content Güney Marmara Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
27 Mar

Tarih Bir Kez Daha Mı Tekerrür Ediyor?

Dikkat ediyorum da, son gelişmeler karşısında duyduğum en ağır ve de en sık edilen söz nedir biliyor musunuz?

“Yeter artık, askeriye hâlâ neden müdahale etmiyor!..”

Çok acı ama bir o kadar da gerçek...

Evet, toplumda her geçen gün giderek artan en büyük beklentinin Ordu’nun, yönetime el koyması olarak şekillendiğini görüyorum.

Aynen 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’sinde olduğu gibi!..

Hatta ve hatta kimisi bu düşüncesini öylesine yüksek sesle dillendiriyor ki, bugüne kadar müdahalede bulunmadığı için, bir de Ordu’ya yönelik ağır sitemlerde bulunuyor üstelik.

Ve, bir kez daha tarihten ders alamamanın ezikliği içerisinde tekerrür etmesini büyük bir umutla, büyük bir ısrarla bekliyoruz.

Aynı ünlü bir düşünürün söylediği “Eğer tarihten ders alınsaydı, tekerrür eder miydi?” sözü gibi...

............................

12 Eylül 1980 öncesi iktidar, gerek seçimlerle, gerekse erken seçimlerle ve de hükümetlerin bozulmasıyla kâh Süleyman Demirel tarafından, kâh rahmetli Bülent Ecevit tarafından kuruluyordu.

Fakat, ülkenin hali pür melali o kadar berbat, o kadar kötü ki, hiç biri kalıcı bir hükümet olamıyordu.

Lunaparklarda yer alan çarpışan arabalar gibi, bir o biniyor arabaya, bir diğeri!..

Direksiyona kim geçerse geçsin, arabayı hiçbir yere çarptırmadan yol alınamaz durumdaydı.

Ülke, şimdi nasıl terör belası ile kıvranıyorsa, o yıllarda anarşi belasının pençesinde kıvranılıyordu.

Ülkenin en büyük kentinden, en küçük ilçesine kadar anarşinin girmediği, can yakmadığı, kan dökmediği yer kalmamıştı.

Hemen hemen hergün 5-10 ölüm olayları gazetelere yansıyor... Ve tek TRT kanalı olduğu için de televizyon haberleriyle milyonlara ulaşıyordu.

Durum öyle bir hâl almış ki, 1-2 kişi öldüğü zaman, o gün ülkede asayiş berkemal olarak algılanıyordu neredeyse.

Bölünmedik hiçbir yer kalmamış, öğrencisinden, öğretmenine, polisinden memurlarına kadar, tüm devlet kadroları, sağ-sol olarak ayrılmıştı.

Kardeş kardeşi kurşunlar hale gelmişti. Karşıt cephelerde yer alınmasından dolayı...

Üniversite kapılarında toplu katliamlar, evlerde kurşuna dizmeler yaşanıyordu.

Kolluk güçleri önüne geçemiyordu bir türlü.

Çünkü, polis de bölünmüş. Pol-Bir ve Pol-Der olarak. Aynı görüşten bir grubun eylemine giden polisler, kendi yandaşlarına fiske dahi vurmazken, karşıt görüşlülerin eylemine gidenler, adeta kan dökmekten büyük bir mutluluk duyar hale gelmişlerdi.

Acımasızlık dizboyuydu yani.

Kahveler taranıyor, evler bombalanıyor, işyerleri yakılıyor, iş makineleri kullanılmaz hale getiriliyor, fabrikalarda taş taş üstüne bırakılmıyordu.

Kısacası memleket tam bir yangın yeri gibiydi.

Yazımızın başında da dediğimiz gibi, iktidarda ya Demirel ya da Ecevit yer alıyordu zaman zaman.

Ne acıdır ki, ülkenin kaderinde yer alan biri iktidar iken diğeri muhalefet olan bu liderler, memleketteki bu yangına, son derece sorumsuzca, son derece bilinçsizce su sıkacaklarına, aksine benzin döküyorlardı. Sanki yangın daha da çoğalsın diye...

Tabii ki yangın çok daha fazla artıyordu.

Artık önüne geçilemeyecek boyutlardaydı.

