Susun duyulmasın
Bu serzeniş birçok konu için geçerli olsa da en çok “kısa çalışma süresi” ne yönelik gösteriliyor.Kriz sert yüzünü hissettirdiğinden bu yana birçok çalışanının işine son vermek durumunda kalan, işçileriyle yollarını ayıran ya da fabrikalarını, atölyelerini kapatanlar bu ödenekle ilgili düzenlemenin TBMM Genel Kurulu’nda olduğunu duyduklarında dudaklardan o cümle dökülüyor. “Biraz geç kalmadılar mı?
*****
Kısa çalışma ödeneğinden yararlanmayı gazetelerin satır aralarında okuyan onbinlerce firma bu çözümü soluk olarak gördü. Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) başvurunca bürokrasinin içinden çıkamayacaklarını anladılar çünkü yasal boşluklar nedeniyle sistem işletilemiyordu.
Önce ilgili Bakan Nafiz Çelik’in resmi olarak kriz var açıklaması yapması gerekliliği ortaya çıktı. Bakan; sıkıntı dedi, problem dedi bir türlü kriz diyemedi. Ardından iş durdurmalar, ücretsiz izinler, feryatlar o kadar çok arttı ki, Bakan bir şekilde krizi kabullendi.
*****
Peki uygulama gerçekleşti mi ? Hayır hala gerçekleşmedi, sadece az kaldı.
Geçtiğimiz hafta, işsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, TBMM Başkanlığına sunuldu. Tasarıda uzun süredir üzerinde konuştuğumuz ''Kısa çalışma ödeneği'' de nihayet yer alıyordu.
Kısa çalışma ödeneğinin miktarı yüzde 50 oranında artırıldı.
Bu tasarı yasalaştığı takdirde, her işçi için en az fazla asgari ücret kadar ödeme yapılabilecek. Kısa calışma ödeneğinin alt sınırı 266 liradan 400 liraya üst sınırı ise 533 lidradan 800 liraya yükselecek. Yararlanma süresi de 3 aydan 6 aya çıkartıldı.
Uygunluk tespiti yapılmış olan başvurular için kısa çalışma süresi, işverenin talebi doğrultusunda uzatılacak. Son 4 ayı kesintisiz olmak üzere, üç yıl içinde en az 600 gün prim ödeyenler bu ödenekten yararlanabilecekler. Bu süre içinde işçilerin sağlık sigortası devlet tarafından karşılanacak, ancak emeklilik sigortası karşılanmıyor.
Bu kadar önemli bir konuyu el yordamı, satır aralarıyla öğrenen firmalar için şimdi en büyük umut oldu kısa çalışma ödeneği.
*****
Artık çıkması için geri sayım sürecine girilen kısa çalışma ödeneğinde mümkün olduğu kadar az bilgi verme politikası ise sürüyor.
Hatta bu konuda verdiği bilgilerle kısa zamanda dikkat çeken, herkese kapısı açık olan, reel sektöre destek veren bürokrat SGK İzmir İl Müdürü Celal Kapan’ın görevinden alınmasını da kim ne derse desin ben böyle okuyorum.
Genç istihdamı teşvik önemli
Ayrıca aynı kanun tasarısı kapsamında; önemli bir konu da 18-29 yaş arası gençlerin, sigorta primlerinin 5 yıl boyunca, İşsizlik Fonu tarafından ödenmesini öngören düzenleme geliyor. Bu konu, istihdam teşvik paketleri içinde yeralan çözüm hayati önem taşımasına karşın yine satır aralarında dile getiriliyor.
Devlette vergi düşüşüne yol açacak her düzenleme sanki özellikle üstü örtülü hale getiriliyor.
Bu hesabı kim yapıyorsa, yakında vergi alacağı reel sektör kalmayacağını hesaplamak nasılsa işine gelmiyor. …
Hükümet yetkilileri “İşlerine yaptıklarımız görülmüyor “ diye serzeniş ederken, biryandan geç alınan önlem önlem olmaktan çıkıyor, öte taraftan dengeler bozmasın diye nerede işe yarar önlem varsa bir tuhaf sessizlik hali oluşuyor.
***** ******
Oda seçimlerinin değerlendirilmesi haftaya
Türkiye’nin birçok yerinde oda ve borsa seçimleri sürerken, tansiyonu en yüksek seçim örnekleri İzmir’de yaşanıyor.
