Tek Adamlık’tan “Tek-el” Adamlığa
EKRamazan bayramında memleketim Ordu’ya gidecektim. Zaten yılda bir kere gidebiliyorum, pas geçmeyip hayır-dualarını almak istiyordum. Kendileri artık uzun yolculuklara dayanamadıkları için İstanbul’a gelemiyorlar. Oradayken kendilerine, “Ordu havaalanı açılırsa gelirsiniz artık” diye de takılmıştım. Neyse gidecektik gitmesine de, yola çıkış zamanlaması önemliydi. Çünkü bayram aynı zamanda fındık toplama mevsimine de denk geliyordu. Bu mevsimde Avrupa’daki gurbetçiler dahil çoğu gurbetçi memlekete fındık toplamaya, toplattırmaya akar. Ailelerin otomobil sahibi olmaları, ikinci el otomobil miktarının ve kredi imkânlarının artmasıyla kolaylaştığı için her gurbetçi mümkün olduğunca kendi aracıyla gitmek istiyor memlekete. Göçebe kültür insanı için at ne ise gurbetçi içinde araba odur, diye latife yaparım ara sıra yarı şaka yarı ciddi.
Cumartesiyi pas geçtim, kadir gecesi sabahı (Pazar) yola çıktım. Rahat bir yolculuktan sonra Ordu’ya vardık. Bolaman’da otoyola girmekten vazgeçip sahil yolunu takip ettik. Hava henüz aydınlıktı. Yalıköy’de köfte nostaljisi yaptık. Ordu’ya vardığımızda yüksek rutubet hemen hissediliyordu. Sivas yolu istikametine yöneldik fazla oyalanmadan. Hava’da karmıştı ve yükseldikçe yeşilliğin serinliği ve oksijen kokusu üzerimize yol yorgunluğu olarak çöküyordu artık. Yarım saat sonra 586 rakıma ulaşıyoruz. Bu yükseklik nefes almayı kolaylaştırıyor.
I.Dünya savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonrası Türklere göre oldukça az olan Ermeni ve Rum nüfusun bölgeyi terk etmesi veya terk etmeye zorlanması sonucu nispeten homojen bir Müslüman nüfus oluşmuştur. Bu Müslüman nüfus içinde ağırlık Türkler olmak üzere 93 harbi sonucu Batum’un Rusların eline geçmesiyle, Batum etrafındaki yerleşim yerlerinden gelen Müslüman Acara Gürcüleri de gözle görülür bir ağırlıktaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında bölgede gelenler ile gidenler olarak devam ediyordu. Bu göçler köyden kentlere doğru olmaktan çok kırdan kıra, köyden köye bölgeler arasındaydı. Misal Batum Ruslar’da kalmıştır ama Batum’a bağlı birçok yerleşim yerinin Türkiye’de kalması üzerine az da olsa gürcülerin geri dönüş göçü yaşanmıştır. Doğu Karadeniz Dağları’nın güneyinden de münferit olarak kan davalarından kaçan Kürtler bölgeye yanaşma olarak gelmiş, evlenmiş, barklanmışlardır. Bunların yanında yine münferit olarak Laz ve Abaza göçleri de yaşanmıştır.
Bunları genellikle eskilerin anlatılarından ve bazı ailelerin bugün bile söylenen lakaplarından biliyoruz. “Yomralının Memet’i …” veya “Kürtgilin Osman var ya lan..” veya “Lazların ora..” gibi.. Türkler genellikle sülale adlarıyla anılıyorlar: Poyrazlar, Azizağalar, Becoları, Seferoları gibi. Bu arada Rumlardan ve Ermenilerden kalan birkaç aile ise kısa zamanda asimile olmuşlardır. Bunları da yine eskilerin anlatılarından biliyoruz: Filancanın dedesi Ermeniydi, filancanın rahmetli babaannesi kendi kendine Ermenice konuşurdum ara sıra, gibi.
