Sydney’de Gördüklerim (Seyahat-4)
Avustralya’nın ağırlıklı nüfusu olan İngiliz asıllı insanlar kendilerine Avusturalyan anlamına gelen AUSSİE (Ozi) diyorlar. Bu insanların temiz ve medeni davranışları, sıcaklık ve dürüstlükleri dikkat çekici gerçekten. Bizim tarih derslerimizden öğrendiğimiz soğuk ve menfaatperest olarak bildiğimiz İngilizler buraya gelince gen değiştirmişler sanki!
İnsan haklarının, fırsat eşitliğinin ve gelir dağılımının adaletli verilmesinin getirdiği rahatlık ve huzur, insanların yüzlerine öyle yansımış ki herkesin birbirine gülerek bakışını her yerde müşahede etmek mümkün bu şehirde. Ekonomik gelir seviyesinin üstünlüğü, kontrol mekanizmasının duyarlı çalışması, caydırıcı cezaların yüksekliği toplumun suç oranını oldukça düşürmüş. Maddi ve insani huzur ve güvenin üst seviyede oluşunu hayranlıkla dinliyor ve görüyordum. Geneli Avrupalı ve Asyalılardan oluşan nüfusun kalabalık olmayışı ve insanların kurallara riayet etmesiyle gittiğimiz her yerde bir sükûnet ve düzen görüyorum. Trafikte korna sesi duymak, toplu mekânlarda insan gürültüsüyle kulak tıkamak, karmaşa yaşamak, pislik ve çöp atıntısı görmek diye bir şeye rastlamadım kaldığım sürece. Arap ve Hintlilerin ülkeye gelmelerinden sonra hırsızlık ve suç oranının arttığını çok kişiden duydum ne yazık ki! Dil, din, ırk ayrım hissine kapılmadan yaşanılan en huzurlu yermiş burası…
Kiliselerin çok sık olması dikkat çekse de insanlar her konuda oldukça serbest ve rahatlar… Hintlilerin açık havada toplanarak toplu ibadet ettiklerine çok kez rastladım. Yöresel, milli ve dinî kıyafetleriyle dolaşan insanlar içinde en fazla Hintli ve Araplar vardı.
SAHİLLERİ
Her hafta sonu bir köşesine zaman ayırıyoruz... Öyle bir tabiat ki, sadece Sydney sınırları içinde onlarca, hilal biçiminde yan yana dizilmiş koylarında plaj ve kumsallar gezdik haftalarca. Bir o kadar da park ve gezinti yerleri dolaştık.Bir hafta sonu Manly Sahili, bir hafta Coogee Sahili, diğer hafta Cronulla, Brington, Belmoral, Wetsons Bay, Bondi ve isimlerini hatırımda tutamadığım onlarca sahillerinde gezdik, eğlendik, temaşa ettik Eda bebeğimiz izin verdiği müddet içinde. Tüm kumsal ve sahillerin hepsi birbirinden enfes olsa da özellikle eni bakımından dünyanın en geniş sahili olma özelliğine sahip olan Bondi sahili ve bölgesi tek kelimeyle harikaydı. Mavinin tüm tonlarını güneş ışıkları altında ılık okyanus meltemi eşliğinde seyrederken fantastik duygular içinde zaman dursun istiyor insanın içi.
Köpük köpük coşarak gelen dev okyanus dalgalarının kumsala gelip vuruşunu izlemek için kıyı boyunca yüzlerce metre uzayıp giden yürüyüş yollarında gezerken, diğer yanımızda da bin bir yeşillik ve renkler içinde değişik mimari özelliklerde yapılmış cıvıl cıvıl villaları izlemenin tadı dehşet gerçekten. Allah bu dehşet güzelliği yaratırken onun kıymetini de bilecek insanlar göndermiş buralara. Her ne kadar mazisi hakkında kötü şeyler yazılıyor olsa bile sonuca bakarak güzel şeyler söyleyip hakkını teslim etmeliyiz bu milletin diyorum.
