Suyun Başı
Yaklaşık bir senedir televizyon seyretmiyorum. Ülkede neler olup bittiğini öğrenmek için bir gayretim de yok. Çünkü eğer olup bitenler önemliyse, eşden dosttan, bir biçimde kulağıma ulaşıyor nasılsa. Mesela son zamanlarda “tape” diye bir kelime duydum,( Google’ye yazacam da öğrenecem ne anlama geldiğini ya, unutuyom) her neyse, duyduklarıma göre, ülke şu sıralar ‘dinleme- dinlenme’ haberleriyle çalkalanıyor. Bir de Berkin isimli bir çocuk ölmüş, yürüyüşler falan oluyor, polis gaz bombası falan atıyor. Bütün bunları televizyon seyretmeden öğrenebiliyorum.
Neyse… Gündemi televizyondan takip etmememin bana yararı ne?
1. Zaman kazancı
2. (Önemlisi) kendi çevremde, burnumun ucunda olup bitenlere daha duyarlı hale gelmem.
Benim gündemim farklı ve daha dinamik.
Geçenlerde bir dilekçe geldi adresime. Her ne kadar sonu rica ile bitse de, ültümatom gibi bir yazı. Kısa.. ama anlayabilmek için defalarca okumak zorunda kaldım.
Aynen şöyle yazıyor:
T.C
MERSİN SU VE KANALİZASYON İDARESİ GENEL MÜRÜRLÜĞÜ
Abone işleri dairesi başkanlığı
18/2/2014
Konu= Düzboru Atıksu Aboneliği.
Sayın= Nokta nokta… nokta nokta
Nokta nokta nolu, atıksu aboneliğinizin bulunduğu tespit edilmiştir. (Suçlusun!) Atıksu Altyapı ve Evsel Katı Atık Bertaraf Tesisleri Tarifelerinin Belirlenmesinde Uyulacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmeliğin 11. Maddesi gereği atıksu aboneliğinize sayaç takma zorunluluğu bulunmaktadır.
(Cümleyi defalarca okumama rağmen, anlayamadığımı itiraf etmeliyim.
Bir: Atıksu Altyapı ve Evsel Katı Atık Bertaraf Tesisleri Tarifelerinin Belirlenmesinde Uyulacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik ne demek? Cümleyi defalarca okudum ve en çok da bu cümledeki bütün kelimelerin niçin büyük harfle yazıldığını anlamaya çalıştım. Ama kafam cümleye basmadı . Tek anladığım, bir yönetmelik var ve bu yönetmelikle bana yeni bi şeyler sokacakları..
İki : yani ben kanalizasyon borusuna mı sayaç takmak zorundayım? Her neyse yazının devamı ültümatom gibi bir cümleyle bitiyor.)
Söz konusu, aboneliğinize 7(yedi) iş günü içerisinde sayaç takarak kurumumuza müracaat etmeniz hususunu;
Bilgi ve gereğini rica ederim.
Başta da dediğim gibi, yazıyı defalarca okudum. Hani bir de yedi gün kıstası koymuş ama, mektup, yazılış tarihinden bir ay sonra elime ulaştı. Eyvah! Tamam, araştırayım kanalizasyonuma sayaç taktırayım ama saatli parayı ödemezsem gelip kanalizasyonuma kurşun mu dökecek? Ne yapacak? Bir tuhaf, bir belirsiz mektup..
Neyse uzatmayayım, işi araştırıyorsun tabii… Zira emir büyüğün küçüğünden.. yerel yönetimden geliyor, boru değil!
Biraz araştırınca, öğreniyorum ki, sayacı, çıkardığımız suya takacakmışız. Kanalizasyona değil.
Bu ne demek?
Şimdi biraz daha konuyu açarsam daha iyi anlaşılacak.
Bu bölgede apartmanlar ikiye ayrılır;
1. Şehir suyu kullananlar: Yani, belediyeden su alanlar ve sayaçları olup, kullandıkları su kadar belediyeye para ödeyenler.
2. Kuyu suyu kullananlar: Yani, açtıkları kuyudan hidroforla su çekerler. Yaklaşık üç apartmandan biri böyledir. Belediye bu durumda haraç toplayamadığı için, bundan 10 yıl önce “Atık Su Bedeli” diye bir şey uydurdu ve her daire başına ayda 15 ila 20 lira arası atık su bedeli ödüyorduk. E neyse.. hani şehir suyu kullananlara oranla avantajlıyız, her ne kadar hidrofor için de elektrik parası ödesek de, sabit, az bir paraya, bereketli topraklardaki bereketli sudan bol bol faydalanıyoruz. İşte, bu, bizim çıkardığımız suya sayaç takacaksınız diyorlar. Argo tabirle, “Size sokacaz, ama düzeneği siz hazırlayacaksınız” diyorlar.
Tamam.. peki… düzeneği hazırlayalım… ama bu pek kolay değil. Çünkü apartman yapılırken, günün birinde böyle bir yönetmelik çıkabileceği öngörülmediğinden, su boruları buna göre yapılmamış.
Yani, birçok kazma, deşme işlemi falan gerek. Ayrıca bir eve iki, bir eve üç saat falan takılmasını gerektiren ortaklaşa giden bir takım borular…
Yani masraf var işin içinde.
İşte burada, zaten çoğu emeklilerden oluşan, üç kuruşla geçinen, apartman sakinlerinin paçası tutuşuyor tabii..Her eve ayrı gelen dilekçeler, apartman yöneticisi tarafından acilen toplanıyor ve belediyeye gidiliyor.
Eee… belediye daha uyanık. “E o zaman bir tane ortak saat takın efendim” diyor.
Bu ne demek? Otuz daireli bir apartmanda, her ay, hamam parası gibi gelen su parasını toplama, yani toplayamama sorunu… gırtlak gırtlağa gelen yönetici-apartman sakini profili ve belki mahkemelik bazı durumlar… Daha önemlisi bazı sorumsuz kişilerin, ‘bazı enayiler nasılsa bu parayı öder’ düşüncesiyle parayı ödememeleri olasılığı ki, işte simdi benim depaçalarım tutuştu. Yapılmak istenen; aslında adaletsizlikten çok, ileride adaletsizlik yaratacak bir şeydi ve vereceğim paradan çok, asıl gelecekte olacaklar beni telaşlandırdı. Değil ortak kullanım bilinci, tüketim bilinci bile olmayan insanlarla, en hayatî ihtiyacımı adil bir biçimde paylaşamayacağım kesindi. Hemen, heyecanla, dünya işlerinden iyi anlayan enişteme telefon ettim.
“Ya enişte böyle böyle, böyle böyle… saat takmamız isteniyor ama ben ortak saat takmak istemiyorum. Noolur bu durumu araştır, ayrı saat takabilecem mi?” Falan filandan sonra, öfkeyle, “ Ya nasıl böyle bir şey isterler? Uyduruk yönetmeliklerle sinekten yağ çıkaracaklar. Hakları var mı buna? ” dedim.
“Var, vaar” dedi eniştem.
“Ya nasıl ya!? Benim evimin altındaki, benim çıkardığım suya nasıl saat takarlar?” dedim kızgınlıkla..
“Var , vaar” dedi eniştem gene. Ve her zaman ki soğukkanlılığıyla “Kanun var” dedi.
“A-a ne zaman çıktı bu kanun?” dedim şaşkınlıkla. Kanun deyince akan sular durur.
“Üç yıl önce” dedi.
Telefonu kapadıktan sonra,
“Vay be!” dedim.. “Yönetenlerdeki profesyonelliğe bak! Yawaşş.. Yawaaşşş …çaktırmadan…”
Tamam da, niçin bana gönderilen dilekçede “Şöyle bir kanun dan dolayı” falan.. demiyor da uzuuuun bir cümlenin sonundaki “Yönetmeliğin 11. Maddesi …..” diyor o zaman?
Yok! Böylesine bir profesyonellik üzerinde fazla düşünmek, senin aklını yer kızım! Boş ver. Pazartesi günü apartman toplantısı var.. git..kuzu kuzu otur.. Fazla sesini çıkarma.. Örneğin, “Gelin sivil itaatsizlik başlatalım.. gelin bu sayaçları taktırmayalım, gelin broşürler hazırlayıp, ev ev dolaşalım. Gelin bizden topladıkları bu paralarla yaptıkları harcamaları beğenmediğimizi ve onaylamadığımızı yüzlerine haykıralım. Hem yolda yürümek, panzere taş atmak sadece meşrulaştırıyor bu Allahın cezası sistemi. Gelin doğru bir zemine oturan, etkili bir sivil itaatsizlik başlatalım” deme.
Deme! Hayal de kurma… Kuyu suyu kullanmayanların, yani bu yörenin tabiriyle şehir suyu kullananların, “ben veriyom, o da versin” zihniyetininin yanlış olduğunu, zaten başımıza ne geliyorsa, kendine yapılan bir dayatmanın, başkasına da yapılmasının adalet olduğunu sanmaktan kaynaklandığını ve berekete zincir vurmanın, düzenleme yapmak olmadığını anlayarak;
“Sayaçları takmak istemiyoz” diye ayaklananlara destek verdiğini ve bu isyanın ülkede ses getirdiğini, mecliste oturanların, halkı hiçe sayarak, öyle zırt, pırt, öngörüsüz, kanun çıkaramayacaklarını nihayet anladıklarını falan da hayal etme.. Çünkü, bir zamanlar, “Vergi vermiyoz” dedikleri için, binlerce köylüyü kılıçtan geçiren zihniyet, daha sonra, “şapka takmıyom” dediği için kenti denizden bombalayan aynı zihniyet; bugün, “Sayaç takmıyoz” diyen kente havadan bomba yağdırır maazallah! Hem bu devirde bomba atmasına bile gerek yok.. Hukuk; çok daha büyük bir yaptırım aracı.. Mahkemeye düşme korkusu, ölüm korkusundan beter.
Hiçbir şey deme, hiçbir şey tasarlama..hiç bir şey hayal etme. çünkü biliyorsun ki sana deli derler.. çünkü biliyorsun ki sonuca etkisi olmayacak.. Apartman; en az masrafın ortak saat olduğuna karar verip, onu taktıracak ve tüm olacaklarını öngördüğün şeyler birer birer olacak. Gene “sakalım yok ki sözüm geçsin “ diyeceksin. Bunu söylemek, seni daha çok üzecek.
Deme, düşünme, hayal kurma, harekete geçme. . sen, öyle veya böyle, bi kez daha kuzu olacak, devlet tarafından kurtlara yedirileceksin belli. Kabul et ve kuzu ol.
Bak ..üç yıl önce ne vardı bu ülkenin gündeminde onu bile hatırlamıyosun.. Gene dinleme- dinlenme olayları.. gene gaz bombaları falan vardı ihtimal. ve muhteşem yüzyıl vardı.. Her ne kadar ‘millet niye buna böyle kilitlendi ki?’ diye ulvi bir düşünceden dolayı olsa da, sen de enayi gibi oturmuş o abuk diziyi seyrediyordun.
Ya bugün!? Kimbilir ne kanunlar geçiyor da meclisten, senin ruhun duymuyor. Hangi sokuma, ne kadar süre hazırlıyorlar seni ? üç yıl sonrasına, üç günlük mü? Beş yıl sonrasına, ömürlük mü?
Nereye kadar?
Nereye kadar?
Yok..düşünmeden olmuyor.. sahi! bu sular ne zaman paralı oldu?
* * *
“Anneee eskiden sular paralı mıydı?”
“Yok”
“Nasıldı peki? Suyu nereden alırdınız?”
“Her evin bir bahçesi ve bağı vardı. Su arıkları her evin bir bahçe duvarının altından girer, diğer bahçe duvarının altından çıkardı.”
“Nasıl ya? para vermez miydiniz? Ondan su içilir mi?”