Bu homojen Müslümanlık genellikle Sünni-Hanefi müslümanıktı. Bölgenin yüksek, yayla eteklerindeki köylerinde, genellikle Tokat, Sivas, Gümüşhane taraflarından gelip yerleşen Kızılbaş (Alevi) Müslüman ahalide (kesim) de vardır. Ama bir Müslüman-Sünni Gürcü ile bir Müslüman-Sünni Türk’ün kaynaştığı kadar bir Müslüman-Sünni Türk ile Bir Müslüman-Alevi Türk’ün kaynaştığına pek rastlanmıyordu. Diğer Müslüman-Sünni öğeler arasındaki anlaşmazlıklar bireysel veya kabile (aile) dayanışmasından ileri geliyorsa da, araya giren hatırı sayılır kişiler sayesinde bunlar çözülebiliyorken, Sünnilerle Aleviler sosyal alanlarda zaten pek karşılaşmak için özel çaba harcarlardı.
Gönüllü asimilasyon o kadar ileridir ki bölgede, bir gürcü çok rahat milliyetçi (MHP) olarak görür kendini. Hatta kökeni Kürt olanlar bile MHP’ye sempati ile bakabiliyorlar. Bu bayramda arife günü mezarlıkta akrabalarımızı ziyaret ederken çocukluk arkadaşım ve uzaktan kuzenimle konuşuyorduk. Takıldım kendisine, “Şu ilerideki mezarın taşını mezarcı ihtimal vermediğinden “ü”lerin noktasını koymamış, seninde deden oluyormuş..” diye takıldım. Mezar taşında “Kurt Hasan Oğlu..” yazıyordu. Noktaları koyunca “Kürt Hasan Oğlu” oluyor. Bana biraz alınmış yarı ciddi bir tonda: “Benim büyük dedem Kürt de, senin büyük babaannen Kürt kızı değil mi?” diye cevap verdi. Sonra 4 kuşak önceki dedesinin Bitlis civarından göç etmiş olduğunu söyledi. Ama sonra eklemeyi de ihmal etmiyor, “Zaten çok kızıyorum şu Kürt meselelerine, kim yazdırmışsa mezar taşını öyle..” diye tepkisini de gösteriyor.
Doğu Karadeniz’de 1970 ve özellikle 1980’lerden sonra çok fazla nüfus kalmadı. Köyler önce Almanya, Avusturya ve Hollanda’ya aktı. Avrupa kapısı 1970’lerin ortasında kapanınca, İstanbul’a ardından İzmit, Bursa, İzmir gibi sanayi şehirlerine yöneldi gurbetçilik dalgası. Bölgede kalanlar ise sahil il ve ilçelerine aktı. Ama 2010’lardan sonra köylere yeniden ev yapma, hane kurma işi hızlandı. Bunda göç eden nüfusun içinde emekli olup, büyük kentlerin trafiğinden ve yabancılaşmasından uzaklaşmak isteyenler etken. Eskiden büyük kent varoşları, birer Anadolu, Karadeniz kasabaları gibiydi. Kimse yabancılık çekmez, mahalle dayanışması ve kültürü içinde sıla ve sevda özlemli metropol kentli olarak arabesk yuvarlanıp giderlerdi. Gözü açık ve gözü pekler kent yağmasına katılır, elde ettikleri rantı sonradan gelenlere veya daha garibanlara bedeli mukabilinde aktarırlardı. Bu sistem artık zorlaştı, yağma büyük ve küresel sermayenin kontrolüne geçti; bireysel beceri ve cüretkarlığa dayalı “araklama” yerini örgütlü büyük vurgunculuğa bıraktı.
……………..
Aslın da “Tek Adam” ile “Tek-el Adam”lığa dönüşen süreci anlatmak için yapacağım girişi kendi bölgemden başlatayım derken işi uzattık. Şimdi işi aslına bağlamaya çalışalım: Kırsal kültür insanı, kaderini coğrafyanın ve coğrafi şartların kaderine bağladığından günübirlik düşünmeyi sever. Bir yıl, on yıl sonrasını düşünen, bir yıl on yıl öncesinin deneyimlerinden ders çıkaran, kırsal insan için “alim” mertebesine yükselmiş demektir. Birde bu “bilgeliğini” dini menkıbelerle, rüya tabirleriyle süsledi mi neredeyse “ermiş” muamelesi görür. Eh bir köyün alim ve ermişi olduğunda diğerleri uzun uzadıya düşünmek gibi “yorucu” işlerden kurtulmuş oluyorlar.
