Tahammül (Katlanma) Kültürü ve Mutabakat (Uzlaşma) Kültürü Üzerine
Zaten, sanırım, anlayış ve algı farkımız tam da bu noktadan ayrışmaya başlıyor. Yani daha işin, daha demokrasinin başından yani sandığın başından başlıyor. Mısır baharının 2013 yaz ortasında karakışa dönüşünden itibaren zımnen de değil alenen demokrasi kültüründe ayrılık kabak gibi kendini belli ediyor. Ha şu haksızlığı da, uluslar arası anlaşmazlıkların silahla çözme yönteminin hala revaçta olmasına bakarak, demokrasiye de haksızlık edemem. Bu 2.500 yıllık insanlığın “kula kul olmama” yani “onur” mücadelesine de haksızlık olur.
Ve sanırım, demokrasinin 2.500 yıllık mücadelesi sonucu ulaştığı kavram, algı ve kültürü demokrasi taraftarı herkesinde aynı şekilde benimsediğini düşündüğümüz için olsa gerek, siyasilerimizin veya akademisyenlerimizin bazı farklı çıkışları, bizim de demokrasinin ne olup ne olmadığını gözden geçirmemize neden oluyor. Ve teoriyi hayatın pratiğine sokup test etmeye çalışıyoruz.
Çuvaldızı Arap baharı ülkelerine batırmadan önce kendimize batırarak başlamak isterim. Efendim, bizim demokrasimizde, malum 12 Eylül cuntasının gölgesinde kabul edilen ve “istikrar” adına seçim yasasına konulan % 10 barajı vardır. 30 yıldır nice “sivil hükümetler” geldi geçti bu barajı kaldırmak bir yana indiremediler bile. Birinci olacak partiyi anlamak mümkündür ama parlamentoya girme şansı olan diğer partilere ne demeli; 5-10 milletvekili daha fazla kazanmak için midir haksızlığa göz yummak? Seçimlerde % 10 barajı (bizde d’Hondt sistemine göre milletvekili dağılımı yapılmaktadır, bu sistem zaten kuvvetli partileri kayırarak temsilde adaleti sağlamaya çalışırken yönetimde de istikrarı gözetmektedir) giderek kısa vadede küçük partilerin seçmenlerinin kendi partileri yerine 2. 3. tercihlerine kerhen oy vermelerine veya sandığa gitmemelerine neden olmaktadır. Uzun vadede ise siyasette alternatif veya marjinal çözüm önerileri olacak partilerin tabela partileri haline dönüşmesine neden olmaktadır. % 10 barajı sayesinde 2,5 parti ile istikrar öngörenlerin aksine toplum, ister istemez giderek bir birine bilenmiş iki buçuk bloğa (kutba) dönüşmektedir.
Nereden mi biliyorum? Eee, bu ülkede yaşayıp sırça köşklerden değil, sanayi sitelerindeki, sokaklardaki, bayram ziyaretlerindeki, cami cemaatlerindeki, dernek ve vakıflardaki sıradan ve sırada dışı insanlar arasından bakmaya çalışıyorum çevreme de ondan. En ufak bir görüş açıklama, bir öneri sunma, bir eleştiri ve öz eleştiride bulunma iktidar veya muhalefet yandaşlığı olarak algılanıyor. Bu düşünemeyen bir toplum yaratıyor veya düşündüğünü açıklamaktan korkan bir toplum. Üstelik biz Nasrettin Hoca geleneğinden gelen “nüktedan” bir toplumuz siyasi şaka ve sataşma yapmadan da duramayız, patlarız...
Bu durum, bizim gibi rejimin niteliği konusunda henüz tam mutabakata varamamış ülkede, üstelik dinamik bir nüfusu olan ülkede, üstelik gelir dağılımı adaletsizliği ve yüksek işsizlik oranı olan ülkede giderek istikrarsızlığa kapı aralamaktadır. Üstelik “kılıç hakkını” hala kutsayan (demokrasi içinde çoğunlukçuluk diyelim), bir algının olduğu ülkede… Bükülmeyen elin öpülmesinin fazilet sayıldığı bir ülkede.. Ve bu nedenlerle uzlaşma kültürünün gelişmediği bir ülkede seçim barajının altında kalarak, görüşlerini, sorunlarını, marjinalde olsa önerilerini, projelerini kamuoyuna duyuracak platformların da kısıtlandığı bir ülkede, demokrasi toplumsal patlamalara gebe olması kaçınılmaz olmaktadır.
Halin (toplumsal ruh) neden olduğu toplumsal güvensizlik, “sandıktan çıkan” milli iradenin bir tarafta kutsanmasına neden olurken diğer tarafta sakat olarak algılanmasına dönüşüveriyor. Ve bu durumum sandık sonucuna “tahammül” (katlanmak) edilmesiyle hukuksallaştırılmak istenmesi ise zaten bir “uzlaşma” rejimi ve kültürü olan demokrasinin daha başlangıçta ruhuna aykırı bir durum oluşturuyor.
……………
Nereden mi biliyorum? İki anı iki söyleşi: 1) Üç- dört sene öncesiydi. Elçiliklerde görev almış bir bürokratla konuşuyoruz. Diğer ülke diplomatlarının ülkemiz ve dünya için ne düşündükleri konusunda söyleşiyoruz. Daha doğrusu ben soruyorum o anlatıyor. İş demokrasi algısına geliyor: Fransız bir diplomat, “Bizde bir sorun çözüleceği zaman, bir yasa çıkacağı zaman hiç acele edilmez. Herkes bu konuda kıyasıya tartışır, bu konuda söz söylemek isteyen en ufak birimler bile dinlenir. Parlamentoda da kıyasıya uzun tartışmalar olur, akademisyenler ve bürokratlar dinlenir. En sonunda bu parlamentodan çıkar ve yasalaşırsa artık o yasaya herkes inanır ve uyar. Bunun aksi bile düşünülmez.
2) Daha bir hafta önceydi. Danimarka ve Almanya’ya ihracat yapan orta yaşı aşmış bir iş adamıyla konuşuyoruz. Ben Avrupa gezilerimi anlatırken, demokrasinin oralarda artık, bir milli iradenin beyanının ötesinde bir yaşam biçimi, insan odaklı ve insanın esenliğine, refahına ve güvenliğine dönük bir yaşam biçimine dönüşmüş olduğunu gözlediğimi söyledim. Oda ilave olarak, Alman müşterilerinin, “Türkleri bazı konularda anlamıyoruz. Bizde bir sorun olduğunda bu konuda uzun uzadıya düşünülür, tartışılır ve ortak bir nokta bulunur. Yok, eğer bir yerde uzlaşmaya (mutabakata) varılmamışsa o sorun, konu o gün için ertelenir. Bizde böyledir.”
Evet demokrasi bir yaşam biçimine dönüşürse kimse kimseye katlanmak (tahammül etmek) zorunda kalmaz, uzlaşmak (mutabık olmak) en erdenli yoldur. Da, biz daha 60 yıldır demokrasinin niteliğinde bir uzlaşmaya varamadığımızdan bir birimizi hırpalamaya devam edeceğiz. Hırpalayalım da bu işi kafa-göz yarmadan, ölümlere neden olmadan yapalım. El aleme rezil oluyoruz billahi… 28.08.2013
Asım SES
SMMM