Tam Yerine Geldi Manzara Koyduk…
Yıl 2014, aylardan Ocak… Birbirimizi anlamadaki sorunlarımız ve kavram kargaşası üzerine bir yazı yazmışım. O tarihlerde daha henüz bugünkü gibi bir hercümerç
hali yok, herşey yolunda gidiyor gibi gözüküyorken.. Ortada fol yok yumurta yokken..
Aradan birbuçuk yıl geçti, şimdi taşların yerinden oynadığı, büyük altüst oluşların yaşandığı çok zorlu bir dönemden geçiyoruz. O gün dile getirdiğim, ama o rehavetle çok üstünde durulmayan arızalar suyüzüne değil ayyûka çıktı. Çok açık ve net olarak sınırlarının tarif edilmiş olduğunu düşündüğümüz “barış” ve “terör”ün ne idüğü, nerde başlayıp nerde bittiği konusunda bile bir toplumsal uzlaşma sağlayabilmiş değiliz.
Söyleyeceklerim bundan ibaret.. Güncelliğinden hiçbir şey kaybetmeden bugün can yakıcı bir şekilde yeniden kapımıza dayanan esas sorunumuza parmak basılan o yazıyı bir kere daha dikkatinize sunuyorum:
“Dinlen Dinlen Kaç!
İnsan dediğin halden anlar olmalı. Hani bugünlerde ‘empati’ dedikleri şey.. Lakin epeyce uzun bir zamandır halden anlamak şöyle dursun, birbirimize sarfettiğimiz alelade sözler bile karşımızdaki insan tarafından ya hiç anlaşılmıyor ya da yanlış anlaşılıyor. Şöyle bir baktığımda; ihtilafların, zıtlaşmaların derinleşip yaygınlaşmasında karşılıklı anlayışsızlık en önemli etkenlerden biri olarak görünüyor. Böyle giderse, kimsenin bizi bölüp parçalamak için çaba göstermesine gerek kalmayacak; çünkü biz bu işi kendi aramızda hallediyoruz(!).
Toplumsal yolculuğumuza devam ederken her zorlu dönemeçte telaşla, endişeyle, panikle her kafadan bir avaz çıkıyor. Öyle ki, gündemi toza dumana boğan bu curcuna sırasında; meşreplere, dünya görüşüne veya siyasi tercihlere bağlı olarak metanetin ve akl-ı selimin yerini bazen bir korku ve endişe tufanının, bazen sapla samanı karıştıran akıl tutulmalarının hatta hezeyânın aldığını görüyoruz.
Böyle kritik zamanlarda, birbirimizi anlamaktan (kabul ve tasdik etmekten bahsetmiyorum), sadece anlamaktan ne kadar uzak olduğumuz ayan beyan ortada. Neyi paylaşamıyoruz, hangi konuda niçin anlaşamıyoruz? Oysa sorsanız, hemen herkesin ortak arzusu bu sosyal yolculuğun huzur ve güven içinde devam etmesi. Yani daha bağımsız, güçlü, müreffeh, demokratik, yaşanabilir bir ülke ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz sorunsuz (ve olabildiğince parlak) bir gelecek değil midir?! Evet.. Öyleyse bu kıyamet niye? Niçin enerjimizi bu hedeflere hasretmek yerine birbirimizi yemekle meşgulüz?
Niçin Anlaşamıyoruz?
Kavramlar, düşünme faaliyetini gerçekleştirirken elimizden düşürmediğimiz alet edevat gibidir. Aynı zamanda kendi ürettiğimiz yahut bize sunulan fikirlerin tutarlılığını ve kıymet-i harbiyesini tayin ve tespit etmek için her aşamada başvurduğumuz mihenk taşları hükmündedir. Uzun zamandan beri her birimizin elinde bulunan bu mihenk taşları, yani bildiğimizi sandığımız temel kavramlar, vasıflarını kaybetmiş, içleri boşalmış haldeler. Karşımdakinin kendi mihengine vurup faydalı bulduğu bir fikir, söz olup benim zihnine ulaşınca bambaşka bir manaya bürünüp karşı çıkmam gereken bir düşünce haline geliyor. Çünkü sözü söyleyenle dinleyenin mihengi farklı, karşılıklı konuşan iki insanın mihengi aynı sonucu vermiyor.
İşin zoru şurada; ne ben, ne de karşımdaki insan, anlaşamayışımızın arkasında yatan bu durumun farkında değiliz. Bana sorulsa ben kendimi bir “tûtî-i mûcize-gû” gibi görüyorum, karşımdaki insan da kendini aynen öyle görüyor. “Peki bu hale nasıl gedik?” sorusuna kendimce cevabım olmakla beraber, bunu başka bir zamana bırakıp birkaç hususu daha işaret edelim.
Bu konuda toplumu aydınlatma mevkiinde olanların bir kısmının hiç sesi çıkmıyor, ya da seslerini duyurmalarına fırsat verilmiyor. İkinci bir grup var ki, toplumun büyük çoğunluğunu sarmış olan bu musibet aynen onların zihninde de var. Onların da mihenk taşları sağlıklı ve güvenilir değil; ne kendi aralarında ne de -güyâ- aydınlatmaları beklenen toplum kesimleriyle anlama üzerine kurulu sağlıklı bir ilişkileri/iletişimleri yok.
En tehlikeli olan üçüncü gruba gelince; bu güruh kavramların gerçekte ne mana ifade ettiğini cin gibi bildikleri halde, bu bilgiyi işine geldiği gibi eğip bükerek, çarpıtarak herkesi ve herşeyi istismar etmekte beis görmeyenlerdir. Allah bu milleti böylelerinin şerrinden halâs etsin!..
Farklılık Korkulacak Bir Şey Değildir Ama…
Herkesin her konuda hemfikir olması hem muhaldir, hem gereksizdir, hem de zararlıdır. İlk insandan beri tarihin hiçbir döneminde de vaki olmamıştır. Gelin daha fazla birbirimize zarar vermeden öncelikle bu gerçeği kabullenelim, hemen ardından da karşımızdakini anlamaya çalışmanın doğru bildiğimiz fikirlerimizden taviz vermek demek olmadığını kavramaya, benimsemeye çalışalım.
Anlaşmazlıkla sonuçlanan tartışmalara, söz düellolarına ayırdığımız zamanın bir kısmını temel kavramları sahih kaynaklardan öğrenmeye ayırıp zihnimizdekimihenk taşlarını yeniden ayar etsek, hepimizi perişan eden bu arızanın giderilmesi için kendi çapımızda değerli bir katkı yapmış olacağımız kesindir. Bunun yanında, hikayeden değil de gerçekten ‘aydın’ olan, gazeteci, akademisyen, ilim adamı, fikir adamı ilh.. kim varsa, toplumun açıktan kanamayan fakat sosyal dokuyu derinden derine sinsice çürüten bu gizli yarasını farkedip iyileştirme yönünde ciddi çaba sarfetmeleri boyunlarının borcudur. Aksi takdirde ağır vebal altında kalacaklardır.
Hani bir atasözümüz var; “haber anlamayan adamdan dinlen dinlen kaç!” der ya (haber: ifade, meram), aşağı yukarı hepimiz o hale geldik. Farkında mısınız, durup dinlenmeden birbirimizden kaçıyor ve yabancılaşıyoruz. Nereye?..”