Ve bir sabah uyandığımızda radyolarını açanlar, televizyonlarını izleyenler, Hasan Mutlucan’dan kahramanlık türküleri dinlemeye başladık!..

“Yine de şahlanıyor aman kolbaşının kıratıııı...”

Sonra, Mesut Mertcan ekranlara sık sık gelip, Ordu’nun yönetime el koyduğunu, sokağa çıkma yasağı uygulandığını, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in ilerleyen saatlerde Türk Milletine açıklamalarda bulunacağını duyuruyordu...

Ülkenin önde gelen demokratik örgütlerinin temsilcileri, hemen hemen hergün Ordu yöneticilerini ziyaret ederek, neden bu kadar beklediklerini sorar hale gelmişti...

Keza, rektöründen anayasa profesörlerine kadar birçok bilim adamı da yine Genelkurmay’ın kapısını aşındırır olmuştu...

Sonuçta...

Ülkede ihtilal olmuş, demokrasi rafa kaldırılmış, Ordu iktidara el koymuştu...

Özetlemek gerekirse durum buydu...

Bu duruma gelmek için de yapılan binlerce uyarı hiçbir işe yaramamış, köprü üzerinde karşılaşan iki inatçı keçi gibi, iki lider de en küçük bir taviz vermeden, tek bir geri adım atmadan, alev alev yangına kova kova benzin dökmeyi sürdürmüştü...

Ardından yaşanılan süreç, ülkedeki yangının söndürülmesi çalışmaları, buna karşılık demokrasinin askıya alınması, hukuk dışı binlerce olayın yaşanma-sı, yine anaların babaların yüreklerinin yanması hep birbirini izleyen durumları da beraberinde getirdi.

...................................

Günümüze bakıyoruz da, o günlerden neredeyse hemen hemen hiçbir farkı yok gibi...

Ülke yine yangın yeri gibi...

Anarşi, yerini teröre terk etmiş, ülkenin dört bir yanında nümayiş gösterileri uygulanıyor, hemen hemen her gün, polis ya da jandarma, bir takım yasa dışı gösterilere müdahale ediyor.

Yakın bir zamanda sokaklara da çıkılamayacak bir duruma gelirsek hiç şaşırmamak gerek.

İşaretleri de büyük bir ısrarla algılanmamakta inat ediliyor.

12 Eylül öncesi de esnafa kepenk kapattırıyorlardı, şimdi de...

Bunu bile bir işaret olarak görmekten aciz yöneticilerimiz ise, ne yazık ki birbirlerine yönelik alabildiğine kırıcı, kahredici eleştirilerde bulunmayı, neredeyse marifet sayar olmuşlar.

Yine yer altı örgütleri yer üstüne çıkmış, derin devlet yapılanmaları ayyuka çıkmış, hukuk dışı olaylar artık vatandaşı tedirgin eder hale gelmiş. Ama kimin umurunda?

Biri o dönemleri bizzat siyasetçi olarak yaşayan bir muhalefet lideri, diğeri de o dönemde öğrenci olan ama yine siyasetin içinde dolu dolu yer alan bir başbakan...

Yazık ki, her ikisi de yaşanan bu ağır toplumsal ve demokrasi dışı travmadan gereken dersi alamamış.

Her ikisi de, yıllar öncesinin iki inatçı keçisi gibi köprüden birbirini atmaya uğraşıyor.

Bu iki inatçı keçi, birbirleri ile tokuşmanın çıkarttığı sesten, toplumun sesini dahi duyamaz olmuş.

Her kesimden, her katmandan, her kişiden “yeter artık, uzlaşın” seslerini de duymazdan geliyorlar.

Ülkeyi, parçalamak, bölmek, yok etmek için büyük bir ısrarın içerisindeler adeta.

Diyalogsuzluk, gidişatı da büyük bir hızla bu noktaya sürüklüyor. Ve işin kötüsü de, bunlardan hayır göremeyenler ise bir kez daha Ordu’ya sarılıyor...

Böyle giderse, demokrasinin askıya alınmasına çeyrek kaldı... Sonra demedi demeyin!..

Hâlâ inat ediyorsanız, yuh olsun sizlere...

Etiketler : , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank