Tasavvuf Edebiyatımızın İlk Büyük Şairi: Yunus Emre
Yunus Emre’nin şiirleriyle karşılaşmayanımız yok gibidir. O, Tasavvuf edebiyatımızın ilk büyük şairidir. Hayatı hakkında kesin bilgilere sahip olmadığımızı biliyoruz. Yunus Emre’yle ilgili bildiklerimiz, din ve tasavvuf büyüklerinin rivayetlerinden oluşan menkıbelere dayanmaktadır.
Risaletü’n-Nushiye adlı mesnevisini 1307–1308 yıllarında yazmış olmasından yola çıkarak yaptığımız değerlendirmelere göre; XIV. Yüzyılın başlarına kadar yaşadığı kabul edilmektedir.
Son araştırmalara bakarsak; Yunus Emre’nin 1240–1241 yıllarında, muhtemelen Eskişehir’de doğduğu, seksen iki yıl yaşayarak 1320–1321 yıllarında vefat ettiği tahmin edilmektedir.
Yunus Emre’nin iki defa evlendiği, bu evliliklerinden iki çocuğunun olduğu, Konya, Şam ve Azerbaycan’ı dolaştığı bilinmektedir. Aşık Çelebi, Rıza Tevfik, Bursalı Mehmet Tahir, Hüseyin Vassaf gibi araştırmacılar, şairin okuma-yazma bilmediğini, medrese eğitiminden geçmediğini; İsmail Hakkı Bursevi, Abdulbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş gibi araştırmacılar ise, medrese eğitimi almış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yunus’un ümmiliğini Hz. Peygamber’den kinaye bir ümmilik kabul edenler de vardır. Aslında Yunus, ümmi olmadığını düşündürecek kadar ilim sahibidir.
O’nun ilmi, ilahi aşk ve güzel ahlakla elde edilmiş ledünni (ilham yoluyla elde edilmiş) bir ilimdir. Menkıbeleri ve şiirlerinden anlaşıldığına göre; Yunus Emre, tasavvuf yoluna girmeden önce, güçlü bir medrese öğrenimi görerek yetişmiştir. Yunus Emre’nin menkbevi hayatı daha çok Hacı Bektaş-ı Veli “Velâyetname”sine dayanmaktadır. Rivayetlerden birine göre; Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna çıkar ve, “Ben bir fakir kişiyim. Bu yıl ekinimden nasip alamadım. Ümittir ki bu yemişi alıp buğday verirsiniz” der. Birkaç gün bekledikten sonra ayrılacağı Hacı Bektaş’a haber verilir.
Hacı Bektaş; “sorun bakalım, buğday mı ister, nefes mi?”der. Yunus’un “buğday” cevabı bildirilince, Hacı Bektaş-ı Veli; “Varın söyleyin, alıcın her tanesi için bir (iki) nefes verelim” buyurur.
Cevaben Yunus Emre; “Ehlim var, nefes karın doyurmaz. Lütuf ederse buğday versinler. Kifaf edelim” der. Hacı Bektaş-ı Veli bu defa; “Alıcın çekirdeğine on nefes verelim” dese de o kabul etmez. Kendisine istediği kadar buğday verilir. Yunus Emre yolda buğdayıyla giderken, “Vilayet eri bana nasip sundu, alıcın her çekirdeğine karşı on nefes verdi. Ne olmayacak iş ettim. Buğday sayılı günde tükenir, nefes bir ömür yeter. Ola ki himmet eder, nasibi verir” diye düşünür.
Yunus Emre Dergâha varıp halini arzeder. Hacı Bektaş’a istediği haber verilince, “O şimdiden sonra olmaz, biz onun kilidini Tapduk Emre’ye verdik”der. Yunus Emre bunun üzerine Tapduk Emre’ye gider. Tapduk Emre, “hoş geldin” halin bize arzolundu. Hizmet et, emek yetir, nasibini al” buyurur. Bunun üzerine Yunus emre, Tapduk dergâhına kırk yıl odun taşır. Bu kırk yıl boyunca Yunus Emre’deki istidat, tasavvufi eğitim yoluyla işlenir. Teslimiyeti, samimi hizmetleri sonucu olgunluk mertebesine erer. Daha sonra şiirleriyle halkı irşat etmek üzere yeniden gurbete çıkar.
