Tayyip Harikalar Diyarında…
Gezi Parkı olaylarının ilk gününden bu yana Başbakan Erdoğan'ın şahsında hükümetin söylemlerini, tavırlarını dikkatle takip edip, bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. İlk bir hafta-on gün, Tayyip Erdoğan'ın bilinçli bir seçim stratejisi izlediğini düşündüm ve bu şekilde yazdım. "Ortalığı bilerek, isteyerek bu kadar germesinin tek nedeni, bir erken seçim, ardından da Cumhurbaşkanlığı seçimi için güç toplamak ve otorite gösterisi yapmaktır." dedim. Ancak hem süreçteki ilgili adımların gerçekleşmemesi, hem de tavırların giderek anlamsızlaşması, bu fikrimden şüphe duymama neden oldu. Bir kaç günlük bir kafa karışıklığının arından, son iki mitingle birlikte kararımı kesin olarak verdim. Şaka falan yapmadan, kinaye ya da imada bulunmadan açık açık şunu söyledim : "Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın ruh hali endişe verici. Tüm dünyanın gözleri önünde cinnet geçiriyor." Biz her ne kadar "Başbakan delirdi!" de, bu aslında kendimize bile "kötü bir şaka" gibi geliyordu. Oysa yabancılar, çok rahatlıkla bunu ifade edebiliyorlar. Artık içimize sindirmemiz gereken gerçek, Türkiye Cumhuriyeti'nin psikolojik buhranlar yaşayan bir diktatör tarafından, korku imparatorluğu şeklinde, yalanlar üzerinde yükselerek yönetildiği...
Bütün bunları bu kadar kendime güvenerek yazmamın bir nedeni daha var;
Dün, AKP'li üst düzey bürokrat olan bir dostumla, uzun uzun sohbet ettik. Konumuz elbette ki Gezi Parkı direnişi, öncesi ve sonrasıydı. Söylediklerini, bana verdiği cevapları, argümanlarını, iddialarını ağzım açık dinledim. Hatta öyle bir an geldi ki, sinirim bozuldu ve gülmeye başladım. Oysa karşımdaki son derece ciddiydi.
Onun görüşlerinin, hükümetin, AKP'nin ve Başbakan'ın samimi düşünceleri olduğuna eminim. Zira dediğim gibi kendisi sıradan bir parti üyesi ya da seçmen değil, üst düzeyde bir devlet görevlisi. Sıfırdan başlamış ve AKP döneminde hızla yükselmiş. Partisine ve Başbakan'a sadece gönül bağı yok, minnet bağı da var... Başbakan'ın düşünce ve söylemlerini şaşmaz doğrulukta kabul etmesinin daha başka nedenleri de vardır elbet, benim için bu kadarı yeterli...
Bir : Diyorlar ki, "Bütün bu olanlar, içeride CHP'nin başını çektiği, dışarıdan bir taraftan Suriye, Rusya ve İran'ın, öbür yandan Avrupa'nın destek verdiği bir komplo." Buna dair argümanlar üretiyorlar, yabancı basının tavrından, eylemcilerin sözlerine kadar her şeyi buna bağlamaya feci halde meyilliler. Bu kadarla kalsa iyi. O eylemlere katılan, direnişte yer alan herkesin, tek tek, memur gibi, yevmiye sırasına giren amele gibi, dış odaklardan para aldığını iddia ediyorlar.
Önce tatlı tatlı dalga geçtim, "El Muhaberat bu hafta benim paramı yatırmadı." falan dedim. Baktım ki yüzünde kıl oynamıyor, aksine biraz daha üstelesem, iddiasına bal gibi kanıt, itiraf bulduğunu zannedecek. Sustum...
İki : Diyorlar ki, "Bütün bu olanlar aylar önceden planlanmıştı. İlk önce Hatay'da başlaması planlanmıştı, bombadan sonra halk Hatay'da ayaklanacaktı. İstihbarat bunun duyumunu aldı ve engel oldu. Ama Gezi Parkı'nda başlayacağını kimse tahmin edemedi. Gafil avlandık." Azılı sosyalistinden eski tüfek komünistine, Maocusundan Troçkistine, Kürdünden beyaz Türküne, ılımlı liberalinden sosyal demokratına, Kemalistine, ulusalcısına, anarşistine, eşcinseline, iş güç sahibinden öğrencisine, gazetecisinden sanatçısına, devrimci müslümanından ateistine kadar her biri yanındakinden ayrı düşünen on binlerce insanı bir parkta toplamanın planla, programla, randevuyla, ayarlamayla olabileceğine dair fantazi üretmek, her babayiğidin harcı değil. Saygı duydum... Buna benzer zihinler cücelerle orkları, hobbitlerle insanları bir araya getirip dünya edebiyat tarihine girdi.
Üç : Diyorlar ki, "Tamam aralarında gerçekten saf, masum olanlar vardı ama park, sokaklar ajan, provokatör kaynıyordu. Birçoğu azılı teröristti. Yabancı devlet ajanları fink atıyordu." Hatta ve hatta şuna inanıyorlar; "Bu öyle büyük bir komplo, öyle detaylı bir plandı ki, polisin içine de yabancı devlet ajanları ve yerli işbirlikçiler sızmıştı. Ethem Sarısülük'ü vuran kişi mesela, polis kılığına girmiş bir Suriye ajanı idi. O kask numaları kapatılmış polisler var ya hani, işte onların hepsi polisin arasına karışmış sahte polislerdi. O yüzden de kask numaraları yoktu."
Şaka yapıp yapmadığını anlamak için, hani içinde en ufak bir abartma, bir ima, bir esprimsi varsa cımbızla çekeyim diye tam yarım saat çaba sarfettim. Aynı cümleyi on kez kurdurttum. Sinirden ağlama noktasına geldim. Hayır, ciddiydi.
Dört : Diyorlar ki, "Tamam bazı hatalar oldu ama özür dilendi. Gayet demokratik bir biçimde, Başbakan onları karşısına alıp dinledi. 'Yargı kararına uyalım, isterseniz halk oylaması yapalım.' dedi. Yeteri kadar süre tanındı, kaç kez uyarıldı. Ama dinlemediler, anlaşmaya yanaşmadılar. Bunu onlar istedi."
Buradan sonra sustum. Anlamaya da çalışmadım. Bir alt mesaj aramayı da bıraktım.
Konuştuğum kişi parkın durumu, direnişçilerin profili, orada açılan bayraklar, bulunan örgüt ve partiler gibi bir çok konuda bir çok şeyi ilk kez benden duyduğunu söyledi. Başbakan'ın görüşü ve açıklamaları dışında bir somut gerçek arama gereği duymamış, en ufak şüphe bile etmemişti.
Başta dediğim gibi, bu görüşmeden sonra açıkça ve kesin biçimde emin oldum :
Başbakan akıl sağlığını yitirmiş durumda. Hayaller, paranoyalar ve hezeyanların içinde...
Ancak ona inanan kitle, seçmen ve taraftarları da, hipnotize olmuş haldeler...
Bu uykudan uyanmaları ise kolay gözükmüyor.