T. Erdoğan’ın Lübnan Gezisi
Başbakan T. Erdoğan, 24/25 Kasım 2010’da Lübnan’a iki günlük bir ziyaret yaptı. Ama ziyaretin yankılarına bakılırsa, etkisi uzun bir süre devam edecektir. Hatırlanacağı üzere, Lübnan 4.224.000 (tahmini) nüfuslu ve bu nüfusunun % 90’lara varan çoğunlu şehirlerde yaşamaktadır. Lübnan’da nüfusun % 95’i Arap, % 4’ü Ermenilerden oluşmaktadır. Ermenilerin büyük çoğunluğu ise 1915 Ermeni tehcirinden sonra buraya gelmiştir. 10.452 km2 yüz ölçümü ile doğu Akdeniz’de küçük bir Arap ülkesidir. Resmi dili Arapça ve Fransızcadır. 1941’de bağımsız olmuştur.
Fransız işgali altında iken yapıldığı Fransızlar tarafından 1932’de ilan edilen nüfus sayımına göre Müslümanlar: % 64.7, Hıristiyanlar ise % 35’tir. Fransız işgali sonrasındaki devlet düzeni de bu nüfus oranlarına göre düzenlendiğinden Cumhurbaşkanı Hıristiyan (Mişel Süleyman), Başbakanı Sünni Arap (Saad Hariri), Meclis başkanı (Nebih Berri) ise Şii Araplardan seçilmektedir. Lübnan’ın kuzey ve doğunda Suriye, güneyinde İsrail batısında ise Akdeniz bulunmaktadır. Lübnan nüfus ve yüz ölçümü bakımından küçük olmasına karşılık Arap Aleminde çok büyük bir yeri ve nemi vardır. Bir defa nüfusu çok dinli, çok mezhepli, çok parçalıdır. Hemen her grubun, mezhebin arkasında bir başka ülkenin desteği vardır.
Hıristiyanları genellikle Avrupa ülkeleri ve ABD desteklerken, Şii Araplar daha çok İran ve Suriye tarafından, Sünni Araplar ise Suudi Arabistan tarafından desteklenmektedir. Lübnan’daki iç savaştan sonra 1976’da yapılan Taif anlaşması ile Suriye burada 30 bin asker bulundurma hakkı elde etmişti. Anlaşma ile 1976’dan başlayarak Lübnan Suriye’nin denetiminde ve büyük ölçüde ona bağlı duruma gelmişti. Ancak 2005’te Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin bir suikastle öldürülmesinden sonra BM ve ABD’nin baskıları sonunda Suriye, Lübnan’dan askerlerini geri çekmek zorunda kaldı. Hariri suikastından ABD başlangıçta Suriye’yi sorumlu tutarken, Beşar Esad’ın suikast nedeniyle uluslar arası bir mahkemede yargılanmasını talep ederken sonra bu isteğinden vazgeçmiş oldu. Muhtemelen Esad iktidarının derilmesi halinde onun yerini yapılacak normal bir seçimle Müslüman Kardeşlerin alacağının anlaşılması bir karar değişikliğine yol açmış olmalıdır.
Yakın bir zamanda Hariri suikastını soruşturan komisyonun nihai raporunu açıklaması beklenirken, Batılı çevreler suikastın Suriye ve Hizbüllah marifetiyle, buna karşılık Suriye ve Hizbüllah tarafı ise suikastın İsrail marifetiyle gerçekleştiğini savunmaktadır. Raporda hangi taraf suçlanırsa suçlansın, Lübnan’daki dengelerin yeniden bozulmasına katkı edeceği kesindir.
İsrail’in Lübnan’a 2006’da saldırmasından sonra BM bünyesinde oluşturulan barış gücüne Türkiye’de katılmıştı. Barış gücünün temelde Lübnan’da Hizbüllah’ı silahsızlandırmak amacıyla oluşturulduğu, bunun İsrail için yapıldığı ve Türkiye’nin İsrail hesabına yapılacak bu silahsızlandırma işine katılmasının yanlışlığı muhalefet çevreleri tarafından vurgulanmıştı. Geçen dört yıllık sürenin sonunda ihtimal olarak söz edilen Hizbüllah’ın silahsızlandırılması gerçekleşmediği gibi, Başbakan Erdoğan Lübnan’a gittiğinde bütün taraflarla bu arada Hizbüllah temsilcileriyle de görüşerek onun tasfiyesi gibi bir amacının olmadığını muhtemelen ortaya koymak istemiştir.
Lübnan’ın kuzeyinde Akar’daki Türkmen Kayaşra köyünde, TİKA tarafından yaptırılan bir okulun açılış törenine katılarak, adeta bir açık hava mitingi yaptı. Başkent Beyrut’ta resmi olan, olmayan çeşitli temaslarda bulundu. Hemen her partinin temsilcileriyle, medya kuruluşları ile görüştü. Refik Hariri’nin doğum yeri Sayda’da bir açılış trenine katıldı. Lübnan’ın güneybatı ucunda yer alan, İsrail’in 2006’daki saldırından sonra, UNIFIL bünyesinde görev yapan Türk askeri birliğini ziyaret etti. Böylece bu küçük ülkeyi kuzey’den güneye kat etmiş oldu.
