Taşeronluk ile Başlar
Şantaj, kundaklama ve kaset olaylarını derinlemesine anlamaya çalışırken, işin özelleştirmelere kadar gittiğini gördüm. Cumhuriyetin dişinden tırnağından artırdıkları ile kurulan KİT’lerin satılması canımızı acıtmıştı. KİT’lerimiz, dolayısı ile de ulusal pazarlarımız satılmıştı.
Özelleştirmeler Ordunun kışlasına dayanınca, malımız mülkümüz gitti, şimdide güvenliğimiz mi gidiyor demiştik.
Neyse, şimdilik sözleşmeli askerlik kurumu kuruldu. Kışlanın özelleştirilmesi biraz ertelendi.
Yani şimdilik bir Blacwater’ımız yok.
Ama gözümüzden önemli bir şey kaçtı.
Firmaların özel güvenlik birimleri kurması, kendi güvenliğini kendisinin sağlaması işi, bizleri pek fazla rahatsız etmemişti. Birkaç kişi iş bulacak, istihdam genişleyecekti.
Şirket deyince, hep aklımıza yüz, iki yüz, bilemediniz bin kişi çalıştıran şirketler geliyordu. Bunlarında olsa olsa depolarında ve çevresindeki güvenlik için birkaç bekçi çalıştırırlardı.
Oysa yabancı holdingler ile ortak holdinglerimiz var. Bunların bazılarının, yüz, iki yüz bin kişi çalışıyor. Bu holdinglerin güvenlik birimlerinde, kaç kişinin çalıştığı pek de bilinen bir husus değildir.
Bu güvenlik ve istihbarat birimlerinde, subay ve devletin istihbarat birimlerinden emekli kişiler çalıştırıldı. Holdingler, artık, güvenlik ve istihbarat işlerini profesyonel kişilerce sürdürmektedir.
Holdinglerin kurdukları istihbarat birimlerinin, sayıları ve kapasiteleri bakımından bilgilerimiz oldukça kısıtlıdır.
Kapasiteden kastım; bilgi /veri toplama ve bu verileri değerlendirme, elde edilen güvenlik bilgilerini kar’a veya bir etkinliğe dönüştürme…
Öğrendiğimiz devlet tanımında; şiddet sadece devletin tekelindedir. Devletin ideolojik aygıtları vardır. Kontrol ve denetimleri bunlar vasıtası ile yürütür. Ordu şiddetin denetiminde birinci araçtır. Kolluk kuvvetleri, kanunlar, hukuk ve gelenekler bunları destekler.
Güvenlik ve istihbaratın özelleştirilmesiyle, devletin güvenlik alanındaki tekeli son bulmuştur.
Her holding kendisine ait, güvenlik ve istihbarat birimine sahip olunca, Erdoğan’ında, özel güvenlik ve istihbarat örgütüne sahip olması, halkın gözünde olağan bir vaka gibi algılandı.
Ortalıkta binlerce güvenlik ve istihbarat örgütü olunca ve bunları denetleyen holdinglerin bizatihi kendileri olunca, sanki Başbakan ve devlet bunları denetlemez gibi bir anlayış ortaya çıktı. (Devletsizleşmenin ilk adımları)
Durum böyle olunca da, Erdoğan “beni de dinliyorlar” diye normal bir vatandaş gibi, o da şikayetlendi.
Tabi bu kadar çok güvenlik birimi olunca, burada çalışanların en üst düzeyde eğitimli olması gerekti. Bunların eğitimi için de, istihbarı beceri bakımından en deneyimli CIA’dan kurs almak gerekti.
Böylece bir sürü gazeteci kılıklı istihbaratçı, CIA’dan eğitim almak için, Amerika’ya gitti, geldi.
Tekrar devletsizleşmeye dönersek; devletsizleşme her halde şöyle bir yol izleyecek.
Paralı askerler, daha sonra Blackwater gibi askeri şirketler. Bu askeri şirketlere bağlı yüksek istihbarı kapasiteye sahip örgütlenmeler. V.s.
Sonunda bu istihbarat şirketleri devletin,( eğer o zamana kadar devlet diye bir şey kalmışsa) tuvalet kâğıdını hangi şirketten satın alacağını da, bu istihbarat holdingleri istihbar etmiş olacaktır.
Özel istihbarat şirketlerinin devletin karar organlarına, daha etkili müdahil olabilmeleri için, daha fazla şantaj ve kundaklamaya ihtiyaçları olacağı aşikârdır.
Bağımsızlığı olmayan bir ülkenin, bağımsız istihbarat örgütü olmaz.
Piyasaya onay vermeyi “demokrasi” sanmaya devam edersek, devletimiz diye bir şeyin kalmayacağı ortadadır.
Emperyalizmden kurtulmanın, Kurtuluş Savaşında olduğu gibi, ancak bir devrimle olabileceğine inanabilirsek…