Tefrika Herkes İçin Felakettir
Hayreddin Karaman 19 Nisan 2012’de “Bölünmeye Giden Yol Kapatılmalıdır” ile 29 Nisan 2012’de “Tefrika Savunulamaz” başlıklı yazıları nedeniyle epeyce eleştiriye uğramış olmalıdır. Şehsen Karaman Hocanın bu kadar ilgi topladığı bilmiyordum. Elbette kendisi eleştirilmez değildir. Eleştirilerin içinde ağır başlı olanları da olmayanları da var.Kendisi hayatta olduğu için, eleştirilerin içeriğine bakarak bir cevabı muhtemelen yazabilir. Ancak herkesçe bilinen ve uzmanlığı teslim edilen bu Hocaefendinin dikkat çektiği konular etrafında durmak gerekli olabilir.
Bu konular ele alındığında nedense olay daha çok bir Türk-Kürt kutuplaşması içinde sunulmaktadır. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Kürdün bir hakkı söz konusu olduğunda buna bir Türk itiraz etmemeli,Türkün bir hakkı söz konusu edildiğinde de bir Kürt itiraz etmemelidir.Zaten Müslüman olmak ta kişiyi büyük ölçüde böyle kadirşinas davranmaya mecbur etmiş değil midir?
Bu kadim tartışma konusu Türk-Kürt kutuplaşması içinde ele alındığı gibi “ulus devletin” de zararları, gayrimeşruluğu da sıkça vurgulanmaktadır. Türk için hak sayılan ulus devlet neden Kürt için hak olmasın da bölücülük veya kundakçılık sayılsın” denilmektedir? Gerçekten de olay bir Türk-Kürt kutuplaşması içinde ele alındığında, Türklerin ulus devletlerinin yanında, Kürtlerin ulus devletlerine itiraz için sebepler giderek azalmaktadır.
Ancak Karaman Hocanın yazdığı bu yazıya teorik düzeyde eleştiri konusu yapanların arasına Mazlum-Der’in de katılması oldukça düşündürücüdür. İnsan Hakları alanında çalışmak gibi iddiası olan bir derneğin üstüne, teorik konularda birilerine cevap yazmak ne zamandan beri vazife olmuştur? Ermeni Tehciri hakkındaki tartışmalarda da (Ermenilerin Lehine) taraf olmaya, bazı eski genel başkanları aracılığı ile istekli davrandığı bilinen Mazlum-Der’in sitesinde “iki yazı bir cevap “ başlıklı bir bildiri ile cevap vermesi eşi az bulunur bir davranış olmalıdır.
Önce şunu teslim etmeli ki Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürtlerin, Türklerle birlikte yaşamaya kendilerinin karar verme hakları vardır. Dışarıdan birilerinin, mesela Türklerin siz bizimle yaşamaya mecbursunuz gibi bir görüşü telkin etmeleri hem doğru değil hem de ahlaki olduğu kuşkuludur. Kürtler birlikte yaşamak için fazlası ile haklı, makul, gerçekçi ve tarihi geçmişi de olan nedenleri hesaba katarak “evet biz birlikte yola devam edelim” diyebileceği gibi, bu nedenler “çok fazla önemli değildir, biz ayrılmak istiyoruz” da diyebilirler. Kürtlerin behemehal Türklerle bir arada yaşamaları “İslam’ın bir emri” olarak görülebilir mi? Bu soruya evet demek zordur. İslam kendi bağlılarından “birlik içinde olmalarını” istemiştir. Bu doğru. Ama Kürtlerin de birlik için “behemehal ille de şöyle bir siyasi formül kaçınılmazdır” diye ısrarlarına yönelen itirazları da “İnkar, imha, asimilasyon” kavramları ile karşılamaları da gerçekçi ve inandırıcı değildir. Aynı durumu Türk tarafının da hesaba katmaksızın 100 yıl öncesinin formüllerini değişmez kutsal doğrular gibi tekrarlamaları da akıl dışı bir tutumdur.
Elbette böylesi konularda kendisini taraf bilenlerin, zihinlerinde çok değerli saydıkları siyasal formülerlini tedavüle sürmeden önce, konunun tarihi veçhesini, Türkiye’de ki toplumsal yapıyı da dikkate almaları kaçınılmazdır.
