Taş Atan Çocuklar…
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR…
Çocuklar bizim geleceğimiz, ümitlerimiz, üstüne titrediğimiz, kol kanat açtığımız, gurur kaynağımız, sonuçta en büyük sermayemizdir.Terör örgütleri için de bu böyledir. Onlar için de çocuklar, gelecek ve büyük sermayedir. Yalnız, arada tek fark vardır! Terör örgütleri, çocuğu çocuk olarak görmez, üstüne titremez, kol kanat germezler. Onlar için çocuklar sadece ve sadece sermayedir. Bu nedenledir ki Öcalan, “Kürdistanlı gençlere özel selamlar” sözünü hiçbir avukat görüşmesinde asla eksik etmez, özellikle altını çizerek kullanır. Yine bu nedenledir ki, örgüt içerisinde 13-15 yaşlarında yüzlerce eli silahlı çocuk vardır. Yaşı küçük olduğu için örgüte kabul edilmeyen çocuk, neredeyse hiç yoktur.
Çocuklar, terör örgütleri için de “gelecek” olarak görülür. Taş atma, molotof atma, lastik yakma, barikat kurma gibi terör suçları sonucu yakalanarak cezaevine girmiş çocuk, oradan örgütlenmiş, bilinçlendirilmiş, devlete kinlendirilmiş olarak çıkar. Devlete kinlenen bu çocukların cezaevi çıkışları sonrasında örgüte katılmaları, doğal olarak çok daha kolaydır. Bu düşünce ve bilinçle örgütler, çocukları bilerek ve isteyerek sokaklara, sokak çatışmalarına çağırırlar, sokarlar, hatta iterler.
İşte, kamuoyunda “taş atan çocuklar” olarak bilinen konunun seyri ve özü budur.
Geçtiğimiz aylar içerisinde cezaevinden tahliye olan bu çocuklardan bazılarının açıklamaları basına yansıdı. Çocuklar genellikle ifadelerinde; “pişman olmadıklarını, aksine bundan gurur bile duyduklarını” açıkladılar. Bu son derece düşündürücüdür.
Aslına bakarsanız, bu çocukların birçoğunun, yaptıkları eylemlerin suç olduğunu bilerek sokaklara çıktıkları anlaşılıyor. Bu nedenledir ki, yüzlerini bez parçaları ile kapatarak saklamaya, açığa çıkmamaya çalışıyorlar. Yani, çok da bilinçsiz, kandırılmış, maceraperest oldukları söylenemez gibi.
Bir başka tespit; kamuoyunu epeydir meşgul etmesine rağmen, aileler çeşitli şekillerde uyarılmalarına rağmen, her eylemde bu çocukların yine başrolde olmalarıdır. Yani, ailelerin pek de ilgilenmediği, onları sahiplenmediği görülür.
Hatırlarsanız, geçtiğimiz yıl, İstanbul’da yine PKK sempatizanları gençler tarafından İETT otobüsü molotoflanmış, 16 yaşında gencecik bir kızımız yanarak can vermişti. Artık esmesi mümkün olmayan Serap Eser adlı kızımızın katilleri olarak yakalanan gençlerin yaşları 18’den küçük olduğu için “Çocuk Mahkemeleri”nde yargılanacaklarmış. Yani, yasa gereği ceza indiriminden faydalanabilecekler. Niye? Çünkü onlar, “ÇOCUK”!…
Çocuğun attığı taş, baş yarmıyor mu! Demek ki yarmıyor…
Çocuğun attığı molotof, can almıyor mu! Demek ki almıyor…
Henüz çocuk olan, gençliğe henüz adımını atmakta iken canından olan Serap, yaşıyor mu! Demek ki yaşıyor…
Neden örneğin, bölgede yoğun yaşanan töre cinayetlerinde, kan davalarında katil bir başkası olduğu halde, 18 yaşından küçük bir çocuk, suçu üstlenir veya zorla, veya belli bir para karşılığı üstlendirilir, hiç düşündünüz mü? Yani, “Sen erişkin bir katilsin ve cezan falanca yıl. Gel, sen bunu hiç çekme, senin yerine ve daha azını şu çocukcağız çekiversin” mantığı.
Bütün bunların sebebi ne ve kimdir? İşte bu “Çocuk Yasası”, işte bu “Çocuk Mahkemeleri”dir, maalesef…
Peki asıl yapılması gereken nedir?
