Tarihine Yabancı ve Yalancı Bir Toplum Olduk
Tarihine bu kadar yabancı ve yalancı bir toplum dünyanın acaba neresindedir bizden başka?.. Bu kadar yabancılılık ve yalancılık bize ne kazandırdı, kazandırır?
Tanzimat’la başlayıp, Cumhuriyet döneminde zirveye çıkan Batlılaşma hareketleri, bâtıl zihniyetlerin şer odakları haline geldi, desem acaba insafsızlık mı olur?
Gerçek tarihini bilmeyen, mazisine söven/sayan, atalarını karalayan, öz değerlerine
karşı duran, kökünü ve mayasını, kestane kabuğundan çıkmış gibi beğenmeyen, “Hainlere” kahraman, “Kahramanlara” hain diyen bir toplum, beyinleri yıkanan üniversite gençliği ile yeni yetişen nesil nasıl meydana geldi, kimler getirdi?...
Hezimet olduğunu kabul etmeyen kafalar, zihniyet ve sözüm ona kalem tutanlarla, zafer çığlıkları atılan Lozan Antlaşmasından sonra, küf tutmuş tozlu raflarda, rutubetli dehlizlerde saklanan bilgi/belgelere dayanan, bazı dosyalar gün yüzüne çıkmaya başladı ama, yeterli değil.. Tabular yıkılsa bile, perdeler henüz aralanmadı…
Türkiye’de medyanın hali belli… Yıllardan beri mahut zihniyetleri ile yayın yapan, ekranlarda boy gösterenlerin kimler oldukları, kimler tarafından beslendiklerini bilmeyen ‘Sağır Sultanlar’ az kaldı sanırım ama, değişen ne var ki?...
Rahmetli üstadım Necip Fazıl Kısakürek, Mustafa Müftüoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti, Cevat Rıfat Atılhan, Nizamettin Nazif, Tahir Büyükkörükçü, Demirtaş Uçar Hocalar, hayatta bulunan M. Şevket Eygi, Kadir Mısıroğlu gibi isimlerini buraya alamadığım niceleri zindanlara girseler, hakir görülseler, işkence görseler, bin bir çile, hastalık, acı çekseler bile, doğruları yazmaktan çekinmediler, yalan söyleyen tarihin karşısına çıktılar, çok sayıda ölümsüz eserler bırakarak ebediyete göçtüler.Allah kendilerinden razı, mekânları Cennet olsun.
Günümüz Türkiye’sinde doğruları çekinmeden yazan, söyleyen, mücadelesini veren kaç kişi gösterebiliriz? Parmak sayılarımız kadar az olsa bile, yine zaman zaman yazılıyor, çiziliyor, söyleniyor, feryat ediliyor.
Genç kalemlerimizden Mustafa Armağan, yakın bir ağabeyimizin oğludur, zaman zaman tarihin karanlıklarını, gizlenen gerçekleri gün ışığına çıkarır, yazar, televizyon programlarında söyler. Yayınlanan kitaplarını okumanızı tavsiye ederim.
Mustafa Armağan’ın bir gazetede yayınlanan “HANEDAN KOVULURKEN, MALLARINI KİM KAPTI?” başlıklı yazısından sadece birkaç cümleyi buraya almak istiyorum:
“Şu köpek kadar dahi talihli değilim. O vatanımı görecek, suyunu içecek, ekmeğini yiyecek…Ama ben…” bu insanı kahreden cümleleri kuran kişi, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz “Son saraylı” Neslişah Sultanın babası Ömer Faruk Efendiden başkası değildir.1952 yılında, eşi Mihrişah Sultan köpeğiyle birlikte vapura binerken, vatan hasretinin buruklaştırdığı içini kelimeler böyle dökmüş Ömer Faruk Efendi…
Kendilerine sadece on gün süre tanınan hanedan üye ve mensupları, ellerinde ne var ne yok satmışlar veya birilerine devretmişler, sonra da Çatalca’dan trene bindirilip gönderilmişlerdi bilinmeyen şafaklara…Sürgün bitecek değildi, çünkü çıkan kanunda vatanlarından ebediyen uzaklaştırıldıkları yazılıydı.