Yunus Emre, Konya, Şam ve Azerbaycan dahil geniş sayılabilecek bir coğrafyayı dolaşmıştır. Çağdaşı büyük mutasavvıf Mevlâna Celâleddin’le görüşerek, yolculuğunu doğduğu yer olan Porsuk çayının Sakarya’ya döküldüğü Sarıköy’e dönerek tamamlamıştır. Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de gömüldüğü yere, 1970 yılında yeni bir mezar yapılmıştır. Anadolu’nun birçok bölgesinde, Ona ait mezarın bulunması şaire duyulan büyük sevginin göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Kendisinden sonra gelen binlerce düşünce ve sanat adamını derinden etkileyen, şiirleri bugün de en az aydınlar kadar halk arasında dillerden düşmeyen Yunus Emre’nin, Türkçe edebiyatın en büyük şairi olduğunu söylemek yanlış sayılmaz.
Yunus emre, şiirlerinde kullandığı süsten, gösterişten uzak temiz bir Türkçe ile şiirimizin en temiz ve berrak kaynaklarından birini oluşturmuştur. Allah ve insan sevgisini, dostluğu, kardeşliği, merhamet ve yardımlaşmayı esas alan, öğütleyen İslâm tasavvufundan kaynaklanan ve güçlü bir lirizmle beslediği şiirlerinin yüzyılları aşıp gelmesi tesadüfi değildir.
Bazı şiirlerinde aruzu, büyük çoğunlukla hece
ölçüsünü kullanan Yunus Emre’nin Divan’da üçyüz altmış kadar ilâhi ve nefes topladığı görülmektedir. Şiirinin temel birimi beyit, biçmi ilâhidir. Müstezat ilâhiyi sever. Aruzla yazar, Türkçe hece ölçüsüne uygun olan “hezec” ve “recez” bahrlarını kullanır genellikle. Kusursuz bir kafiye yapısına sahip Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının ilk büyük şairi olarak kabul edilmektedir. Yunus Emre, bir ozan, yahut bir saz şairi değil, dini-tasavvufi Türk edebiyatı alanında kendine özgü bir tarzın temsilcisidir.
Kur’an ve sünnet esaslarından hareketle, bütün insanlığı Allah’ı zikre ve kardeşliğe davet eden Yunus Emre, şiirlerinde, ölüm, fanilik, gurbet ve dervişlik konularını işlemiştir. Yine de onun şiirlerinde en çok işlediği konu ilahi aşktır. O’na göre “aşk makamı” yüce bir makamdır.
Yunus Emre, ne dünya, nede ahiret hesabındadır. O, hasret ile doludur. İlâhi aşktan sonra, Yunus Emre’nin düşüncesinde, en köklü yere sahip olan fikir, ölüm fikridir. Şaire göre ölüm “sevgiliyle buluşmaktan” başka bir şey değildir.
Beylikler döneminin karışık Anadolu’sunda yaşamış olan Yunus Emre, dünya ile tümüyle bağlarını koparmamıştır. Bu nedenle de gündelik olaylar şu dörtlüğünde olduğu gibi karşımıza çıkar:
Bu dünyada bir nesneye,
Yanar içim, göynür özüm,
Yiğit iken ölenlere,
Gök ekini biçmiş gibi..
Yunus Emre’nin dili, ortak İslâm medeniyeti içinde öteden beri gelişmeye başlamış ve ortak medeniyet dillerinden Türkçeleştirilmiş kelimelerle zengin bir İslâmi Türk dilidir.
Orta Asya’da Ahmet Yesevi ile başlayan tasavvuf şiirinin doruk noktasına Yunus Emre ile çıktığı, Anadolu erenlerinin en büyüğünün Yunus Emre olduğu kabul gören gerçeklerin başında gelmektedir.
Yunus Emre’nin üçbin şiir söylediği, fakat bu şiirlerin Molla Kasım adlı bir zahid tarafından şeraite aykırı bulunduğu için tahrip edildiği, yılların gerisinden gönümüze akıp gelen değerlendirmelerdendir. Molla Kasım, Yunus’un şiirlerini ele geçirip, bir su kenarına oturur. Bin tanesini yakar, bin tanesini de suya verir. Üçüncü bindeki şiirleri okumaya başlayınca, şu dizelerle karşılaşır:
Derviş Yunus bu söze eğri büğrü söyleme,
Seni sığaya çeken bir Molla Kasım gelir..
Bu beyti okuyan Molla Kasım şaşırır, tövbeye gelir ve Yunus Emre’nin ermiş bir kişi olduğuna inanır. Ne var ki iş işten geçmiştir. Elde sadece bin tane şiir kalmıştır.