İnsanlar zamanla sanayi üretim tarzının işbirliği ve işbölümüne dayalı, örgütlü toplumuna dönüştükçe, topluluğun alim ve ermişi de nitelik değiştiriyor. Sezgisel bilgeliğin yerini akli bilim, menkıbelerin yerini tarih bilgisi alıyor. Sanayileşen toplumlarda, ilk başlarda, uzun uzadıya düşünmeye sevmeyen kırsal kültür insanı için düşünen Tek Adamlar öne çıkmışlardır. Bu “Tek Adamlar” yeteneklerine göre çeşitli çağlarda önünü açmışlardır. (İngilterede Oliver Cromwell 1599-1658; Almanya’da Bismark 1815-1898; Fransa’da Napolyon 1769-1821; Çin’de Mao 1893-1976 gibi). Bu tek adamlar aynı zamanda otoriterdirler, yer yer diktatördürler.
İleri sanayi ülkelerinden zamanla sanayi ve buna bağlı olarak toplum dönüştükçe “tek adamlık” yerini kurumsal ilişkiler yumağına bırakmıştır. Bu kurumsal ilişkileri anlamak, yönetmek ve yönlendirmek için akıl ve bilim ön plana çıkmıştır. Nakilci bilgiden analitik bilimselliğe geçilmiştir. “Tek Adam” artık bir “Lider”dir. Liderlikte otoriterlik artık yerini “yöneticiliğe” bırakmıştır. Yöneticinin işi (20.yy’da II.Dünya Savaşı sonrası) artık toplumsal sorunları kanla ve ceberutlukla çözmek değil, ikna ve akılla çözmektir. (Bu bağlamda Atatürk, topluma Lider olmak isteyip de, toplumun onu ısrarla “Tek Adam”lıkta tutmak istediği bir kişiliktir gibi geliyor bana).
20.yy’da sürece sonradan katılan toplumlar (ülkeler) da var. Bu toplumlar her ne kadar sanayileşmeye başlasalar da, bu ithal sanayi, toplumun kırsal kültüründe aynı hızda, yani sanayi tipi üretim ilişkilerine dayalı bir kültürel dönüşüme yol açamıyor. “Tek Adamlık” alabildiğince sürdürülürken, 21.yy’la girildiğinde küreselleşmenin nüfuz edebildiği toplumlarda (ülkelerde) “Tek Adamlık” olsa olsa ancak “Tek-el Adamlığa” dönüşebiliyor. Tek-el Adam bir lider değildir ama her şeyi kontrol eden, tüm ipleri (ilişkileri) elinde tutan adamdır. Tekel Adam demokrattır, kapitalisttir, küreselleşmeden yanadır, moderndir, hissidir, gelenekçidir, otoriterdir, doğrucu davuttur, zenginliği ve zengini sever, sadakacıdır, şekilcidir, yüzeyseldir, kabilecidir, popülisttir, demagogdur, pragmatiktir, çıkarcıdır, çalımcıdır…
Bugünün Ortadoğu coğrafyasına bakarsak, bu coğrafyanın toplumlarında aslında bir tür Tek Adamlıktan Tekel Adamlığa geçişin sancıları yaşanmaktadır. Biz mi? Biz çok şükür biraz canlar yaktık ama çok fazla kan akıtmadan bu süreci 21.yy’lın ilk çeyreğinin ortalarında yakalamış görünüyoruz. Baktık ki 150 yıllık demokrasi ve anayasa tarihimizde “Tek Adamlıktan” Lider Adamlığa geçmek zor, “Tekel Adamlığa” dönüş yapıverdik. 27.08.2013
Asım SES
SMMM