Kilometrelerce kıyı boyunca, başka bir gün kilometrelerce kuzey kısımlara doğru yolculuk yapıyoruz. Çocukların tatil veya izinli oldukları günlerde başka şehirlere gezinti yaptık... İhmal edilmiş, atıl bırakılmış tek santimetre karelik yer olmadığı gibi şehrin içlerinde ve dış kısımlarında adım başı gayet zevkli ve konforlu mesire yerleri, gezinti yerleri, yeşil sahalara, parklara yer verilmiş olduğunu görüyorum. Her kumsalın içinde plaj için gerekli olan duş, tuvalet, dinlenme, piknik ve yürüyüş yapma bölümlerinin temizliği takdire şayan doğrusu… Bizim cami tuvaletlerine bile burnumu tutmadan giremediğimi düşündükçe üzülüyordum şahsen (istisnaları çok az da olsa var tabii ki) .
ÇOCUKLAR VE ÖZÜRLÜLERE GÖSTERİLEN ÖZEN
Eda bebeğimiz de bizimle birlikte Sydney’i adım adım geziyor… Kâh çocuk arabasında, kâh kucağımızda bazen sahilde bazen göl ve nehir kıyısında bazen de dağ ve orman yollarında geziyoruz.
Her zaman özel aracımızla değil bazen de ulaşım araçlarını tanımak amacıyla otobüs ve tren ile gezinti yaptık. Hiç bir yerde sıkıntı çekmedik. Çünkü her şey ilk önce çocuklar ve özürlüler için tasarlanmış. Asla ihmal edilmemiş. Otobüsler, trenler, yollar, gezinti yerleri, eğlence yerleri, alış-veriş merkezleri ve tuvaletlerde mutlaka bebekler ve özürlüler için bir kolaylık bulunuyor. En dikkatimi çeken şey ise şehrin tüm trafik lambalarında yayanın beklememesi için yeşil ışık düğmesinin bulunması ve yeşil ışık yanışından sonra “Çang! .. Çang! .. Çang! ..” diye körler için uyarı sesi geliyor olmasıydı... İstanbul’un henüz birkaç merkezinde bulunan bu özellik kırklı-ellili yıllardan beri buranın en ücra köşelerinde bile bulunuyormuş.
Bu kadar hayranlık uyandıran devasa yapılaşma ve teknolojik gelişmişliğin tarihçesine baktığımızda üzüldüm doğrusu… Devasa köprünün, yolların, şehrin altındaki birkaç katlı ve 36 peronluk tren yolu ağının yapılış tarihlerinin kimisi bizim cumhuriyetimizle, kimisi cumhuriyetin çok öncesine dayanıyor... Bunlar çağ atlarken, bizim henüz büyük şehirlerimizin yolu, suyu ve elektriği yoktu belki de…
HAYVANAT BAHÇESİ
Sydney'de gördüklerimin içinde yine hoş bir yer vardı; hayvanat bahçesi.
Sadece Avustralya'ya ait olan hayvanları yakından görmek, onlara yem vermek harikaydı bence… Kanguru yavrularına külahla yem yedirdim. Okaliptüs ağacının uyuşturucu özelliği olan yapraklarıyla beslendikleri için ağaç dallarının üzerinde uyuklayan kualaların yumuşacık tüylerini okşadım... Elvan çeşit kuş, balık, deniz hayvanları ve sürüngenler... Tazmanya canavarı, pelikanlar, penguenler, timsahlar, rengârenk papağanlar, kanatlarıyla gösteri yapan muhteşem tavus kuşları, yılanlar vs. daha aklıma gelmeyen yüzlerce hayvan… Saydığım hayvanların hemen çoğu serbest geziyorlardı… Ziyaretçilerden kaçmayışları çok hoş bir ortam oluşturuyordu... Hele ''emo'' denilen bir tür deve kuşu vardı ki onunla bayağı ahbap olmuştuk... Alışık olmadığımız hayvanları yakından tanımış olmak hakikaten çok zevkliydi...
