektir. Aksi durumda, daire çiziyoruz zannıyla ortaya pek çok yamuklar çıkarmamız pekâlâ mümkündür.

Üstelik, âyet–i kerimenin ihtarı olanca azametiyle karşımızda duruyor:

“Bedevîler iman ettik, derler. De ki: ‘Hayır, iman etmediniz. Sadece teslim olduk, deyin. Çünkü, iman henüz kalbinize yerleşmedi.’” (Hucurat, 14).

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank