Suyun Kaldırma Kuvvetine İman
Son zamanlarda Kuantum fiziğinin etkisiyle “eş zamanlı” ve “zamanda sıçrama” kavramları yabancı televizyon dizilerine konu olmaya başladı. Bunun ilk örneği galiba “Lost”, ikincisi de “Flashforward.” Eş zamanlılıktan ziyade (beni epey aştığı için bunu düşünemiyorum) “sıçrama” kafamı kurcaladı. Gelecekte yaşayacağım kötü bir olayı bilmek istemeyeceğimi düşündüm. Eğer bilirsem, bununla nasıl yaşayacağımı kestirmek kolay değil doğrusu. Mesela 99 depremini daha önceden görmüş olsaydım muhtemelen, ailemi oradan uzaklaştırmak için çaba sarf ederdim. Ama insan, kendi hayatına müdahale etmekte bir parça zayıf kalıyor. Kuantumculara göre bu yanlış bir düşünce ama henüz o çapa erişemedim. Basit düşünerek, sıçramalar olmadan da kendi seçimlerimiz üzerinde hayatımıza yön verebileceğimizden bahsetmek istiyorum.
Normal bir insanın en önemli iki seçimi var hayata dair; biri iş, bir diğeri de eş. Peki, bu seçimlerde ikinci bir fırsat var mıdır ya da kahve falında eş zamanlı olarak iki yol görünür mü insana? Eğer seçimlerimizin henüz gerçekleşmeyen sonuçları bize biri iki dakikalığına gösterilmiş olsaydı, durum ne olurdu?
Hemen herkes, iş hayatında veyahut özel hayatında kendini görmek istediği yerin hayali ile yaşar. Hayalimize/hedefimize odaklanarak, düzenli çalışırsak buna ulaşamamanın yüzdeliği sanıyorum düşük. Buradaki en büyük püf noktası, hedefe doğru yol alırken henüz ulaşmayı hayal ettiğimiz şeyin bize getirisini bilmiyor olmamızdır.
Gerek üçüncü tarafın telkinleriyle, gerek aldığımız mecburi üniversite eğitimleriyle ya da herhangi bir başka sebepten dolayı; mesela çocukken doktor olmak için ailemizin şartlamasıyla, kariyerimiz için planladığımız hedefler bizim için olmazsa olmazlardır. Bu düşence yapımız sadece iş hayatımız için geçerli değil elbet. Aşk/evlilik hayatında da böyle düşünürüz. Çünkü benliği oluşturan karakterin, farklı konular için bakış açısı veya davranış şekli aynıdır ne de olsa. Kendimize bir hayali maşuk ediniriz. Boy pos çizer, içini bir takım özelliklerle boyarız. Günü geldiğinde karşımıza bu hayalle örtüşen biri çıktığında âşık oluruz. Aslında çerçevesini çizip içini boyadığımız, hayallerimizin insani ile birlikte geçen on-on beş sene bize, aslında hayallerimizin bizim için hayırlı şeyler olmayabileceğini gösterebilir.
Genelde büyüklerimiz dua ederken, “Allah gönlüne göre versin evlâdım.” der. Son zamanlarda anlıyorum ki, aklı olmayan gönlün seçimleri kısa vadede mutluluk, uzun vadede ise ızdırap veriyor.
Verdiğimiz her karar, kaçırdığımız bir fırsattın bedelidir. Yani önümüzde aslında hep iki seçenek ve bu seçeneklere bağlı olarak yaratılmış hayatlar duruyor ve bu yaratılış sürekli devam ediyor. “Böylesi fırsat bir daha gelmez!” diyeceğimiz fırsatlar aslında sadece doğru zamanı beklemektedir. Gelir; biz ya seçeriz, ya bilerek seçmeyiz ya da görmeyiz. Zaman ilerledikçe bu böyle devam eder.
Önümüzde iki yol vardır. Biri bugüne kadar bizi getiren tanıdık, en azından şu ana kadar bildik yolun devamıdır. Değişikliğe olan antipatimiz, her ne kadar gidişatımızdan memnun olmasak da bu yolda devam etmeyi hoş gösterebilir. Ne de olsa geçmiş yaşantımızdan getirdiğimiz tecrübelerimizi kullanabiliriz bu yolda.
Aslında mantık olarak ikisi de bilinmeyen olmasına rağmen ikinci yol, bizim için asıl bilinmeyene giden yoldur ve bilmediğimiz şeyler bizi korkutur. Denemek için kendimize şans vermek bile istemeyiz çünkü elimizde olanı da kaybetme korkusu, korkularımızı üçe beşe katlar. Oysaki iki durumda da sadece yaşanan ve gerçekten bilinen “an”dır. Onun dışında ikisi de eşit derecede iki bilinmeyendir ve aslında bu denklemi çözmek “an”ları yaşamaktan geçer.
Süreç, ‘yüzmeyi bilmeyen birinin suyun kaldırma kuvvetini inkârı’ gibi başlar. Koskoca gemileri kaldırsa da deniz, bizi kaldırmıyor aksine içine almaya çalışıyordur. Kulaç atmayı öğrenmeden önce su ile barışmayı, onu sevmeyi öğrenmeli ve suya inanmayı. Daha sonra deniz bizi içine çekmek yerine üzerinde taşımayı tercih eder. Aslında bu tercih tamamen bizim tercihimizdir.