MAVİ DAĞLAR
Bir gün Blue Maunts'a (Mavi Dağlar) çıktık çocuklarla. Şehirden bir buçuk saatlik uzakta olan dağa çıkarken seyrettiğim manzarayı tasvir etmemin zaten imkânı yok. Her ne kadar kamera ve fotoğraflarla güzelliği yansıtmaya çalışsam da o muhteşem tabiatı çıplak gözle seyretmenin tadını vermiyor. Dağ demeye şahit lazım. Kilometrelerce yol almamıza rağmen hiç kıvrımı olmayan son derece bakımlı otoban yoldan çıkıyoruz dağ dedikleri yerlere. Benim asıl hayranlık duyduğum şey; dağların, ormanların, ücra köşelerin bile her metre karesine adil bir şekilde uzanan devletin şefkatli eline oldu. Büyük şehirde gördüğümüz her şey dağda da var, köyde de… Sağlı sollu yol boyunca yan yana birbirinden güzel villaların güzelliği karşısında hangi birinin resmini çekeceğimi şaşırıyorum. İstisnasız her villanın önünde itina ile peyzajı düzenlenmiş harika ağaçlar ve çiçekler başımızı döndürüyor. Birbirine yakın mesafelerde insanlar için tabiatın içinde dinleneceği, huzur bulacağı çok geniş park ve piknik yerleri buralarda daha da çoğalıyor. Günlerdir şehrin her cadde ve sokaklarında gördüğüm ev ve bahçelerinin aynı güzellik ve çeşitliliği, dağın tepesindeki köy demeye şahit lazım olan yerlere kadar devam ediyordu. Doyumsuz güzellikler arasında ilerleyerek tepeye ulaştık.
Arabamızdan indiğimizde bizi müthiş bir dağ kokusu ve ferahlığı karşıladı. Çok fazla yüksek olmayan, bir birini kıvrılarak takip eden sıradağları, bir tepesinden diğerlerini seyretmek için yer düzenlenmiş. Turistik bir yer olan tepe noktasından diğerlerine baktığımız zaman sıkça kaplı ormanların mavimsi bir renk almasından dolayı Mavi Dağlar dendiğini öğrendim. Alçalıp yükselerek birbiri ardınca uzanan dağların üzerinde kaplı duran, yemyeşil ormanların yukarıdan görüntüsü balta girmemiş gibi görünse de, içlerinde kilometrelerce uzayıp giden yürüyüş yollarında ilerlerken beni hayrete düşüren bir şey daha vardı. Yürüyüş için ayarlanan yollar asla bitki örtüsüne zarar vermeyecek şekilde ayarlanmıştı. Dağları seyrettiğimiz tepenin hemen yanında bizim peri bacaları tipini andıran, oldukça yüksek üç tane kaya yan yana duruyor. Bizim Kapadokya-Göreme'de bulunan Üç Bacıları andıran THREE SİSTERS (üç kız kardeşler) adı verilen bu kayaların efsanevi bir hikâyesi varmış. Taşlaştığına inanılan bu kardeşlerin hikâyesini yazılı olarak anlatan tabelalar asılıydı. Ve çevresini ziyaret etmeye gelen turistler bir hayli kalabalıktı. Teleferik ve trenle orman içinde tatlı turlar atmak mümkün. Ayrıca belediye otobüsleri ile dağların gidilebilen her yerine turlar yapılıyor.
Dağların, ormanlarının içi, dışı, köyü, şehri istisnasız temiz ve düzenli idi.
Hülasa, bu şehirde insanı sarıp sarmalayan çok hoş bir büyü vardı. Sanki huzur büyüsüydü… Gözlerimle görüp yaşayınca anladım buraya gelenlerin neden dönmek istemediklerini. Haklıydılar… Üzülerek söylüyorum, kendi ülkelerinde olmayan pek çok güzellik, hak hukuk, insanlık burada vardı gerçekten. Kaldığım sürece konuştuğum Türklerden dönmek isteyenine veya oradan şikâyet edenine rastlamadım. Ama yine de ülkemizi özlüyorlar doğal olarak,
anlatırken gözleri doluyordu hepsinin de.