Tek Başına Masum, Grup Halinde Vahşi
Ötekileştirme psikolojisinin doğurduğu sonuçlar ve toplumsal etkileri bu günlerde sık sık konuşuluyor. Herkesin telaş içinde izlediği bu siyasi gerilimler işte bu adla özdeşleştiriliyor. “Ötekileştirme”…
(Edebi söylersek nasıl deriz? “Gözden ve gönülden uzaklara itelenip, itelediklerimiz”)
Sürekli “öteki” olma psikolojisiyle itilen toplum karakterleri yaşadıkları bu süreçte son derece masum iken, bir parti teşkilatı içinde yer alınca, vahşi bir karaktere bürünüyor.
Bunu da edebileştirmeye çalışalım. Nedenini yazımın sonunda söyleyeceğim.
( Kedicik oynaşıyordu kendi kendine….Mırıl mırıl…Sonra diğer kardeşleri de katıldı ona. Kıynaşık kalmış meğer evin kapısı… Hepsi birden görünce rengarenk süslü salon perdeleri, kadife koltukları, sedire atılmış minderleri…Önce yastıkları tırmaladılar, birkaç vazo devirdiler, olsa çam da devirirdiler belki ama yoktu. Onlar da kanepelere sıçtılar, tüğlerini bulaştırdılar, evi tarümar ettiler. Kedicikler değil de sanki odadan geçen, bir kaplan yahut aslandı…)
Grup psikolojisi imiş adı...
Hayatı boyunca elde edemediklerinin nedeni hep öteki olmasındanmış gibi, bir araya geldiği “kendi gibilerle” birlikte diğerlerini yok etmeye çalışıyor. Üstelik bu sadece bir partinin diğer partiye izlediği tavır olarak değil, parti içi çatışmalar olarak bile gerçekleşebiliyor. Onlar da parti içindeki “ötekiler”
Bu durum nereye sürüklüyor? Toplumsal ve içsel bölünmelere…
Yine edebileştirelim….
( Tam da oyunun ortasına girmez mi bir köpecik, o kıynaşık kapıdan… Peşinden iki de arkadaşıyla hem de… Seyreyle kıyameti şimdi. Kediler bir olup hırladılar ne de olsa sayıca da çoktular. Köpecikler güçlerine güvendi, diş gösterdiler. İki tırmık, üç ısırık derken kan revan içinde kaçıştılar köşelerine… Ev şimdi daha da kirli, kanlı, pis ve dağınık … Kim temizleyecek bu rezaleti? )
Sonra parti içi sürtüşmeler var.
İç çatışmalar parti teşkilatlarının içten içe çürümelerine, ilişkilerde yaşananlarla zedelenmiş, yıpratılmış ruhuyla temeli sarsılmış evliliklere dönüşüyor. Bu yüzden parti teşkilatlarında hep büyük sarsıntılar olur. Bu savaşlardan sağ kalanlar yeni konumlar elde ederken, eski emektarlar ayaklarının kaydırılması ve rencide edilmelerinin öfkesi ile ya partiye küser, ya da kendilerine… Yeni arayışlara girenler de bir başka boyuta geçer. Bir de her şeye rağmen gönülden bağlı olduğu partiye hizmet edenler vardır ki, onlar nadirdir. Birileri onları, yok olmasın diye sıkı sıkıya tutarlar kolundan. Olmazsa kement atarlar boynuna, hizmet yularından örülmüş kalın ve dikenli…
Edebiii söyleyelim…
( Evin kedisiyle köpeği değil miymiş meğer başını çeken bu serserilerin. Hemen boyunlarına takılıp tasmaları, cezaları gereğince konuldular kulübelerine… Bu da olsun onlara ceza, tek kalsınlar da görsünler. Neymiş ortalığı kirletmek, bulunca üç beş arkadaş. Akşama yemek de yok onlara…Yazık değil mi mobilyalara!...)
Onlardan biriydi Ayşe,Fatma,Zehra, Ali, Mehmet, Mustafa da….Ve yaşadıklarını anlatırken ifade edecek kelimeleri bulmakta güçlük çekiyorlardı. Durumu yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi bendeniz analiz etme cüretinde bulundum. Çünkü aynı yola baş koyanlar söz konusu olunca, üstü kapatılabiliyor birçok yanlışın, fakat içinde sürüklenilen siyaset rüzgârında bilinçsiz bir vahşileşme var ki, siyaset ormanının, doğasında başka türlü ifadesi de yok gibi…
( Gece kalınca aç, susuz; akılları başına geldi bizimkilerin. Sustular, sindiler, pırstılar kulübelerinde sessiz. Ve kimsesiz…)
Siyasi partilerde olması gereken takım ruhu, bu ötekileştirilmiş karakterlerin sürtüşmeleri ile keşmekeşe dönüşüyor. Çok renklilik ve çok seslilik bir süre sonra içinden çıkılmaz bir kırkyama çarşafa benziyor. Kimseyi memnun edemediğiniz gibi, herkesin yüzsüz isteklerine boyun eğmez iseniz, muhakkak birilerinin çıkarlarından kurulu düzmece ve dolaplarına takılıp, düşü(rülü)yorsunuz.
( “Oyun oynayalım derken düştüler oyunlarına birkaç sokak pisisiyle itinin, oldular mı şimdi cezalı ve perişan. Hem de bin pişman…)
İşte böyle, Felan feş mekan…
Anlayacağınız gibi; acemilikle ancak bu kadar oluyor. Tarih okursam tarihî, edebiyat okursam edebi yazmayı deniyorum. Uslubumdan da anlaşılacağı üzere, bu aralar edebiyata sarmış durumdayım…
Uzatmayayım.
Elbette ortak gayenin memurları olan partizanlar, hem kendilerine hem partilerine verdikleri zararı telafi dahi edemezler. Parti içi ilişkilerde ömür bu yüzden genellikle çok kısa. Bir ısırıklık canı olan tüm vahşi küçük hayvanlar gibi… En masum sayılabilecek vahşi doğanın küçücük hayvanı arı gibi… Olur da sokma gafletinde bulunursa, iğnesiyle birlikte hayatını da kaybediyor. İşte tıpkı öyle… Siyaset hayatında en verimli olan en fazla üç ya da dört yıl kalabiliyorsa, bu demek değil midir ki, teşkilat dişlileri kıyıcı makine gibi insan öğütüyor.
Herkes hizmet derdinde değil elbette, ayıklamalar olması doğaldır. Fakat gün gelip maziye bakınca hataların kabul edilmesi de erdemdir. Ne yaban otları vardır ki, şifadır. Hindiba, ısırgan, kuzu kulağı ve kenger gibi…
Toplumsal bir görev olarak; doğru kişileri bırakmamak, yanlış kişilere verilen primleri sorgulamak şart. Gün gelir işim düşer korkusu ile gözünü, ağzını, kulağını kapatanlar muz yemeğe devam edebilirler. Fakat gün gelir boğazlarına durur Maazallah. Belki de diyeceksiniz inşallah.
Bugünlük bu kadar müsaadenizle…Alim Allah