Tarihin Gölgesinde Saklı Güzellik
Beyoğlu İstiklal Caddesi, yaz-kış insanların hınca hınç doldurduğu, İstanbul’un en gözde mekanlarından birisidir. İstiklal Caddesi’nden boylu boyunca Tünel’e doğru yürürken, Kumbaracı Yokuşu’na saptığınızda, ilk göze çarpan tabela Mihrimah Sultan Cafe& Restaurant’dır.
Mekan, Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlenmesi ve zenginleşmesini sağlayan padişah “Kanuni Sultan Süleyman” ve eşi “Hürrem Sultan”ın kızı olan “Mihrimah Sultan”ın ismini çağrıştırdığı için ilgi çekiyor öncelikle...
İçeri girdiğinizde, duvarları tablolarla bezenmiş uzun bir salon karşınızda beliriyor. Restoranın dokusunda geçmişin izlerine tanıklık edebilirsiniz. Salonun içerisinde modernlik ve eskiliğin sentezi göze çarpmakta. Bir yanda yeni bir bilgisayar, açık mutfağın çağdaşlığı, öte yanda çok eski olduğu belli olan aslanağzı masalar, büyük bakır soba ve antika koltuklar… Kenarda ise, gelen misafirleri karşılayan kontrbas enstrümanlar… Piyano da, ekibin liderliğini üstlenmiş besbelli. Uzun koridor şirin bir bahçeye açılıyor. Bahçeye adım attığınızda, sanki kendi evinizin bahçesine çıkmışsınız gibi hissediyorsunuz. Doğal ve samimi bir atmosfer. Bahçede de yine aynı nostaljik kokuya kimi yerlerde rastlıyorsunuz. Kenarda asılı eski bir saat, köşede duran (Türk insanına Osmanlı’dan miras kalan) irili ufaklı nargileler, eskimişliğin izlerini taşıyan koltuklar ve yer minderleri ile çağdaş kültürü yansıtan bar bölümü, modern sandalye ve koltukların iç içe geçmişliği…
İşletme yöneticisi Murat Uzel ile yaptığım kısa söyleşi neticesinde, kafamda oluşmuş sorulara yanıt bulduğum gibi, dikkatimden kaçan detaylara da göz gezdirme imkanı buluyorum.
Öncelikle;
Mekanın isminin Mihrimah Sultan Cafe&Restaurant şeklinde tabelada yazma sebebinin, isme adını veren sahibi bayan Mihrimah Uzel’ den kaynaklandığını öğreniyorum. Benim bahçede tadına vardığım “Evimin Bahçesi” hissi, mekanın sloganı olarak “Evinizin Arka Bahçesi” şeklinde (restoranın faaliyet gösterdiği 2000 yılından bu yana) çeşitli dergi ve gazetelerde yer almış.
Burası daha önceleri Cumhuriyet yıllarında çeşitli amaçlarla kullanılmış. Düğün salonu, marangozhane, avize atölyesi, çanta atölyesi şeklinde… Hatta 2000 yılında restorana dönüştürülmeden önceki çanta atölyesinin izleri, bahçeye açılan hol bölümündeki mermerlerde göze çarpmakta. Zeminde gördüğüm makine izlerinin önceleri ne olduğuna anlam verememiştim. Bakımsız gibi görünen o aşınmışlığın, amaçlı korunduğunu öğrenmiş oldum. Salonda gözüme çarpan tabloların çoğunun, zaman zaman düzenlenen resim sergilerinden kaldığını, içeride fark etmediğim bir başka ufak detay olan gerilerde gizlenmiş sinema perdesinin de, kışın özel toplantılar için dia gösterileri vs. şeklinde (orada yemekli toplantı yapmayı tercih eden gruplar için) kullanıldığını öğrendim.
Restoranda en çok üzerinde durduğum konulardan biri de; yemekler ve yemeklerin hijyeni olunca, bu konudaki gözlemim ve sorularım da artıyor dolayısıyla. Yemeklerde zeytinyağı kullanıldığını, katı yağ kullanımının olmadığını, yani masraftan kaçınılmadığını duymak beni sevindiriyor. Zira pek çok yiyecek-içecek işletmesinde ucuz yağ kullanımının ve hatta yağın tekrar tekrar kullanımının haberlere konu olduğunu biliyoruz. “Müşterilerimizin sağlığı her şeyden önemlidir” yaklaşımı ise bende güven duygusu oluşturmakta...
Mönüye baktığımda, mekanın adına yakışan, unutulmaması için mücadele verdiğimiz “Osmanlı Mutfağı”ndan örneklere rastlıyorum satır aralarında. İçeriğini incelediğimde, çok sayıda faydalı ve ilgi çekici yiyecek-içecek ismini görüyorum. Örneğin;
-şifa çayları (içerik bilgilendirmeli !...),
-mekana özgü olan “Dibek Kahvesi” (Brezilya’nın çiğ çekirdek kahvesi önce kavrulup sonra soğutuluyor ve akabinde de dövülüp, elekte süzülerek hazırlanıyormuş),
-Osmanlı’nın meşhur şurubu olan “Demir Hindi Şurubu” (Tamarin adı verilen keçi boynuzu ve kuru erik karışımından oluşan meyve, hazım ve susuzluğa iyi geliyormuş),
-limonatalar (sade, naneli ve içeriğinde turunç şurubu olan masmavi okyanus ferahlığı hissi veren “Okyanus Fırtınası”)
-diğer soğuk içecekler, taze sıkmalar, frappeler, milk shake’ler, aromali-aromasız kahveler, alkollü-alkolsüz içecek çeşitleri,
-farklı kahvaltı çeşitliliği ve özellikle köy kahvaltısı (organik yumurta ve tulum peynirinden yapılan),
-makarna çeşitleri ve elde açılan ev mantısı,
-ana yemeklerden özellikle “Hürrem Köfte” (Padişah’ın karısının ismiyle anılan değişik bir lezzet),
-yine Osmanlı’dan gelen bir lezzet “Hünkar Beğendi”,
-“Narlı Kavurma” (kışın çıkartılan bir yemek ve içeriğinde kestane varmış),
-her çeşit salata, krepler ve böreklerden özellikle “Ispanaklı Kırma Böreği” (elde açılan yöresel bir tatar böreği),
-ilginç pastalar özellikle adı enteresan gelen “Tahinli-Susamlı Cheese Cake”, “Ballı-Cevizli Cheese Cake” ,
-yine kış aylarında rağbet gören “Kabaklı Pasta”
ve daha birçok yemek çeşidiyle mönünün zenginliği gözler önüne serilmekte…
Konuklar bahçede koltuk, sandalye veya minderlerde oturarak nargile keyfi yaşayabilirler. Sabah 08.00’den, gece 02.00’ ye kadar tüm gün hizmet veren mekan, doğu ile batının kucaklaştığı masalsı bir atmosfer. Farklı dokuları ve lezzetleri keşfetmek isteyenler, “Mihrimah Sultan Cafe&Restaurant’a” uğramadan geçmesinler diyor,
Keyifli ve bol lezzetli günler diliyorum…
Bu mekanı daha önce duymamıştım. Hep gözümde canlandırdığım, işletmeci olsam uygulamı düşündüğüm bir çizgi ortaya koymuşlar.
Eylül 22nd, 2009 at 01:44Bu tür yerler, yurt dışında olsa rezervasyonsuz yer bulunmaz.
Mekanın güzelliği kadar, mekanın güzelliğini satırlara taşımak ta bir maharettir. Teşekkür ederim.