TBMM Başkanlığına
Bu gün, bulunduğumuz noktadan, üniversite önlerindeki” Baş örtüsü “eylemlerini yeniden değerlendirme gereği duydum. Kadınlarımızın ve özellikle Üniversitede akademik tahsil hayatına atılan, yarının genç nesilleri, bu gün en tabii hakları olan okuma özgürlüklerine, yıllardan beri çözüm üretilemeyen “ baş örtüsü” yasağı veya hukuk gözü ile bakıldığında “ kılık kıyafet “ yasası sebebi ile kavuşamamaktadırlar.
Bu gün gerek üniversitelerin gerekse genel anlamda laik kesimin “kamusal alan” söylemleri ile, dinini yaşamak isteyenlerin önüne adeta set çekilmeye başlanmıştır. Kamu alanı sadece köylerde yoktur ve kamu gücü arada bir uğrayan Jandarmadan ibarettir. Bunun yanında şehirlerde ise kamu alanı daha geniştir ve gücü daha ağırdır. Hatta her yer kamu alanıdır.
Türkiye nüfusunun dörtte üçü kamu gücünü ve kamu alanını şehirleştikten sonra görmüş ve anlamıştır. Ve anlamıştır ki, dinin yaşamak istediğinde kamu ile çatışmak kaçınılmazdır. Ancak Türk tarihi, İslam referanslı bir devlet ve toplum yapısının tarihidir. Bu sebeple, bu tarihin tortuları, mütedeyyin insanlar da kamu gücüne karşı “ mücadele “ etme refleksini köreltmiş ve devlet her ne kadar da kamu alanını kendisine kapatmış olsa da, mücadele edilmesi gereken bir kavram oluşmamıştır. Ancak, son otuz yıllık siyasi tarihimiz incelendiğinde; İslamcı kesiminde, devletin bir halkı olduğu yönündeki anlayışı yerini, Halkın bir devleti olması gerektiğini anlamış, Devletin kendilerinden müteşekkil olduğunu ve baskı uygulayanlarında maaşlarını kendilerinin ödediğini fark etmiştir. İşte bu noktada, devletin bu zamana kadar sırtından beslendiği İslamcı kesim, devlet anlayışında ciddi bir kırılma yaşamaya başlayarak, devletten hizmet beklemeye ve ısrarla bunu talep etmeye başlamışlardır. Laik anlayış ise, kamu alanını halkın anlayışına ve inancına göre yapılandırmadığı için, kamu alanını daraltılması ve halkın “ medeni bir hayat sürebilmesi için gereken özel alan” zorlu siyasal mücadeleler gerektirecek niteliktedir. Teorik olarak yıllarca anlaşılmayan bu durum, hayatın bizzat kendinin dayatması ile beraber “ gönülsüz” de olsa bu gün kavranılmıştır.
Bu ülkede, toplum ve sistem mühendislerinin, aslında Devlet denilen cihazı çağın gereklerine ve insan haklarını esas alarak, bu zorunluluklara göre biçimlendirmeleri gerekirken, bunu yapmamaları ve laikliği korumak iddiası ile şizofreni sıtma nöbetine tutulmuş gibi, psikolojik bir refleks ile; Aslında, hayatın gelişmesi ile, karşı durulması imkansız bir halk baskısı oluşacağı düşünülmeden konu derin bir siyasal mücadele haline getirilmiştir. Devletin, gelişen hayatın gerisinde kalması, İdeolojik saplantılarla Çin seddine döndürülen Kamu alanının,daha ne kadar dayanabileceği noktasında kaygı duyulmuyor mu?
Sayın Meclis başkanım;
Hayat alanının genişlemesine paralel olarak, tabi taleplerinde karşılanmaması ve hatta bizzat bunun önüne baraj yapması, sivil taleplerin karşılanabilmesi ve kazanılması için siyasal mücadele alanını açmıştır.Mütedeyyin insanların ,en tabii ve sivil talepleri karşılanmayınca, Bunun siyasal mücadeleye dönüşmeyeceğini önleyecek bir mekanizma daha keşfedilmedi ki!
Demokrasi tarihimizde, İslamcıların yapılanması siyasi sistemin baskıcı anlayışının kaçınılmaz bir sonucudur.Laik sistemin kendini yenileyememesi ve geliştirememesi,
Özellikle kamu gücünü kullananların kendi halkına, asgari hakları dahi vermekten imtina etmesi, halkın gözünde sistem “dehşet” görüntüsü oluşturmuştur. Gelişmiş ülkelerde siyasi partiler hizmet için kurulur ama, bu ülkede siyasi partiler sisteme karşı adeta savaş çığlıkları atarak ve bir takım “ İnsan haklarının “propagandalarını yaparak kurulurlar. Bunun tek sebebi ise bu gün kamu gücünü kendi referansı ile elinde bulunduran ve bunu baskı aracı olarak kullanan siyasal sistemdir.
Beyefendi;
Netice olarak arz etmek istediğim; bu yasaklarla yapılan uygulamalar insan haklarını ihlal etmekte ve bireyin anayasamızda ifade edilen “ din ve vicdan özgürlüğünü” kısıtlamaktadır. Bu kısıtlamanın en zararlı tarafı ise,bireylerin kişilik, karakter, şahsiyet, gelişmelerini engellerken, aynı zaman da iki yüzlü, şahsiyetsiz, haysiyetsiz ve edepsiz bir zihniyetinde hayata hakim olmasını sağlamaktadır. Öğretmen” öğrenci, Asker” sivil, Müdür, memur, Baba kız ve sosyal ve kamu alanındaki ilişkileri gün geçtikçe daha olumsuz etkilemektedir.
Sayın Meclis Başkanım;
Din, insan hayatından sökülüp atılması mümkün olmayan Sosyal, Psikolojik ve kültürel bir olgudur.Birilerinin bunu kabul etmemesi, kahır ekseriyetin adına hiçbir anlam ifade etmemektedir ve etmediği gibi de, devleti kendi vatandaşları ile yüz yüze getirmektedir. İnsanların uğruna yaşadıkları değerler vardır. Bunun en başında inançları gelir. Hiç bir kimse inanmadığı bir değer uğruna, ne ölümü göze alır, nede yorulmaya gerek görür! Yüzyıllardan beri, tarihine, geleneklerine, inançlarına, günlük hayatlarına etkili olan İslam dininin emirlerini yerine getirmek isteyen ve kendilerini inandıkları din hükümlerine karşı sorumlu hissederek, bu inançla, üniversite kapılarında ömürlerini heba eden kızlarımızın bu haklarından yararlanmaları için yüce meclisimizin bir çalışma yapıp yapmadığını bilmiyorum. Ancak böylesine önemli ve öncelikli bir konunun
Kısa zamanda mecliste görüşülerek, çözüm üretilmesinin, insan haklarını korumak açısından çok önemli olduğu kanaatindeyim.
Saygılarımla