Süt, Çay, Kan…
İçerde bir oda daha varmış… Süt de varmış dondurulmuş plastik poşetlere konulmuş. Serum poşeti gibi… Onları çözdürüp çaydanlık gibi bir şeye ya da bir sürahiye dolduruyoruz. Bardağa süt dolduruyorum, çaydanlık/sürahiden akan şey kırmızı renkli… süt çay belki de kana dönüştü iki bardak dolduruyorum biri… KaraKaplıKitap syf 93 prg 3- 4
Aklımda dolaşan binlerce milyonlarca yazı şekil resim… Bir şekilde hepsi birbiri ile bağlantılı. Bazen aralarındaki bağlantıları fark ediyorum kolayca bazense uzun zaman alıyor benzerlikleri algılamak. Bilgi denen şeyi onlarca, yüzlerce, binlerce farklı kılıkta görüyorum karşımda. Sanırım “tamam ülen anladım artık” diyene kadar tekrar tekrar çıkıyorlar karşıma.
Önce karanlık vardı… siyah vardı… her şey zifiri karanlıktı… “Siyah dünyanın adı Nigredo; metali kurşun, leş kokulu su, mezar kalıntıları, derinlikler…” çürüme dağılma… hal değişiminin birinci aşaması… ilkel su ya da ilksel su… yaratılacak olan tüm “şey”lerin içinde yüzeceği kutsal su…
Sonra ışık geldi aydınlık geldi. Süt beyazı her şey. Saf temiz ama berrak değil; berraklık, saydamlık pek de “matah” bir şey değil belki de. “İçerde bir oda daha varmış…” Aramanın, umudun yitimine, bitimine yakın bulunur belki de aranılan. Aranılan ki yeri gelir; arandığı bile bilinmez, ancak bulunduğu zaman “aranan”ın o olduğu anlaşılır ve “evreka!!!” denilerek çıkılır hamamdan çırılçıplak… “Süt de varmış dondurulmuş plastik poşetlere konulmuş.” Aranan belli ki bizim için hazırlanmış bizi bekliyor. Değil mi ki modern zamanlardayız; bulduğumuz şey/süt de biraz farklı ambalajda sunulur bize… Kudret helvası değildir ki göklerden insin, Salih a.s’ın devesi değildir ki memelerden aksın… Doğallıktan fıtrat denen şeyden ayrılmışızdır bir kere… “Serum poşeti gibi…” evet; doğallıktan ayrılma özüne yabancılaşma ölümcüldür, hasta olma halidir, tedavi gerektirir… o yüzden de doğal besin olan süt serumdur aynı zamanda… “Onları çözdürüp çaydanlık gibi bir şeye ya da bir sürahiye dolduruyoruz.” Hastayızdır ama hasta olduğumuzu, doğallıktan uzaklaşıp sanal ve yapay bir hayata “merhaba” dediğimizi algılayamayız bile. Bize bunu söyleyenleri ise ya dışlarız ya taşlarız ya deli gözü ile bakarız ya da hiç dinlemeyiz bile. Arada bir ya da sık sık kandırılmamız gerekir, belki kendi kendimize belki de başkaları tarafından, bizim hayrımıza iyileşmemiz için. O yüzden de “serum poşeti”nden çözdürülen sütü çaydanlık ya da sürahiye ama büyük ihtimalle çaydanlığa koyarız. Çay niyetine… Çay ki bilenler bilir o da bir nevi kutsal sudur… Sohbet, muhabbet kaynağıdır…
“Bardağa süt dolduruyorum, çaydanlık/sürahiden akan şey kırmızı renkli…” Çaydanlık bir diğer değişim dönüşüm aracı… içine süt koyarsın; süt ki serumdur aynı zamanda… imbikten geçince rengi değişir kırmızı olur… çaydanlıktan aktığına göre çay olmuştur… öyle mi acaba? “Süt çay belki de kana dönüştü…” ve son değişim sütün çaya belki de değil, kesinlikle kana dönüşmesi… kana yani kırmızıya… beyazın kırmızıya dönüşmesi… artık işlem tamam. “İki bardak dolduruyorum biri…” Tüm bunlar neden yapıldı?... Onun için yapıldı… “biri” ile birer bardak kan içmek için. Kan yani kırmızı yani hayat yani yani yani…
Not: Tüm bunlar sembolik anlatımlar, işin vampirlikte alakası yoktur bu böyle biline…