ESERLERİ:
Yunus Emre’nin iki eseri vardır. Bunlardan Risaletü’n Nushiyye olarak bilineni 1307 yılında mesnevi şeklinde yazılmış, tasavvufi bir nasihatnamedir. Yunus Emre’nin bu eserinde ahenk ve âşıkanelik olmamakla birlikte sembolizmi mükemmeldir. Eserde kavramlar soyut olup teşhis sanatıyla işlenmiştir. Didaktik bir eser olan bu risale, insanın kâmil olma yolunda yaşadığı manevi yolculuğu anlatır.
Yunus’un öteki asıl eseri ise, düşünce dünyasını da ortaya koyduğu Divan’dır. “Yunus olduysa adım pes ne aceb/Okuyalar defter-ü divanımı “beyitinden anlaşıldığı kadarıyla, Yunus Emre hayattayken Divan-ı bulunuyordu, şeklinde yorum yapmak, bunu gerçek olarak kabul etmiş yanlış olmaz.
Yunus Emre’yi ilim ve edebiyat dünyasına ciddi anlamda tanıtan ilk kişi, isim ve imza Fuat Köprülü’dür. “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1918)” adlı eserinde Ahmed Yesevi ve Yunus Emre etrafında gelişen Türk tasavvuf edebiyatı tarihi, geniş şekilde incelenmiştir.
Cumhuriyet döneminde Yunus Emre üzerine ilk ciddi araştırmayı ise Burhan Toprak yapmış ve Yunus’un şiirlerini “Yunus Emre Divanı-(1933–34)” adıyla yayımlamıştır.
HAKKINDA YAZILANLARDAN
1- Yunus Emre bir bakıma Mâvlana ile adeta aynı inancı ve aynı dünya ve hayat görüşünü paylaşmıştır. Mevlâna’nın Farsca terennüm ettiklerini, çok uzun ve geniş bir ufukta, bize aydınlığı gösterdiklerini Yunus Emre çok daha kısa tesirli bir Türkçe ile şakımıştır. (Abdülkadir Karahan)
2- Yunus Emre’nin sanatı tamamiyle “Milli” yani “Türk” bir sanattır ki, bunu tahlil edecek olursak, başlıca iki unsura tesadüf ederiz: Evvela ona ahlaki-süfiyane esaslarını veren “İslami-Nev-Eflâtuni” unsur. İkinci olarak; lisanın edasını, şeklini, veznini veren milli unsur. Birisi “Esas”ı, diğeri “Şekl”i teşkil eden bu iki unsur. (Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, 1986)
3- Bu dünya, insanın bakıp bakıp doyamadığı kızıl, yeşil donanmış pırıl pırıl bir gelindir. Ölümü en sakin ve soyut çizgilerle anlatan Yunus, ölüme geçiş acılarını en dehşetli imajlarla, hayatı da bir çocuğun dünyaya bakışı kadar taze, renkli ve parlak, canlı kelimelerle anlatıyor (Sezai Karakoç, Yunus Emre, 1989).
4- Şiirimizin ustalarından, rahmetli Halil Soyuer’in sekiz dörtlükten meydana gelen “Gizlidir” başlıklı şiirinin bir dörtlüğü: Halil diye doğmuş biri/Yunus olmuş onun pir’i/Belki de bunca şiiri/Yazanda, Yunus gizlidir..
ŞİİRLERİNDEN
Yunus Emre’nin şiirlerinden: 1-Aşkın aldı benden beni/Bana seni gerek seni/Ben yanarım dün-ü günü/Bana seni gerek seni (Kül’den)
2- Bir garip ölmüş deyeler/Üç günden sonra duyalar/Soğuk su ile yuyalar/Şöyle garip bencileyin (Soğuk su’dan)
3- Gökyüzünde İsa ile/Tur dağında Musa ile/Elimdeki âsâ ile/Çağırayım Mevlâm seni (Dağlar ile, Taşlar ile’den)
4- Ne dilersen Haktan dile/Kılavuzla gir doğru yola/Bülbül âşık olmuş güle/Öter “Allah” deyu deyu (Şol cennetin ırmakları’ndan)
5- Gönlüm düştü bu sevdaya/Gel gör beni aşk neyledi/Başımı verdim kavgaya/Gel,gör beni aşk neyledi (Baştan ayağa yâreyim’den)
6- Bir hastaya vardın ise/Bir içim su verdin ise/Yarın anda karşı gele/Hak şarabın içmiş gibi (Gök Ekini’nden)
KAYNAK: Işık, İhsan: (Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, cilt 9 Ankara 2007)