Tanrı(lar?) Çıldırmış Olmalı! (Mezo?potamya)
Mitolojisinin artık kalan, ardı arkası kesilmeyen Tanrılarının şehridir, Mezopotamya’nın saçlarına asılı kalanlar. Tanrıların gezindiği hayali kaldırımların yüreğindeki sırdır, bu kentten zamanımıza kalanlar.Geçmişten gelen sayfaların karıştırıldığı, kitabın yırtılan kısmında bekleyen bir aşk hikayesinin, yıkıntıları arasından seyreden, yağmurların dokunduğu bir günü anlatır, zamanın alacada sürünen yüzleri. Ay tanrısı ehlilin aşkının yaradılışa ters düşen, kaypak yüzüne yansıyan bir genç kızın düşleri gezinir, kalbin ara sokaklarında.
"Bedenindeki sarsılmayan titreyişi alan
Gün yüzüne çıkmayan çehre,
Hayali bir bakışın ardında binlerce kez
Gidip gelmelere gebe kalan
Yasak ve günah düşkünlüğünün
Adı belirsizi, kanaatsizi.”. AYSUN GÜL
Cüretkar ve ötesi olmayana karşı, mitolojik kaygıların; elinde kılıç, dilinde aşk, bedeninde ki bitmeyen tutkuların arsızlığından bıkmayan, bin tanrılı kentin gözlerine sıkıştırılan, bir kızın aşk diye sarıldığı yansımalar vardı, kentin her köşesinde. İhanetlerin çelişik göz kırpışlarında, ağrıyan bakışlar sarılmıştı etrafına. Bir tümce yoktu, aklında ve kalbinin gölgesine sığınan hislerinde. İnanma dürtüsünün, insana suret verdiği zamanlarına çarpan aklın sınırları,
Sürgün de bir çift gözün her yerden, her andan kaçışlarıyla yazılmıştı, gümüş yüzlü Mezopotamya’nın ortasından geçen berrak nehrin hırçınlığına.
“İnananlar aynasındaki inanmayanlar çalkantısı
Yalan ve yanlış çizgisinde
Yüzsüzlüğü kabre koyuyor.
Dudak arası katliamlar öpücük sersemi
Tahammül, sevişmelerin tefekküründe.” AYSUN GÜL
Hasta ve çaresizlik içinde ki kaçışı gerçekleştiremiyordu. Ona göre, baktığı her şeyin yüzünde Tanrı sıfatlandırılmasıyla anılan hayaller vardı. İçi titredi. Yoksa Fırtına Tanrısını mı kızdırmıştı? Yazılı kaya sırtlarına bakamıyordu bile, korkmuştu bir kere! Fırtına Tanrısı orada oturuyordu. Genç kız, kendini lanetlenmiş hissediyordu.
Bir ağacın gölgesine sığınmıştı. Ve bakakalmıştı! Teşup’un evine doğru. Kenetlemişti bir kere, gözlerini o yöne doğru. Yeni yıl ve ilkbahar da Tanrıların bir araya toplandığı, törenler yapılırdı ve bu törenler de Fırtına Tanrısı Teşup ev sahipliği yapardı, karısı Güneş Tanrısı Arınna, ona yardımcı olmak için, erkenden gelirdi tapınağa.. Ve Tanrılar içerde, Tanrıçalar evin dışında törenlere başlanırdı. Bir sömürü anlayışıyla insanları nasıl korkutacaklarını! ve baskı altına alacaklarını düşünen Tanrı kuyusuna düşmüş bu varlıklar, saatlerce eğlenir ve sabahlarlardı, sarhoş ve halsiz düşene kadar.
“Tanrılar çıldırmış olmalı
Kimi sarhoş kimi bedbaht kimi
kahkahaların etrafında yalnızlık senfonisinde
aykırılık sancısında adaletsiz ve duraksız
Tanrılar dans eder mi hiç?
kimi hassas, kimi romantik, kimi saldırgan.
Efsanelere gizlenmiş bir saniyelik hışımla
Yaşanmışlık sürecinde laf konuşuyor.
