content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

03 May

(Tam) Teşkilatlı Devlet Mi Örgütlü Toplum Mu?

1 Mayıs 2013 den özetler:

1)  1 Mayıs Taksim alanı yasaklamasının, 29 Ekim 2012 Ankara Ulus alanı kutlaması yasağı gibi delinmesine izin verilmeyerek, 29 Ekim 2012 nümayişinin rövanş alınmıştır. Taksime ulaşılabilecek toplu taşıma seferleri iptal edilmiş, Unkapanı köprüsünün orta yeri çekilmiş, Galata köprüsünün orta yeri havaya kaldırılmıştır.

2)   Ceza hukukuna “marjinal grup karinesi” yerleştirilmiş, potansiyel suça müdahale fiilen (de facto) kolluk kuvvetlerinin mevzuatına sokulmuştur.

3)   Öteden beri yeni Taksim Kışlası AVM projesinin, Taksim’in 1 Mayısla anılmasının ve irtibatlandırılmasının toplumsal hafızalardan silinmesi projesi olduğu gün yüzüne çıkmıştır.

4)   Saza gelen emekçiler, beklendiği gibi gaza geldi.

5)   Toplumsal barış olmadan etnik barış projesinin olabileceğini sanan/düşleyen iyiniyetli akil adamlardan henüz bir ses çıkmamıştır. En azından liberal demokrasinin olmadığı zihinlerde barışın ne şekilde zuhur edeceği belirsizliğini korumaktadır.

6)  PKK ve örgütün İmralı ve Kandillideki liderleri, acaba nasıl bir toplumsal barışa razı olduklarını, 1 Mayıs görüntülerinden sonra, en azından Kürt emekçilerine açıklamaları gerekir. Türk emekçileri de, aslında, barış görüşmelerinin demokrasiye ne gibi katkılarının olup olmayacağını, şu son görüntülerden sonra, sorgulama hakkına sahiptirler.

……………………….

Osmanlının ilk anayasasının adı Kanuni Esasi (1876) idi. Yani esas kanun. Kimin esas kanunu?  Devlet-i Ali’nin. Sonra Kurtuluş Savaşı veren I. Meclis bir anayasa hazırladı: Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1921). II. Meclisin hazırladığı anayasanın adı da Teşkilat-ı Esasiye Kanunu idi (1924).  Neyin teşkilatlanmasıydı? Devletin..

20. yy’ın başlarında hızlanan milli devlet hareketlerinin ve ayaklanmalarının oluşturduğu atmosfer içinde, makineli üretim tarzına geçen toplumlarda emekçi hareketlerinin de uç verdiği toplumsal dönüşümün şaşkınlığı, devletleri, uyrukları/vatandaşları için dokunulabilir hale getirmiş, devletler de tepki olarak ceberutlaşmıştı. İçeride toplumcu demokrasiye geçişin sancılarını, dışarıda ise dünyayı acımasızca sömürüp, elde ettiği artı değeri kendi emekçi sınıflarına aktararak hafifletmeye çalışan zamanın sömürgeci devletleri, devletin kutsallığını kutsanmış ölümlerle ayakta tutmaya çalışırken faşistleşiyorlardı da. Bu dünya konjonktürel atmosferinde, I. Dünya Savaşı sonrası verilen Kurtuluş Savaşı ardından, kuruluş sürecindeki yeni cumhuriyetin devletin teşkilatlanmasına önem vermesi anlaşılır bir şeydi diye, iyimserce düşünülebilir.

II. Dünya Savaşından sonra (1945), sömürgeci devletler, kendilerini ve dünyayı kana bulamakla kalmamışlar, kendi vatandaşları da ekonomik ve en önemlisi sosyal bir yıkım altında kalmışlardı. Üstelik emperyalist milliyetçilik ideolojileri, sömürdükleri mazlum halklar tarafından sahiplenilmiş, dönmüş kendilerini de parçalamış, sömürgelerini bir bir kaybetmişlerdi. Sömürgelerin bağımsızlıkları 1970 lerin ortalarına kadar hızla sürmüş, bu yıllardan sonra, eski sömürgelerin kendi aralarında milli devlet çözülmeleri başlamış ve bu süreç hala devam etmektedir.

Göçebe bir kültürüm genlerini taşıyan, kuralcı ve kurumsalcı olmaktan ziyade, daha çok, pratik ve pragmatik bir yaşam algısı olan Türkler, anayasa yaparken de, gelecek nesillerin toplumsal yapılanmasından çok, günübirlik sorunlarına çözüm üretmek için yaptıkları anayasaları da sık sık değiştirmişler, bazen de ortadan kaldırıp yeni anayasalar yazmışlardır. II. Dünya Savaşından sonra da yeni yazdıkları anayasa artık “T.C. Anayasası” adını almıştır. Ve bu anayasa ile devletin teşkilatlanmasından çok toplumun örgütlenmesi ön plana çıkmıştır. Lakin, gel gör ki, batı demokrasilerinde toplumun her alanında (sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vs), her türden örgütlenmeler (dernek, vakıf, platform, sendika vs) demokrasi için olmazsa olmaz algılanır ve teşvik edilirken, Türkiye’de, hemen her dönem, devletin “teşkilatlanması” dışındaki örgütlenmeler devlet teşkilatına karşı bir tehdit olarak algılanmıştır. Sonuç, üç kişinin bir araya gelmesi örgüt, her örgütlenme marjinal, her marjinal fikir “darbeci” suçlamasıyla karşı karşıya kalmaktadır.

……….

Son olarak, yeni küresel akımların, bireyi yalnızlaştırdığı ve sentetik yaşamlarla kendine ve sosyal çevresine yabancılaştırdığı bir süreçten geçilirken, emekçi kavramı da içine yeni yeni toplumsal katmanları almaya başlamıştır. Artık emekçi sadece, 19. Yy ve 20. yy da olduğu gibi sadece fabrikalarda kol gücüyle veya bir makinenin düşünen ve öğrenen mütemmim cüzü olarak çalışan işçi değildir. Rekabet adı altında yalnızlaştırılan bireylerin bir biriyle vuruşturulmasına (ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda), insanın insana kul eylenmesine karşı duran işçi, esnaf, aydın, küçük ve büyük burjuva herkesi kapsayabilmektedir. Barışın sadece insanlar için değil, insanın bir arada olduğu flora ve faunayla da yapılması gerektiğini öne süren çevrecileri içine alabilmektedir. Toplum ve demokrasi adına söyleyecek sözü olan STÖ ve meslek örgütlerine de kapılarını açabilmektedir yeni emekçi algısı. Ve hatta toplumda yer bulamayan düşün ve yaşam biçimini oluşturdukları gettolarında (ototecrit) yaşamaya çalışan marjinalleri de kapsamaktadır emekçi kavramı… İşte 1 Mayıs sadece işçilerin değil, tüm toplumsal muhaliflerin sloganlarıyla, söylemleriyle, mesajlarıyla, pankartlarıyla kendilerini ifade etmek için alanlara yürüdüğü bayramın adıydı. Ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de bu genişleyen emekçi kavramından rahatsızlık duyulmaktadır. 02.05.2013

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank