Tatlı Dillim
Koş bey koş! Bizim ufaklık konuşmaya başladı.” Adam, tuvaletten köpüğü yüzünde olmasına rağmen bir solukta salona geldi.
“ Ne konuştu hanım?”
“ Mami” dedi.
“ Ne! Anne mi, demek istedi?”
“ Bak dinle”
“ Ma-mi.”
“ Hanım yoksa bunun karnı acıkıp, mama istiyor olmasın.”
“ Biraz önce karnını doyurdum.”
“ Ben sana söylemedim mi, şu CNBC-C kanalını çocuğun yanında fazla izleme diye. Olacağı buydu işte! Ufaklık, tabiî ki sana, ‘Mami’ diyecek.”
Ah! Ne çektiysek şu dilimizden çektik. Değil mi? Ağzımızdan çıkanı kulağımız duymadı. Attık işkembeden onca yalanları siyaset sahnesinde. Hem de insanların gözünün içine baka baka.
“ Dilin kemiği yok” derler. Bırakın ağzınızdan çıkanları, vursun karşınızdakinin yüzüne. Kızartın onu ve kırın o güzelim kalpleri, bir daha tamir olmamacasına. Evet, o ağzımızın içindeki et parçasının yetmiş beşinci yılını kutluyoruz. Belki de birçoğumuzun bundan haberi yok. Döndürün dilinizi, gücünüz yettiğince.
Şöyle bir dolaştım şehrin kalabalık caddelerini. Gözlerim dükkânların şaşalı reklâm tabelalarında. Neler yok ki neler. Yarım İngilizcemle, bazılarını çözebiliyorum. Çözemediklerimi de vitrinlerine bakıp, ne sattıklarını ancak anlayabiliyorum.
Sabahları simidi çok severim. Hele yanında sımsıcak bir çay, ne de güzel gider, o dilin tadımında. Gözüme ilişen “ Simit House” tabelasını okuyup içeri dalıyorum. Hani, Simidin yanına “ House” sözcüğü konmasa, içerisinin kalabalık olacağı yoktu. Fiyatını da öyle sokakta satılan simitler gibi düşünmeyin. “ House” fiyatları ikiye katlatmış. Benimkisi de merak işte. Tezgâhın gerisindeki delikanlıya, tabeladan cesaret alıp, “ bir simit, bir de tea” diyorum. Yüzüme aval aval bakıyor. İçimden gülüyorum. “ bir simit, bir de çay” diyorum.
Sokaklarda, apartmanlarda ve ekran gerisinde yabancılaştık. Televizyon isimlerini tuşladık. Fox ve Show’ların içindeki aydın geçinenleri, dillerinden kayan, bir sürü anlamadığımız yabancı sözcükleri, kültür havasıyla dinledik. Ve şimdiki gençler, birbirleriyle, “ Hay!” la selamlaşıp, “ Bye” sözcükleriyle vedalaşıyorlar. MSN’lerde Türkçemizi katledip, steno gibi kısalttık. “ w ve x “ kelimeleri, duygularımızın arasına serpiştirildi. Kültürel yozlaşmayla “ Evet” ler, “ Ewet” oldu dilimizin sürçmelerinde.
Eee! Ekonomimizin can damarlarından, Telekom’un Genel Müdürü “ Doany” olursa, bizlerinde, işyerlerine “ The Marmara”, “ Le Coffie”, “ Ali’s Cafe”, “ Estetica”, “ Star Light Berber Salonu” gibi isimler koymamız doğal olmaz mı?
Emperyalizmin oyunu ile yabancılar, ekonomik savaşlarının baskısını, kültürel boyutta da iyiden iyiye hissettirmeye başladılar. Onlara teslim olmamak ve Türkçemizi yozlaştırmamak için, dilimize sahip çıkalım. Sahi bu arada toplum olarak, bir de belimize ve elimize sahip çıkarsak hiç de fena olmaz.
Sürçi lisan ettiysek affola…