“Su arıklarının etrafında menekşeler, şebboylar biter, çimenler içine sarkar… Su, bunları yalayarak geçerdi. Kaaaarrr gibiydi sular.. Her yer cennet gibiydi. Haddimize mi düşmüş ayağımızı falan sokalım, burnumuzu falan sümkürelim, içine tükürmek bile yasakdı. Çünkü ‘bizden sonraki ev de kullanacak’ diyerek anamız bizi bir güzel döverdi.” (İslam kültürü)
“Nasıl ya? Peki nasıl kullanırdınız?”
“Annem, sabah ezanında kalkardı. İçme suyumuzu kaplarla alırdı önce, ayrıca kuyu suyu vardı.
“E peki bulaşıklar falan nerede yıkanır?”
“Arıktaaa..”
“Su kirlenir işteee!”
“Kirlenmez.. Öyle deterjan falan yok..Küllü su… aksine mikropları öldürür. Abdesti de arıkta alırlardı ama içine sümkürmez, kenara sümkürürlerdi.” (İslam kültürü) Arık suyu, hem içme suyumuz, hem de bahçedeki ağaçların içme suyuydu.”
“Peki tuvalet falan?”
“Tuvaletin altında dolma kuyular vardı.. birikir, sonra Sosan Ömer gelir, biriken bokları çıkarır, bahçede hazırlanan bir yere yığardı. Üzerine kullanılan kül falan atılır, bu orada külle karışık kurur. Sonra 30 40 eşekli zibilciler mahallede dolaşır. “Zibil alıyım, zibil alıyım” diye bağırırlardı.”
“Nasıl ya?”
“Bayağı.. onu alırlardı parayla..”
“A-a! naparlardı peki?”
“Satarlardı. Gübre olarak bahçelerde kullanılırdı. Ağaçlar, sebzeler kudururdu. Çoğunlukla babam alırdı. Babamın yetiştirdiği meyve ve sebzenin üzerine yoktu.”
“Vay be! Peki arklara ne oldu.”
“Savaştan sonra çok göçmen geldi.. fabrika falan yapıldı. Çok insan geldi. Arıklar kirlenmeye başladı”
“nasıl kirlendi yani?”
“Çocuk boku falan yıkadılar.. çöp attılar arığa..”
“Ortak kullanım bilinci yok oldu yani”
“Ne?”
“Hiç! Ee sonra ne oldu??
“Geberesice bi vali geldi.. Neydi adı Ahmet Kınık..yatmayasıca. Kimdi o.. Bakan? Samet Ağaoğlu’nun eniştesiydi bu vali.. Dedi ki; Derme suyunun yatağını değiştirecem.. kanallar yaptılar ve şehrin ortasından geçen o büyük Derme deresinin ki, ooyy… bi dereydi kiii… dağdan attıra attıra kaç yerden kaynardı.. işte o Derme suyunu içerdik. İşte onun yatağını değiştirdi. Yatağının da üzerini kapayıp yol yaptılar”
“Niye?”
“Nebilem niye? Şelale yapacakmış.. zenginlere keyf yeri zahar!”
“Sonra nooldu?”
“ Ne ola, mahalledeki kadınlar aylarca dizlerini dövüp, ‘sularımız kesildi, sularımız kesildi’ diye ağladılar. Arıklar kurudu. Ağaçlar kurudu.. herkes ağacını kesip kesip, yerini parselletip, apartumana verdi. Hani bazı evler de, kuyu suyu ile birkaç ağacı sulamaya devam etti.”
“Su nasıl geldi sonra?”
“Borular döşediler. O, Derme suyunun kaynadığı yere böyük borular dayadılar, evlere verdiler ondan. Sonra paralı oldu su.”
Annemin anlattıklarından sonra odama geldim, içimi bir hüzün kapladı. Sonra birden bire uyandım. Çocukken dinlediğim masallardaki, meşhur bir olayın, aslında bir alegori olduğunu kavradım.
Hani hep, köyün suyunun başına oturan bir ejderha vardı ya o masallarda ve bu ejderha, her sene yemesi için kendisine bir kız vermezlerse, sularını kesmekle köylüleri tehdit ederdi ya.. Birden bire o ejderhanın ve o kızın ne anlama geldiğini farkettim.. ve bunca yıl bunun farkına varamayacak kadar nasıl uykuda kaldığıma şaştım.
Kanun deyince akan sular durur.