İzmir Ticaret Borsası ve İzmir Deniz Ticaret Odası’nda sakin geçen seçim yarışına karşın İzmir Ticaret Odası ve Ege Bölgesi Sanayi Odası’nda kulisler, ayak oyunları, gelenekselleşmiş klikler yine ön planda oldu. İzmir Ticaret Odası’nın 17 yıllık Başkanı Ekrem Demirtaş ile CHP Eski İzmir İl Başkanı Alaaddin Yüksel çekişmesi başlıbaşına anekdotlarla dolu. EBSO’da ise üç başkan adayının sonuna kadar başkanlıkta inat etmesi enteresan sahneler yaşattı. Tüm bunları seçim sürecinin tamamen bitmesinden sonra yani önümüzdeki hafta ele alacağız. İiktidar ve güç savaşlarını aktaracağız. Bu renkli çekişmelerin perde arkalarında oynanan oyunlar sanırım hayli ilgi çekecek
***** ******
Kara gözlüklü savcı
Son zamanlarda mahalli Ergenekon bölgesi haline dönüşen ve belediyelerin kabusu haline gelen operasyonlarda İzmir’de her hafta bir iki belediye başkanı gözaltına alınmaya başlandı.
Operasyonlarda kurttan başladık, fareye kadar geldik. Son gerçekleştirilen operasyonun adı “Fare kapanı operasyonu” oldu ve Ege’nin turistik beldesi Alaçatı Belediye Başkanı Muhttin Dalgıç 60 kişilik ekibiyle birlikte gözaltına alındı.
Artık kanıksandığı için bu operasyon şaşırtmadı. Hatta baktım çevremde, “Başkan nasılsa bir süre sonra çıkar’ yaklaşımı hakim.
Demek kanıksanan yalnızca operasyonlar değil, artık gözaltına alınmak doğal süreç haline geldi.
Önce Urla Belediye başkanı tutuklanmış ardından serbest bırakılmıştı.
Kısa süre önce Buca Belediye Başkanı Cemil Şeboy, birçok ağır idda ile tutuklandı, hatta Amerika’da evleri, İsviçre’de göz kamaştırıcı hesapları olduğu öne sürüldü ?
Sonra ?
Sonra tutukluluk halini gerektirecek kanıtlar bulunamadı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Gerçi, ‘Türkiye’de bir zamanlar bir orduya hükmeden emekli orgenaraller bile 7 ay cezaevinde yattıktan sonra tutukluluğunu gerektirecek kanıt bulunamadı diye serbest bırakılırken, Şeboy gibilerin lafı bile olur mu ?’ demek de mümkün…
***** ******
Kayserili’ye sormuşlar, ‘bu kaç para’ diye. O da ‘alacak mısın, satacak mısın ona göre’ demiş.
Yani kim hangi cepheye yakınsa bu operasyonları da o cepheden bakarak değerlendiriyor.
Şurası da net: elbette bu yerel yönetimlere yönelik operasyonlar çok önemli, bir usulsüzlüğü tespit etmek kadar üzerine gitme cesaretini dek takdir etmek gerekiyor.
Ancak kanıt yetersizliği sözkonusu olunca bir süre sonra sorgulayan da sorgulanır hale gelebiliyor.
Özellikle geçtiğimiz hafta, bir gazetecilik başarısıyla İzmir’de bu operasyonları gerçekleştiren Başsavcu Murat Gök ile yapılan röpartajda, Sayın Başsavcı simsiyah gözlükleri siyah takım elbisesi, satranç takımı önünde İtalyan gladyosunu çözen Fellice Casson vari tarzıyla epey dikkat çekiciydi.
Tam bir şeylerin üzerine gitme cesaretini birileri göstermeye başladı diye düşünürken bu kez de yetersiz ve yukarıdan bakan bir tarz röportaja yansıyordu.
Yine de kamunun gücünü kim çevresi ve kendi rantı için kullanılıyorsa üzerine gidilmeli ama sağlam kanıtlarla, yeterli yolsuzluk dosyalarıyla.
Sonuçta Freud gibi düşünüyorum, “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” Ama bunu yaparken yeterli kanıtınız yoksa, adaletin bizzat kendisi adaletsizlik yaratabiliyor ve yazık ki bunun örnekleri de her gün çoğalıyor…