Tanrılar çıldırmış olmalı.” AYSUN GÜL
Genç kız bunları kulaktan duyma sözlerden bilirdi. Ama gözleriyle görmek, onu çok heyecanlandırmış ve endişeye düşürmüştü. Biraz daha yaklaşınca neler olabilirdi, acaba? Ya anlarsalar diye, içi titremeye başlamıştı. Ama bütün cesaretini toplayarak Teşup’un evine doğru sessizce ilerlemeye başlamıştı, yoksulluk ve açlık genç kızın bedeninde öylesine tasvir ediliyordu ki, yeşil gözlerine çöken açlık halsizliğin belirtisi gibi yansıyordu, bedeninin her karışına. Yürüdükçe, gücünde ki azalmayı seziyordu güzel kız. Ama yılmadan merakının da verdiği bir güçle, varmıştı tapınağın yanına. İçerden sesler geliyordu.
Kız kalbinin sesini duyuyordu artık, heyecandan. Kimsenin görmeye cesaret edemediği, Tanrıları görecekti. Amansız bir dirilişle ayağa kalktı ve pencereye doğru uzandı. Titreyen parmak uçlarına bastı ve içerde olanlar onu hayrete düşürdü! Bir sürü kendi gibi insan bir araya gelmiş, eğleniyorlardı sarmaş dolaş.
" Kara bir sefalet dikişsiz zihniyetlerde
Sefillik içler acısı bir seyyah göz değmelerine
Hakikat yalanların arkasındaki ayaz
Üşüyorum! ALLAHIM tut bedenimi." AYSUN GÜL
Önlerine kurulu sofra, bir ülkenin doyabileceği kadar ihtişamlıydı. Şaşkınlığına birde kızgınlık eklenmişti. Hiç durmadan hizmet edenler vardı, bu kalabalık lüks giyimli insanların arasında. Sarhoşluk sarmıştı, bedenlerini artık. Şarap kokusu tapınağın her yerine yayılmıştı. İçeride yükselen seslere akıl sır erdirememişti, kız.
Birden bir ses yükseldi, meclis toplansın diye. Ay Tanrısı Enlil’e, onunla evlendirilecek olan Ninnil gösterilmek isteniyor ve annesi tarafından nehir kıyısına gönderiliyor. Ama kız Enlil’i beklerken duru suda yıkanmak için vakit geçirirken Ay Tanrısı Enlil geliyor ve kızın bu haline dayanamayıp zorla sahip oluyor, bedenine. Bunu duyan Tanrılar da Teşup’un evinde toplanıp onu şehirden kovarlar. Kız bu anlatılanlar karşısında gözleri kocaman bir şekilde hıçkırmaya başlıyor, korkudan ve kulak misafirliğine devam diyor tabi..
Yeraltına kovulan Ay Tanrısı’nın peşinden giden Ninnil, orada onunla yaşamaya başlar ve hamile kalır. Bir süre sonra kızın şahit olduğunu toplantının sebebi de budur. Enlil’i ve karısının ve çocuklarının affedilişidir. Onların yeryüzüne çıkmasının emridir.
Ve genç. Kız olup bitene katlanamayacağını anlayıp geldiği yöne doğru koşar adım yürümeye başlıyor. Akşamın karanlığa bürünmeye başlayan örtüsünde kahkaha sesleriyle çalkanan tanrıların seslerindeki samimiyetsizlikten boğulmamak için köyüne dönüyor.Soluk soluğa evinin kapısında çöküyor ve ağlamaya başlıyor. Bunlar tanrı olmaz diye haykırmaya başlıyor.
-Olamaz, bizim gibi yiyip içenler tanrı olamaz! Güneş gökyüzün de sarı saçlarını salarken, bir evin içinde, Rüzgarın Tanrısıyım diyen bir bedene sarılan biri kadın Tanrı olamaz. Ay Tanrısıyım deyip; günahlardan beri olması gereken biri, zevkleri adına yaşayarak tanrısallaştırılamaz.
Tabiatı ama bir gösteri Mezopotamya aralıklarında
zaman saatlerle dudak dudağa
hayasızca bir yatak seyri kıvrıla kıvrıla
günaha yaklaştıran.
gecenin kollarına düşen sensin, Mezopotamya.
Çığlık çığlığa bir sessizlik dil ucunda tatlanan
bedeninde sürünen bir aşktır çılgınlıklar
MEZOPOTAMYA." AYSUN GÜL
Kafası allak bullak ne diyeceğini bilmeden, gökyüzüne gözlerini dikdi! yüreğindeki sesleri dinlemeye başladı. Gözlerinde ki yaşlara dur diyemeden. Mezopotamya da medeniyet yıldızı bir milletin, böylesi kanaatlerinin dışında bir yürek canlanıyordu o gece. Yıllarca tutsak olduklarından kurtuluşunun hikayesini yazıyordu karanlığın kollarına sarılarak…