10 gün tarihimizin en büyük müzayedesine sahne olmuş, binlerce gayrimenkul ve değerli sanat eseri yom pahasına başka ellere geçmişti. Kâzım Karabekir; yabancıların, Yahudi komisyoncular eliyle bu eşyanın nasıl yurt dışına aktardıklarını pek güzel anlatır. 600 yıllık bir hanedanın soyulduğu bu on günün tarihi mutlaka yazılmalıdır.
Abdülmecid Efendinin Bağlarbaşı’ndaki köşkü, Sultan V. Muradın torunlarından Osman Selahaddin Efendinin babası Nihad Efendi, şair Nigâr Hanım’ın oğlu Salih Kerâmet Kibar’ın anlattıkları bizi utandırır, yere bakmamıza vesile olur.
48 saat mühlet verilen, halife Abdülmecidin özel kâtibi Salih Kerâmet Nigâr, diğer hanedanla birlikte, Çatalca’dan Simplon Ekspresine binecekleri zaman, Rumeli Demiryolları Şirketinin Musevi âmiri koşarak yanlarına gelir, halifenin ellerini öperek tarihi şu sözleri söyler: “Osmanlı Hanedanı, Türkiye Musevilerinin velinimetidir. Atalarımız İspanya’dan sürüldükleri, kendilerini koruyacak bir ülke aradıkları zaman, onları yok olmaktan kurtardılar. Devletlerinin gölgesinde tekrar can, ırz, mal emniyeti ve hürriyetine kavuşturdular. Onların torunlarına bu kara günlerinde elimizden geldiği kadar hizmet etmek vicdan borcumuzdur.” Abdülmecid Efendinin etrafında bulunanlar, bu sözler karşısında ağlamaya başlarlar.
Mecliste af kanunu görüşülürken, Burdur’un Tefenni ilçesinden hanedanın affedilmesi için 500’ün üzerinde telgraf çekilmiş, netice vermemiştir.
(BAKINIZ: m.armagan@zaman.com.tr )
Yaralarımızı yeniden deşen, kanatan bir nokta bu sadece…
Okuyanlar, araştıranlar ve inananlar için daha binlerce gizlenen gerçek var, bizi verem eder de artar bile…İşte bir tane daha:
Cumhuriyetin ilanı üzerinden bir yıl geçmeden, 3 Mart 1924 tarihinde Mecliste ivedilikle kabul edilen, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreseler kapatılacak, Şeri’yye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılmasıyla şeriat mahkemeleri tarihe karışacaktı. Diyanet, laikleştirme politikasına dinsel meşruluk kazandırma görevini yüklenmişti. 1928 de Anayasa’dan İslam’ın çıkarılmasıyla da, görünüşte din devletten ayrılmıştı, ancak: dinin devlete karışmasına müsaade edilmeyeceği, ancak devletin dine dilediği gibi karışacağı yeni ve uzun bir süreç başlamıştı. Dinin mabede hapsedilmesi çalışmaları hız kazanmış, “Türkçe Kur’an, Türkçe ezan, Türkçe tekbir, Türkçe sala, Türkçe hutbeyle halka yansımıştı.
30 Kanun-ı evvel 1928 tarihli gazetelerde; ‘Müessesatı Diniye Müdürlüğü’nce cemaatsiz camilerin sedd (kapatma) edileceği yazılmıştı. 85- 96 cami arasında kapatma yanında, 1926-1972 yılları arasında üç bin cami satılmıştı.
İlk diyanet İşleri başkanlığı görevine atanan Rıfat Börekçi’den sonra, ( 1924-1941) Ömer Nasuhi bilmen, ardından Hasan hüsnü Erdem, kendisine yardımcı yapılan emekli general Sadettin Evrin tarafından hazırlanan nurcular aleyhindeki metne karşı çıktığı için, başkan re’sen emekliye sevk edildi. Bir sonraki başkan İbrahim Elmalı, devlet bakanı Refet Sezginin, bir tayinle ilgili isteğini geri çevirdiği için jet hızıyla görevden alındı.