Asıl yapılması gereken; can alan, kan akıtan, mala zarar veren taş ve molotof atan çocukların almış oldukları cezaları indirmek değildir, olmamalıdır. Oysa asıl mesele, zor ve kesinlikle yapılması gereken mesele; taş atan çocuk bataklığını mümkün olduğunca kurutmak, kötü adam olacak çocukları, en başından kurtarmak, engellemektir gerçek mesele…
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com
İlköğretimde olduğum zamanlar Hoca sınıfa girdiği zaman dersin birkısmını bizleri aydınlatmak ile geçirirdi. Tarihi anlatırdı,Cumhuriyeti anlatırdı, devletin şefkatli kucağından söz ederdi,saatlerce anlatırdı da anlatırdı. Ne varki Apo'nın yakalanış, doğum günlerinde arkadaşlarım aldırış etmez taş atarlardı. Hoca her defasında bende Kürdüm derdi. Çocukların tek cümlesi "satılık Kürttür" derdiler. Çocukların aileleri bazen çocuklarını eve kapatır onlarcamdan kaçardılar. Bazen yakalanıp çırılçıplak devletin şefkatli kollarında işkence edilirdiler. Yine çıktıkları zaman imanları güçlenmişolmalı ki tekrar sokaklara... Yine Kürt köylerinde PKK, zenginlerinde vergi alırdı insanların en değerli şeylerini alırdılar insanlar hiçzerre kadar göz kırpmadan can vermek isterdiler. O günden sonra anladım sorun devletin-ototritenin bizzatihi oluşundadır. İsterörgüt, ister devlet olsun halk bazen paranında, dininde, herşeyinden vaz geçip koskoca devleti takmazdı.
Öyle zan ediyorum ki PKK yerine başka bir çete çıkarsamilleten vergi alırsa insanlar devlet ile beraber örgütü oradan silerdi. Öyle kömürle, eğitimle,yumuşak timsah endoğanvari gülümsemelerle, kucaklayıp öldürmelerle kimsenin kandırlamacağını bilmemiz gerekir. Bir çocuk veya genç gidip poise taş veya camlara taş atarsa bu suç olurda binlerce taşın aynı anda yağmur gibi yaşmasının kaynağı neydi?
Meğer sadece PKK tek gençleri örgüte almaz, devlette gencecik çocukları büyütüp ajanlaştırıyordu, fedaileştiriyordu, gençleri askerde cepheye gönderip hiç çekinmeden öldürtebiliyordu... Otoritelerin olduğu yerde alternatif direnişler, alternatif ototriteleri halk üretir. Filistinli çocukları gördüğümüzde İsrail'e karşı bir gönül düşünüp Haması göz ardı ederizde; Kürdistanlı cıvanlar meğerki ahmakmış... Hemde üniveriste okumuş, kitaplar devirmiş, Türk gençleri bar ve kişisel hayat derken onlar gece gündüz tarihi ve sosyolojiyi okjurken fedai olabiliyorlardı. Anadolu'daki realiteleri göremiyoruz her nedense! İlla insanları kucaklamak onları kucaklayıp kendimize benzetmiş amaç! Bütün açılımlar meğer farklı bir yöntemle çocukları kendi kulanmakmış. Çocuklar sadedir. Eiğimle değil çevredeki duyarlılığından ve acısından bıkıp kin kusmaktır. Bu gün develt kalemşörlerinin PKK otoritelsine duydukları kıskançlık "biz niye çocukları ve halkı kulanamıyoruz" çözümlemesindendir. Sanırım önyargıları kırıp düşünebiliriz.
Kıvançla...
Kasım 7th, 2010 at 16:39Sayın Mehmet Salip Özalp,
Maalesef, sizin beyanınızdan anlaşıldığı üzere siz de Sabahattin Bey'le aynı konumdasınız. Şöyle ki: Bazı su pompaları, suyun içinde çalışır, suyun dışına çıksa yanar. Bazıları suyun dışında çalışır, suya girse yanar. Her ikisinde de temel fonksiyon suyu istenilen yere taşımaktır.
NOT: ayrıca, yazılarınızın sonunda "kıvançla" ifadesini kullanıyorsunuz. "Kıvanç"ın uydurma ve soğuk bir kelime olması bir tarafa; anlamı iftihar, övünçtür.
mesela yazdığınız yorumun sonundaki kıvanç ne anlama gelir? Eğip bükersen bir anlam çıkarabilrsin ama, mantıken ve lafzen sıkıntılı...
Fehmkerdo psmam?
Kasım 8th, 2010 at 09:30Sn. Feyzullah;
s. Talu ve benim baktığım noktanın nereden baktığımız bellidir. Salahadin bey; genelde devletin şefkatli kollarından söz ederden ve devletin varoluş felsefesinin çelişkilerle dolu olduğunu belirtiyorum. Siz ikimizde eleştiriyorsunuz. Genelde alınmayın lütfen, İslami kesimlerin bu ülkede takındığı tavır sadece dışlayıcı, mağaradan toplum yönetmek, sağü gösterip sol vuran bir babış sergilemiştriler hep. Sizin baktığınız nokta kafanızda sadece "soyuttur" her kes güzzelik ister ancak bunu somutlaştırmak-örneklendirmek zordur. S. Talu doğru yada yanlış kendince bir somut örneklendirme yapmıştır ve taktir ediyorum. ACABA SİZİN SOMUT BİR ÖNERİNİZ VARMI?
Kıvançla...
Kasım 9th, 2010 at 12:10