Bu konulara adanmışlık derecesinde kendini vakfeden bir kalem erbabı Hayreddin Karaman’ı eleştirirken : “Eğer kurulu devletlere yeni bir devletin eklenmesi ümmete zarar verecekse, o zaman sayın hoca neden Kıbrıs, Bosna, Azerbaycan, Filistin, Moro, Doğu Türkistan gibi birçok bölgenin devlet olma çabalarına karşı bir yerlerden fetva bulma zahmetine katlanmıyor?” demiştir. Dikkat edilirse burada adı geçen ve devlet olma çabası içinde oldukları belirtilen topluluklar, bu çabalarını başka bir Müslüman topluluğa karşı yapmıyorlar. Kıbrıs’ta Müslüman Türkler Hıristiyan Rumlara karşı, Bosna’daki Müslüman Boşnaklar Hıristiyan Sırplara karşı, Azerbaycan’da ki Müslüman Türkler önceleri Hıristiyan Ruslara, şimdi ise Hıristiyan Ermenilere karşı, Filistin’de ki Müslüman Araplar Yahudilere karşı, Moro’da ki Müslümanlar Hıristiyan Filipinlilere karşı, Doğu Türkistan’da ki Müslüman Türkler ise Budist/Komünist Çinlilere karşı mücadele vermektedirler. Kürtler ise Irak’ta Müslüman Araplara, İran’da Müslüman Farslara, Türkiye’de ise Müslüman Türklere karşı mücadele veriyor iseler,Kürtlerin durumunu yukarı da adı geçenlerle (Kıbrıs-Bosna-Azerbaycan-Filistin-Moro-Doğu Türkistan) ile mukayese etmek hem yanlış hem de gerçekçi değildir. Müslümanların biri birlerine karşı mücadelesi ile dışarıya diğer din mensuplarına karşı mücadelesi bir ve aynı tutulamaz.
Müteveffa Abdülmelik Fırat’ın öncülük ettiği bir görüş ile, bazı Kürtler her nedense kendilerinin siyasi tutumlarına eleştiri yöneltenlerin, etnik kökenlerini ve doğup büyüdükleri yerlerin Türkiye sınırları içinde olup olmayışına ayrı bir önem vermektedirler. H. Karaman’ın da kökeninin Ahıska Türk’ü olması görüşlerinin zaafı için bir delil olarak ileri sürülmektedir. Hatırlanmalıdır ki Ahıska Türkiye sınırlarına çok yakın bir yerde Gürcistan’ın güneydoğusunda yer alan bir şehirdir. 1877 Osmanlı Rus savaşına kadar da Osmanlı sınırları içindedir. Ancak o savaştan sonra sınırın öteki tarafında kalmıştır. Böyle bir durum H. Karaman’ın ileri sürdüğü görüşlerin zaafı olabilir mi? Yine hatırlanmalıdır ki Erzurum, Muş, Van gibi yerlerde “Revan Kürtleri” diye bilinen Kürtler de meskundur. Bunlara Revan Kürtleri denilmesinin nedeni ise 1. Dünya savaşı içinde zorla Ermenistan tarafından tehcir edilmelerinden dolayıdır. Kinyas Kartal’ın anılarını okuyanlar bunu teslim eder. Kinyas Kartal’ın oğlu olan Remzi Kartal ise şimdi PKK’nın Avrupa’da ki lider kadrosundandır. H. Karaman’ın kökeni Ahıskalıdır orası da zaten Türkiye sınırları dışındadır diye eleştiri konusu yapanlar Remzi kartal örneğini neden hiç hatırlamazlar? Bu bakış açısı sorunludur. 100-150 yıl öncesinin sınırları dikkate alınarak insanların görüşlerini değerlendirmek doğru değildir. Adı geçenler Türkiye vatandaşıdır, söylediklerinin isabetli olup olmadığına bakılması gerekir.
Yine bazı Müslümanların “Ne ilginçtir, egemen devlet karşısında duyulan ezikliğin ve kompleksin neticesinde bayrak, millet argümanlarına yönelenlerin çoğu bu topraklar üzerindeki Türkler değil. En basit örneğiyle Gürcüler şu anda devletin ana damarında yer alıyorlar.” Diye insanların görüşlerini, siyasi tutumlarını ele alıp varsa yanlışları bunları eleştirmek yerine etnik aidiyetleri ile eleştirilmeleri İslami ilkelerle hassasiyetlerle açıklanamaz. Bu gün iktidar odağında bulunanların bazılarının iddia edildiği gibi “Gürcü kökenli” olmasının ne sakıncası olabilir? Bu bakış açısı doğrudan ırka dayalı bir tasnif ve bakış açısıdır. Dışlayıcıdır.