1960’lı yıllarda, halktan gelen binlerce “Faiz Haram mı?” sorusuna, Diyanet yıllarca cevap veremeyecekti.
Kemalist hutbe irad etmek, dualara bile Kemalizm’i sıkıştırmak, Türkiye toplumunun Diyanet hocalarında gördüğü olağan hallerden olmuştu.
Diyanet İşleri eski başkanlarından tayyar Altıkulaç’ın, “Dört kez partisi dini esaslara dayalı devlet kurma isteği” taşıdığı gerekçesiyle kapatılan Prof. Necmettin Erbakan’la değil de, ‘laik sistemi korumak’ için darbe yapan Kenan Evrenle “daha iyi anlaşıyorduk” sözü diyanetin sistem içindeki yerini anlatması bakımından önemlidir. (BAKINIZ: STAR Gazetesi, Açık görüş eki, Muharrem Coşkun, DEVLETİN ‘RESMİ DİN’ALGISI VE DİYANET yazısı)
Avrupalının “Muhteşem Süleyman” dediği Kanuni Sultan Süleyman’ı bir televizyon dizisinde şehvete kurban veren, yalanlarla, iftiralarla reyting yapmak isteyen, haşmetli bir hükümdarın alnının secdede görülmediği, “Göğüs Degajesi” yarışı yapılan zihniyeti durduramayan bir toplumdan, sözüm ona Kültür Bakanlığından, İktidar Hükümetinden ne beklenir. Devletin resmi yayın organı TRT.1 de yayınlanan BİR ZAMANLAR OSMANLI-KIYAM dizisi, aynı hakaret ve zina sahneleri ile dolu değil mi? Bütün diziler şehvet, şöhret, ihanet, zina üzerine bina edilmiş değil mi?
Bizim amentümüz ve yolumuzda karamsarlık, ye’se düşme yoktur, Kâinatı yaratan en iyisini bilir ve kader uygulanır. Cihan Peygamberinin tebliğ yıllarında ağladığı zamanlar: Cebrail’in gelerek: “Sen tebliğine devam et, hidayet etmezsem; kapılar açılmaz” dediği önemli bir ölçü değil midir?
Yazımızı, KEMÂLİ’nin GÜNEŞ DOĞAR! İsimli şiirimizle noktalayalım ve geleceği bekleyelim:
SEHER VAKTİ ÇİÇEKLER, SECDE EDER AĞAÇLAR,
MELEKLER YERE İNMİŞ, DUA, NİYAZLAR BEKLER,
SESSİZLİK GÖĞE SİNMİŞ, RIZIK İSTER YAMAÇLAR,
BURAK ATINA BİNMİŞ, KABUL OLUR DİLEKLER,
TAN YERİ AĞARIYOR, BEKLENEN GÜNEŞ DOĞAR.
HER GÜN YENİ BAŞLANGIÇ, BİRBİRİNİ KOVALAR,
GÜNEŞİN IŞIĞINDA, DAĞ, TAŞ, DERE, OVALAR,
HAYATIN KAYNAĞINDAN, SICAK OLUR YUVALAR,
SECCADEYE DAMLAYAN, YAŞ HİKMETİ KOVALAR,
ŞAFAK SÖKTÜ SEVİNİN , ÖZLENEN GÜNEŞ DOĞAR.
GECENİN SABAHINDA, RAHMET NURA BOYANDIM.
NAMAZIN MİRACINDA, GÖK KUBBE’YE DAYANDIM,
RABBİME YALVARIRKEN, UYKULARDAN UYANDIM,
MENZİLE GİDEN YOLDA, ATLI DEĞİL, YAYANDIM,
ZAMAN GELDİ KEMÂLİ, GÖZLENEN GÜNEŞ DOĞAR!
www.ilhanyardimci.com
ilhan-yardimci@hotmail.com
0535 477 73 90- 0224.250 29 60