Genel olarak T. Erdoğan’ın Lübnan’da gittiği her yerde büyük bir coşkuyla karşılandı. Onun İsrail karşısında son yılarda gösterdiği cesur tutumunun bu coşkunun ana nedeni olduğu açıktır. İsrail’li yöneticilere karşı, çekingen, ezik ve mahcup Arap liderlerine karşılık T. Erdoğan’ın zaman zaman meydan okuma derecesine ulaşan cesur tavrının Arapların gönlünde bir karşılık bulduğu açıktır. Lübnan’da gördüğü büyük coşkulu karşılama bu kabulün karşılığıdır.
T.Erdoğan, Lübnan’da Kayaşra Türkmen köyünde yaptığı konuşmada İsrail’i eleştirdi. Benzeri konuşmaları Türkiye’de de yaptığı için, bu konuşmasını Lübnan’da sırf Arapların gönlünü almak için yapılmış siyasi kaygıları içeren bir konuşma olarak ele alınamaz. T. Erdoğan’ın İsrail karşısındaki tutumunun Lübnan’da tekrar edilmesidir. Bunun dışında dikkat çeken en önemli vurgusu ise, AB üyeleri arasında serbest dolaşımı öngören Şengen benzeri bir uygulamanın Müslüman ülkeler arasında da yapılması gereğini bir teklif olarak seslendirmesidir.
T. Erdoğan, İsrail karşısındaki cesur tutumuna karşılık, hiçbir zaman “İsrail’i haritadan silmek” gibi bir hayali seslendirmemiştir. Bu hayalin cezp edici içeriğine karşılık T. Erdoğan için “gerçekleştirilemez” bir ütopya olduğu muhtemeldir. Onun konuşmalarında, İsrail saldırganlığını yerden yere vuran bir üsluba karşılık hiçbir zaman doğrudan İsrail’in varlığını sorgulayan, hedef alan bir içerik bulunmaz. “İsrail bu geziyi hazmedemez, bir şekilde karşılık verir” gibi kaygı dolu değerlendirmeler ise oldukça yersizdir. İsrail’in doğrudan Türkiye’yi hedef alan bir girişimi kolay kolay olamaz. Ancak Türkiye içindeki İsrail yanlısı lobinin giderek artan bir şekilde, T. Erdoğan’a muhalefet edeceği muhakkaktır. Başta PKK olmak üzere Türkiye aleyhine faaliyet yapan örgütlere, İsrail’in daha fazla destek olması beklenebilir.
T. Erdoğan’ın Lübnan ziyareti ile birlikte bir Türkiye-İran rekabeti de seslendirilmeğe başlandı. T. Erdoğan’dan kısa bir süre önce İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecat Lübnan’ı ziyaret etmişti. Lübnan güneybatı ucunda yer alan Bin Cübeyl’de yaptığı konuşmada “İsrail’in haritadan silinmesi” görüşünü tekrarlamıştı. T. Erdoğan’ın Lübnan gezisini, “Ahmedinecat’ın gezisinin kötü bir kopyası” gibi eleştirilere bakılırsa, bazı çevrelere bu rekabet işini epeyce ciddiye almıştır ve kendileri de mevzilerini seçmişlerdir. T. Erdoğan’ın gezisini böyle kopya gibi nitelendirmelerle ele almak haksız yersiz ve yanlıştır.
Aylarca öncesinden yapımına başlanan bir okulun, hastanenin yapımının tamamlanması ve açılış trenlerinin bu geziye den getirilmesi gibi örneklere dikkat edildiğinden, bu gezinin İran Cumhurbaşkanının gezisine bir cevap, bir misilleme amacı taşımadığı teslim edilecektir. Üstelik AKP’nin sekiz yıldır, doğru-yanlış seslendirdiği “komşularla sıfır sorun” siyasetinin bir sonucu olarak, Irak ve Suriye ile artan iyi ilişkilere bağlı olarak Suriye ile karşılıklı vizelerin kaldırılması gibi anlaşmalar yapılmış Lübnan Hükümetinin isteği üzerine bu anlaşma Lübnan ile de yapılmıştır. Olayın Ahmedinecat’ın gezisini kopya etmeyi çok aştığı açıktır. Ancak Türkiye-Lübnan ilişkilerini, bir kopya ile açıklamaya çalışanların diğer taraftan da, T. Erdoğan’ın Türkiye’de Hariri ailesinin sermayesine “sağladı imkanlarla” Türkiye-Lübnan ilişkilerinin açıklanması yanlışlıktan öte bir şey olmalıdır. 15 yıl süren ve herkese açık olan bir telekom ihalesinin, T. Erdoğan’ın Lübnan gezisinde gördüğü büyük ilgi ve yakınlıkla açıklanması hafif bir değerlendirme olmalıdır.
Doğru olan Türkiye’nin Lozan ile birlikte kendi sınırlarına kapandığı veya kapattırıldığıdır. Bunun gerekçesi olarak ta en çok “Arap ihaneti” edebiyatının tekrarlanmasıdır. Şimdi Türkiye bu kapanmışlık halinden bir ölçüde çıkmaktadır. Bazı komşuları sorunlarının sanal olduğunu kabul etmektedir. Komşuları ile çevresi ile ilişkilerini geliştirmektedir. İyi ilişkilerinin artası elbette hem Türkiye’nin hem de diğer ülkelerin faydasına olacaktır. Ancak bazı çevrelerin “Türkiye İran ile rekabet ediyor” diye mevzi alarak girerek T. Erdoğan’ı anlamsız gerekçelerle suçlaması yanlıştır. T. Erdoğan’ın bu konularda eleştirilecek tarafları varken, doğruları için eleştirilmesi büyük bir talihsizliktir.