“Türk asıllı olmayanların Türkçülük yapmasından kaynaklı ciddi bir sorunla karşı karşıyayız ve Osmanlıdan beridir devam eden bir zulüm var, imha var, yasak var.” Türkiye’de Türk olmayanlara, siz zaten Türk değilsiniz diye bir çeşit aşağılama ve bazı konulara karışma hakkından yoksun sayma tutumu kardeşlik ve adalet ölçülerinden çok uzaktır. Bu haksız tutumu tercih edenler garip bir ikilem içindedirler. PKK içinde Kürt ırkçılığı yapan: Sırrı Süreyya Önder, Ayhan Bilgen, Ertuğrul Kürkçü vb kimselere, “Türk asıllı olmayan Türkçülere” karşı gösterdikleri eleştiri duyarlılığını göstermemektedirler. Oysa ırkçılık herkes için yanlıştır. Bizim taraftakiler yaparsa hakları vardır ama bizim dışımızdakilerin buna hakları olamaz ikilemi son derece yanlıştır.
Türkiye’deki siyasi tartışmaları behemehal Türk-Kürt kutuplaşması içinde görmeğe ve analiz etmeye çalışanların atlamadığı bir isim de Mahmut Esat Bozkurttur(ö.1943). Bozkurt’un 1930’larda söylediği:'Bu ülkede türk olmayanların tek bir hakları vardır, o da türklere hizmetçi olmaktır..” saçma sapan hezeyanlar en çok tekrarlanan örneklerdendir. Elbette bu söz bir hezeyan olması kadar kötü niyetli bir kurguyu da göstermektedir. Lakin Türkiye tarihinden ve toplum yapısından habersiz olanlar, Bozkurt’un hezeyanları üzerinde bu kadar ısrarla durulmasından zannederler ki, Türkiye’de Türk olmayanlar, Türklere gerçekten köle yapılmıştır ya da Türk olmayanların malları ellerinden alınarak Türklere verilmiştir. Elbette yok böyle bir şey. Ama olmayan bu şey varmış gibi yapılarak Bozkurt’un bu hezeyanlarının sıkça örnek gösterilmesi acaba Türk olmayanlarda nasıl bir duygu patlamasına yol açmaktadır? Sonra bu duygu patlamasına katkıda bulunanların bir de kardeşlik vurgusu yapmaları, kardeşliğe gerçekten bir katkı sağlıyor mu?
“O halde, Hayreddin Hoca'nın bu görüşlerini tashih etmesi umulur. Yoksa, onun gibi daha niceleri de, ümmetin birliği adına, kendilerine hükmeden rejimlerin korunması için fetvalar sâdır eyleyip, nice kanlı tabloların daha bir yaygınlaşmasına Hayreddin Hoca'dan da delil gösterebilirler, onun Zeydan'dan yaptığı gibi..” Bu alıntıya dikkat edilirse Hayreddin hoca rejim yanlısı bir adam olup çıkmıştır. Rejim ise “laik, Kemalist TC rejimidir” Şimdi hayreddin hoca gibi birisinin laik bir rejimden taraf olmasını gerektirecek bir görüşü yokken esasen böyle bir ihtimal bile yokken, görüşlerin, olayların Türk-Kürt kutuplaşması içinde ele alınması bazı insanları böyle yanlış bir sonuca götürmektedir. Oysa mesele Türk-Kürt kutuplaşması içinde ele alınırsa, buradan yola çıkılarak, bazı Kürtlerin taleplerine itiraz etmek bir kişiyi behemehal “laik, Kemalist TC’den yana ediyorsa”, TC’nin karşısında ve ona karşı silahlı mücadele eden taraf ise PKK’dır. Hayreddin Hoca gibi bir insanı bile “laik, Kemalist rejimden yana” görmeyi başaranların tarafı ise kendiliğinden PKK tarafı mı olmaktadır? Böyle bir sonuç kendi kurgularına göre kaçınılmaz ise de herkes biliyor ki bu insanların PKK ile bir yakınlıkları yoktur. Tıpkı Hayreddin Hocanın “laik, Kemalist rejim” ile yakınlığının olmadığı gibi. İslam Ümmeti arasında tefrika savunulamaz, tefrikayı meslek edinmiş insanlara karşı Ümmetin birliğini savunanları yersiz, haksız,münasebetsiz suçlamalarla suçlamak yerine onları anlamaya çalışmak geleceğimiz adına daha olumlu anlamlı olacaktır. Yazı ve analizleri ile ayrılığa lojistik malzeme sunanların yapıp ettiklerini yeniden gözden geçirmeleri hem kendileri hem de mensubu oldukları İslam Ümmetinin hayrına olacaktır.
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA
1-Kinyas Kartal, Erivan’dan Van’a Hatıralarım, Anadolu Basın Birliği Yayınları, Ankara 1987.
2-Şaduman Halıcı, Yeni Türk Devleti’nin Yapılanmasında Mahmut Esat Bozkurt, Ankara 2004.